Sinema Şürasından Sonra

Nijat Özön

Nijat Özön /

Geçen sayıdaki yazıda da belirttiğimiz gibi Birinci Türk Sinema Şürası 17 Kasım 1964’te sona erdi; ama şüranın yankıları, etkileri bitmedi. Kendilerini “fiilenci” sayan sinemacıların çabaları, şüranın başlangıcındaki gibi şamatayla sürdü. Bunu bir bakıma doğal karşılamak gerek; çünkü Baykam tasarısı TBMM’de yeniden su yüzüne çıkmak üzereydi.

Yine Baykam Tasarısı…

Özön’ün notlarından:

“Baykam Tasarısı müzakereleri hakkında not (30 Kasım 1964 tarihinde Selçuk Bakkalbaşı ile görüşmemiz): İstanbul’dan gelen filmciler 26 Kasım 1964 tarihli Turizm ve Tanıtma Altkomisyonu toplantısından önceki gün, komisyon başkanı Sadettin Çanga ile görüşmüşler; Turizm ve Tanıtma Bakanı Ali İhsan Göğüş ile de konuşmak istemişlerse de bakan kendilerini kabul etmek istememiş (bu son bilgiyi Melih Başar’dan aldım).

Bakkalbaşı, kendi bakanının verdiği direktif üzerine, bir hafta önceki [19 Kasım 1964, Perşembe] toplantıya katıldığı gibi, 26 Kasım tarihindeki toplantıya da katılmış. Bu kez, komisyonda çoğunluğu güçlükle sağlayacak 5 milletvekilini bulmuşlar. Bakanlıklardan da yalnız Bakkalbaşı katılmış…

Başkan Çanga ‘Faydalı olduğuna he-pimizin kanaat getirdiği bu teklifi artık bir neticeye ulaştıralım’ demiş.

Filmcilerin telgrafı okunmuş. Bu telgrafta şöyle deniliyormuş: Sinema Şürası’nda ehliyetsiz kişiler, Türk sinemasını baltalayıcı ve ithal filmlerini himaye eder mahiyette kararlar almışlardır. Bizim nokta-ı nazarımız öğrenilmeksizin meclis komisyonlarında bir karar ittihaz edilmemesi rica olunur.

Bu telgrafların benzerleri partilerin meclis grup başkanlıklarına da yollanmış.

Bakkalbaşı’dan bu durum konusunda açıklamada bulunması istenmiş. Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın bir hazırlığı olup olmadığı sorulmuş. Bakkalbaşı buna olumlu cevap vermiş. Kendisine ‘Siz uyumuşsunuz, ancak Baykam tasarısı gelince uyanmışsınız’ demişler. Bakkalbaşı da, ‘Her ne halse, bu tasarı geldikten sonra da eksiklikleri tamamlanabilir ve bu gereklidir’ demiş.

Buna rağmen komisyonda Baykam tasarısının oybirliğiyle kabul edilmesi yönünde bir eğilim belirmiş. Bakkalbaşı bunu kabul etmemiş. Bakanlığınca da Baykam tasarısını tamamlar mahiyette bir teklifin ancak üç ayda tamamlanabileceğini söylemiş. Çanga buna ‘Bu müddet çoktur’ demiş. Çanga ayrıca, ‘Baykam bu tasarıyı üç günde yazıp verdi; siz de nihayet gelecek ayın yirmi beşine kadar hazırlayın’ diye mehil vermiş. Bu tarihte toplanılmak üzere komisyon toplantısı sona ermiş.

Bakkalbaşı, komisyonda kendi deyişiyle ‘hostile’ [düşmanca] bir dava vardı, dedi.

Bakkalbaşı, komisyonda olup bitenleri Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’ndaki ikinci hukuk müşaviri Nükhet Hanım’a [Özeke] anlatmış. Bugünlerde İstanbul’dan gelecek olan Semih Tuğrul’la da buluşarak, İstanbul’daki iki toplantının, Kocayusufpaşaoğlu’nun raporunun, Fransız mevzuatının ve özellikle Fransa’dan getirttikleri sinema hukuku üzerindeki yayınların da incelenmesiyle bir rapor ve belki de bir kanun tasarısı getirebileceklerini söyledi.

Bakkalbaşı, komisyonda Baykam teklifini olup bittiye getirmek yönünde bir eğilim olduğunu özellikle belirtti. Hatta bu seferki toplantı yeter sayısını sağlamak için o beş milletvekilinin rastgele seçilmesi ve konunun evveliyatını layıkıyla bilmeyen bu milletvekilleriyle toplantı yapılması, komisyonda hemen karar alınamamasının başlıca sebebiymiş.”

Şüra Sonrası…

Özön’den Tuğrul’a:

“Ankara, 28 Aralık 1964

Semih Ağabeyimiz,

Sinema Şürası’nın hızlı ve dolu havası içinde şöyle rahatça konuşamadığımız için, bütün Aralık ayında Ankara’ya geleceğiniz günü bekliyordum. Ama galiba kısmet değilmiş ki, Ankara’da da buluşamadık. Sizin telefonunuzdan sonra evde ve ajansta bekledim; birkaç kere Foto-Film Dairesi’nden sordum; nihayet İstanbul’a döndüğünüzü söylediler. Üzüldüm ama, ne kadar yüklü işlerle gelmiş olduğunuzu tahmin ettiğimden, başka bir fırsatın çıkmasını dilemekle yetindim.

Bilmiyorum, Bakkalbaşı size geçen ay, şüra toplantısından sonra meclis komis-yonunda Baykam tasarısıyla ilgili gelişmeleri anlattı mı? Onu anlattıysa bile, herhalde son durumdan haberiniz yoktur; çünkü siz İstanbul’a döndükten sonra meydana geldi. İşi tesadüfe bırakmamak için her ikisini de kısaca anlatmak isterim:

Ben, şüra toplantısının ertesi günü İstanbul’dan hareket etmeden önce Halit’le [Refiğ] birlikte Türk Film Prodüktörleri Cemiyeti’ne gitmiştim. Orada harıl harıl, çeşitli mercilere çekilecek telgraflar hazırlanıyordu; hatta bunların birer suretini haber halinde ajansa vermek için aldımdı. O arada Saner, Birsel [Nüzhet], Alyanak ve daha bir sürü yapımcı etrafımı aldı. Şüra toplantısı üzerine bağrışmalı bir tartışma geçti aramızda. Ankara’ya dönerken bu adamlarla karşı karşıya gelip anlayışlı bir şekilde konuşmanın imkansızlığı kesin olarak kafama yerleşmişti.

İki gün sonra, bir sinemacılar heyeti (Saner, Refiğ, Ergün, Köseoğlu…) Ankara’ya geldi. Önce Göğüş’le görüşmek istemişler, Göğüş kabul etmemiş, sonra Turizm ve Tanıtma Altkomisyonu başkanı Sadrettin Çanga’ya gitmişler ve her zamanki teraneleri tekrarlamışlar; bir de yeni bir kanun tasarısı verip dönmüşler (tasarı Baykam tasarısını hemen hemen aynı, yalnız yerli filmler ile yabancı filmler arasındaki şimdiki rüsum farkının korunmasıyla ilgili bir madde var).

Sonra komisyon toplanmış. Komisyona bakanlık adına Bakkalbaşı katılmış. Komisyonun her zamanki üyelerinden çoğu yokmuş. Hatta komisyonun toplanabilmesi için rastgele derlenen milletvekilleriyle çoğunluk sağlanmış. Çanga ‘Bu iş artık uzadı, tasarıyı kabul edip gönderelim’ çeşidinden laflar etmiş. Tasarının, işi bilmeyen bu milletvekillerinin oybirliğiyle kabul edilmesi eğilimi varmış. Bu arada Bakkalbaşı, Baykam tasarısının yerine bakanlığın yeni bir tasarı hazırlamakta olduğunu, o tasarı gelinceye kadar konunun ertelenmesi gerektiğini söylemiş. Çanga, ‘Siz bakanlık olarak uyumuş, sonra Baykam tasarısı üzerine uyanmışsınız’ diye Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nı – pek de haksız olmayarak – tenkit ettikten sonra, yeni tasarıyı ne kadar zamanda hazırlayabileceklerini Bakkalbaşı’na sormuş. Bakkalbaşı ‘üç ay’ demiş; üç ayı fazla bulup bir ay mühlet vermişler, bu ayın yirmi beşinde bitiyordu.

İşi Olup Bittiye Getirme Niyeti

Bu komisyon toplantısı gününden sonra Bakkalbaşı’nı gördüğüm vakit, bakanlık olarak ne yapmak niyetinde olduklarını sorduğumda, sizin, Nükhet Hanım’ın ve Kocayusufpaşaoğlu’nun Ankara’da birleşip bakanlık adına tasarının hazırlanacağını söylemişti. Ama ben bir ay içinde bunun yapılacağına pek ihtimal vermiyordum. Nitekim birkaç gün sonra Bakkalbaşı ile görüştüğümde bana, komisyonun ilk toplantısında tasarının değil bir raporun sunulacağını, Şüra raporlarına dayanan bu yeni raporda Baykam tasarısının niye kabul edilmemesi gerektiğinin savunulacağını, sonra da bakanlık tasarısı için yeni mühlet isteneceğini söyledi. Doğrusunu isterseniz ben böyle bir tutumun akıbetinden çok endişeye düştüm. Bakkalbaşı’nın kendi de pek umutlu değildi. Komisyonun bir önceki toplantısının havası göz önüne alınınca umutlu olmaya imkan kalmıyordu. Gerçekten de Baykam tasarısını bir olup bittiye getirip meclise sevk etmek düşüncesi hakim olmuş. Bunun bir nedeni, komisyonda işin içyüzünü bilen kimsenin olmaması. Bir nedeni de, sinemacıların telgraf, demeçler, heyetlerle yaptığı şirretliklerin oldukça etki yaratması. Özellikle şimdiye kadar zahiren de olsa resmi makamların karşısına sendikacı, rejisör, yapımcı, stüd-yocu olarak birlikte çıkmalarının bunda büyük etkisi var. Nasıl Baykam tasarısının altında yatanı keşfetmekte komisyon üyelerinin hiçbirinden bir şey beklenemezse, bu ‘birlik’ konusunda da bir şey beklenemezdi tabii. Adamlar, Sine-İş’i bile gerçekten bir sendika sanıp ciddiye almışlar.

“Planlama Baykam Tasarısına Karşı Çıkacak”

Neyse. İtiraf edeyim ki, bu gidişten ben çok endişelendim. Hatta bir ara size yazıp, hem sinema yazarı arkadaşların sütunlarında bir kampanya açması hem de Türk Sinema Yazarları Birliği adına bir bildiri filan yayımlanması imkanlarını soracaktım. Fakat sonradan bunları, daha ileride, meclis müzakeresi sırasında kullanmayı şimdilik daha doğru buldum. Bu arada, bir yandan da Planlama Dairesi’nde bu konuyla ilgili bir genç arkadaşla (1) konuştum. Bana, Planlamanın sinemayla doğrudan doğruya artık ilgilenmediğini, zaten Planlamanın son zamanlarda sözünü eskisi kadar dinletemediğini, hatta komisyon toplantılarına bile bazen çağrıldığını bazen çağrılmadığını söyledi. Fakat önümüzdeki toplantıya çağrılırsa Baykam tasarısının kabul edilmemesi görüşünü savunacaklarını söyledi (Daha önceki bir mektubumda belirttiğimi gibi, Planlamadaki bu arkadaşa, sizin ve benim Vatan’da çıkan makalelerle daha başka malzemeyi vermiştim).

Şimdi 25 Aralık günü aynı arkdaştan öğrendiğim şu: Toplantıya Planlama da katılmış. Toplantıdan önce o arkadaş ile Turizm-Tanıtma’dan Nükhet Hanım konuşmuşlar. Gerek Planlamanın gerekse Turizm-Tanıtma’nın Baykam tasarısına karşı olduğu konusunda birlikte hareket etmeye karar vermişler (Nükhet Hanım zaten yukarıda sözünü ettiğim raporu savunmak için komisyona gönderilecekti). Toplantıda her ikisi de aynı görüşü tekrarlamışlar. Komisyon üyeleri de, içyüzünü bilmedikleri konuda bir bit yeniği sezmiş olacaklar ki, geçenkinin aksine, bu sefer çekinmişler ve Turizm-Tanıtma’nın hazırlayacağı kanun tasarısını beklemeye karar vermişler; üstelik bunun için herhangi bir mühlet de tayin etmemişler (Bu arada, komisyon toplantısından önce yine bir sinemacılar heyetinin buraya düştüğünü belirteyim). Yani şimdilik bir tehlike atlatılmış oluyor. Bundan sonrası, bakanlığın işi gevşetip kanun tasarısını fazla savsaklamamasına bağlı. Bana kalırsa, Semih Ağabey, sizin Turizm-Tanıtma’da şimdilik yapacağınız en yararlı iş de bu konuyu kurcalayıp, ortaya bir tasarı çıkmasını sağlamak. Bu iş ne kadar uzarsa, gerçekleşmesi ihtimali o kadar azalır ya da Baykam tasarısının kanunlaşması ihtimali o kadar artar. Bakan değişmesi, seçim telaşı ve daha beklenen ve beklenmeyen bir sürü olay, önümüzdeki yılın ilk günlerinden itibaren hep bu olumlu adımı kösteklemek üzere hazır bekliyor.”

Tuğrul’un Özön’e 10 Ocak 1965 günlü mektubundan:

“(…) Bu atmosfere rağmen işin ne gibi bir mecraya döküldüğünü senin mektubundan öğrendim ve rahat bir nefes alabildim.

Mektubunu aldıktan sonra Nükhet Hanım’la telefonla görüştüm. Yakında tasarıyı bitireceğini ve komisyona göndermeden önce bunu alıp İstanbul’a da getireceğini, birlikte gözden geçireceğimizi haber verdi.

Demek oluyor ki, tesadüflerin yardımıyla da olsa, tehlike şimdilik uzaklaştırılmış durumdadır. Ama ne olursa olsun, doğrusu gerekirse, ben Baykam’cıların bu konuda başvurdukları ve başvurmaya devam ettikleri gürültülü demagojiden, karanlık kulis faaliyetlerinden hala da biraz korkmuyor değilim.

“Göğüş Tasarıyı Prestij Sorunu Yaptı”

Zaten Şüra sonrası devresinde bizler, İstanbullu sinema yazarları bu konuda basında fazla bir faaliyet gösteremedik. Buna karşılık senin Yön’de yayımlanan yazılarının çok olumlu, çok müspet etkileri oldu (2). Bir de ben kendi yönümden konuyu bakan nezdinde aktüalitesini muhafaza eder biçimde tutmaya çalışmaktayım. Bunda hayli muvaffak olduğumu da iddia edebilirim. Bizim Ali İhsan, bilinen iyi niyetiyle bu meseleyi bir kişisel prestij meselesi yaptı. Benim bile bulup okuyamadığım bazı kıyıda köşede çıkan makaleleri bile okuyor. Mesela Yelpaze dergisinin ilavesinde çıkan makeleleri bile. Okuduktan sonra da bana telefonu açıp ‘Filan makaleyi gördün mü? Şu heriflere cevap versenize’ diye musallat oluyor (…)

Bütün bunlar iyi hoş, fakat benim bu konuda başka kuşkularım var. Biliyorsun, seçim yılına girdik. Meclis Komisyonlarında sıra bekleyen şu kadar önemli kanun tasarısı var. Bu arada ve bu seçim mücadelesi, ölüm kalım kavgası atmosferinde bir sinema kanun tasarısı acaba mecliste ele alınır mı, yoksa otomatik olarak ertelenir mi? Öte yandan, yine seçim yılı atmosferinde Suphi Baykam’ın CHP içinde önemlice sayılan bir görev aldığına herhalde dikkat etmişsindir. Genel sekreter yardımcılığı gibi bir fonksiyonu yüklendi galiba. Buna paralel olarak son zamanlarda Göğüş’ün politik yıldızının biraz sarsıldığını, sön-meye yüz tuttuğunu da sana açıklamak isterim. Hoş zaten sen de mutlaka farkındasındır. Kısacası, bu gibi işlerin gerçekleşmesinin prensiplere değil de politik şahıslara bağlı kalması çok tatsız tuzsuz bir olay.

Bu durumda tek müspet umut Devlet Planlamacılardan yana olabilir. Ben geçen hafta Göğüş İstanbul’a geldiği zaman yukarıdaki paragrafta sana ö-zetlediğim meseleyi kendisine açık açık anlattım ve tasarının akıbeti konusunda neler düşündüğünü sordum. Pek kesin, pek kararlı bir eda ile ‘Taş çatlasa kabul ettireceğim, meclisten de seçim yılı olmasına rağmen geçireceğim’ gibisinden laflar etti. Ama bilinmez ki…

Ama ne olursa olsun meclise sevk edilmese bile, sevk edilip de komisyondan çıkmasa ve gündeme alınmasa bile elde sağlam bir tasarının bulunması herhalde yine faydalıdır.”

Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın Tasarısı

Tuğrul’un mektubunda gerçekleşmesini dilediği oldukça sağlam bir tasarı, 1965’in yaz aylarında hazırlandı. Bu tasarı, Birinci Türk Sinema Şürası’nda saptanan ilkelere ve buna dayanılarak hazırlanan raporlara göre, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı hukuk müşavirleri, özellikle Nükhet Özeke tarafından, Doç. Dr. Necip Kocayusuf-paşaoğlu’nun danışmanlığında gerçekleştirilmişti. Sinema Kanunu Tasarısı Öntaslağı başlığını taşıyan bu metin ancak 1968 Şubatı’nda Süleyman Semirel’in başbakanlığı ve Nihat Kürşat’ın Turizm ve Tanıtma Bakanı olduğu sırada TBMM’ye sunulmuştur. Bu tasarıyla tüzel kişiliği, idari ve mali özerkliği olan, Türk Sinema Enstitüsü adlı bir kamu kuruluşu kuruluyor; sinema alanı, başlı başına bir meslek alanı olarak düzenleniyor; filmlerin denetimi yalnızca anayasadaki yasalara, kamu düzenine ve genel ahlaka aykırılık yönünden sınırlandırılabiliyor; yerli sinemacılığı koruyucu önlemler alınıyor; sinema sanatının ve kültürünün yaygınlaştırılması, Türk sinemasının tanıtılmasıyla ilgili destekleyici ve yüreklendirici önlemlere başvuruluyordu.

Böyle bir yasanın böyle bir hükümet zamanında TBMM’ye sunulması şaşırtıcı bir şeydi, çünkü yasanın özü de sözü de Demirel ve AP’nin “felsefesi”ne tümden aykırıydı. Bunun bir “yanlışlık”tan doğduğu, sinemayla ilgili bir yasa tasarısı gereği ortaya çıkmışken, eldeki 1965’ten kalma tasarının farkında olmadan TBMM’ye alelacele gönderildiği anlaşılıyordu. Yoksa özerk ve bağımsız TRT’yi bu niteliklerinden yoksun bırakmak için bütün gücüyle savaş açan bir başbakanın ve partinin, TRT yasasına benzer bir tasarıyı yasalaştırmaya kalkışması “eşyanın tabiatı”na aykırıydı. Nitekim, bunun kokusu çok geçmeden çıktı: Aradan ancak sekiz ay geçmişti ki, ortaya Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın yeni bir yasası sürüldü. Hem de ne yasa!…

Yasaları Tepetaklak Etme Sanatı

Özön’ün notlarından:

“14/10/68, Pazartesi: TveTB.lığı Hukuk Müşaviri Bn. Nükhet Özeke telefon etti. Mithatpaşa Caddesinde TveTB’deki bürosunda konuştuk. Alim Şerif Onaran da vardı. 1. Senaryocular, sinemacılar, 2. Sinema Kanunu, 3. Onaran’a ve bana danışmanlık önerdi. TveTB.lığının hazırlattığı üzerinde ‘hizmete özel’ kaydı bulunan Sinema Kanunu tasarısını incelemem için verdi; ön bilgiler sundu. Tasarıya da şöyle bir göz attım. İlk intiba: Bu tasarı İstanbul’daki Danışma Kurulu toplantısından ve Sinema Sürası’nda alınan kararlara uygun olarak 1965 yazında aynı bakanlıkça hazırlanan tasarının ters yüz edilmesiyle ortaya çıkmışa benziyor. 1965 tasarısı 1968 Şubatı’nda TBMM’ye verilmişti. Şimdi bu kısacık zaman içinde ne değişti ki bu tasarı tepetaklak edilip bu yeni tasarı ortaya çıktı?… Nükhet Hanım en kısa zamanda tasarıyla ilgili görüşlerimi istiyor.”

“21/10/1968, Pazartesi: Nükhet Hanım’ın verdiği kanun tasarısına şaştım kaldım. İnsanlar nasıl böyle şeyler yapabiliyor? Ya da acaba hukuk müşavirleri için böyle davranmak tabii bir şey mi; mesleğin icabı mı; şöyle kanun hazırla deyince şöyle, böyle hazırla deyince böyle mi hazırlamakla yükümlüler? Bu işin raconu bu da ben mi bilmiyorum? Ama o zaman, bunların babamın anlattığı ölü yıkayıcıdan farkı ne? Ölü yıkatıcı şöyle dermiş: ‘Bana ölüyü getirirler, kim olduğuna bakmam, yıkarım. Ama sonradan cennete ya da cehenneme gidermiş, orası beni hiç ırgalamaz.’ Nükhet Hanım, önceki tasarının başlıca hazırlayıcısıydı. Kendi hazırladığı tasarıyı almış, tepetaklak etmiş. Acaba Nükhet Hanım’ın ilk tasarının hazırlayıcısı olduğunu öğrendiklerinden ve fena halde atlayarak o tasarının TBMM’ye gittiğini gördüklerinden ‘Gel bakalım, şimdi de böyle bir tasarı hazırla’ diye ‘ceza ödevi’ mi verdiler? Hani ne derler, iti öldürüne sürütürler. Ama bu kadar da olmaz ki… Her şey tersine. Sanki eski metne doğrudan bakmamış da aynaya tutmuş, tersten yansımasını temel almış. O, mali ve idari yönden özerk, tüzel kişiliği olan kamu kuruluşu gidiyor; onun yerine başbakanlığa bağlı, bir devlet bakanının yönetiminde devlet dairesi ortaya çıkıyor. İktidara bağlı bir Sinema Enstitüsü. İktidara bağlı kurullar ve teşkilat. Tam bir santralizm. Merkezi yönetime dikatatörce yetkiler veriliyor. Böylelikle her iktidara göre biçimlenecek bir sinema ortaya çıkıyor. Ayrıca teşkilat (yurtiçi temsilcilikleriyle, yurtdışı temsilcilikleriyle) korkunç bir bürokrasi yuvası, aynı zamanda tam bir yemlik. Sansür, yine bildiğimiz sansür, üstelik bilemeyeceğimiz, ancak uygulayanların kafasındaki gerekçelerle işliyor. Ve üstelik eskisi gibi tüzüğe bile değil de yönetmeliğe dayanıyor. Hele ‘Devletin milletlerarası menfaatlerini bozucu şekilde kamuoyunu etkileyecek; (…) devletin dış münassebetlerinin açıkça gerektirdiği haller’de başbakanı sansürcübaşı yaparak filmlerin çevrilmesini ya da gösterilmesini yasaklama faslı var ki evlere şenlik… Benim anlamadığım, Bn. Özeke’nin benim bu konudaki görüşlerimi bildiği halde bana öyle bir tasarıyı verip görüş istemesi. Acaba en aykırı görüşteki birinin tepkisini mi ölçmek isitiyor? Haydi öyle diyelim, peki danışmanlık önermesi ne oluyor? Anlaşılır gibi değil. Anlaşılan yarın işimiz var! Bakalım ne olacak.”

“Tasarıyı Açıklarsanız Yalanlarım…”

“22/10/68, Salı: Bn. Özeke, A.Ş. Onaran ve ben, Bn. Özeke’nin hazırladığı kanun tasarısını görüştük. Kendisine tasarıyla ilgili görüşlerimi her madde üzerinde tek tek durarak ayrıntılarıyla belirttim. Çıkardığım notların bir örneğini de kendisine verdim. Sonunda vardığım yargıyı topluca açıkladım: ‘Siz TRT’nin özerkliğini sağlayan kanunu örnek alarak hazırladığınız 1965’teki tasarıyı tamamen tersine çevirerek her iktidarın, ama öncelikle bugünkü iktidarın emrinde bir sinemanın kanununu hazırlamışsınız. Bence sinemamız için herhangi bir fayda sağlaması şöyle dursun, son derece zararlı bir tasarı. Böyle bir tasarının kanunlaşmasındansa kanunlaşmaması daha iyidir.’ Nükhet Hanım, ne maddeler üzerinde dururken ne sonda vardığım sonuçla ilgili hiçbir şey söylemedi. Siz yanlış anlamışsınız, yanlış yorumlamışsınız, siz öyle diyorsunuz ama aslında orası öyle değil böyle… gibisinden hiçbir söz söylemedi. Sanki bütün söylenenleri bekliyor gibi bir hali vardı. Hepsini sineye çekti. Ama bütün bunlara karşı tepkisini, hiç beklemediğim; konuyla hiç ilgisi olmayan bir cümleyle belirtti: ‘Bu tasarı gizlidir; bundan bahsederseniz, yazılarınızda kullanırsanız yalanlarım.’ İyi mi? Gel de Şinasi’yi [Şinasi Nahit Berker] arama; şimdi burada olsa ne güzel bir ‘Haydaaa!’ çekerdi. Ben çekeme-dim tabii; ama kendisine aynı zamanda bir gazeteci olduğumu hatırlattıktan sonra dedim ki: ‘Bunu söylemenize, hele bu şe-kilde söylemenize hiç gerek yoktu. Hiç hoş bir şey değil. Bana güvendiniz ve görüşlerimi almak için tasarının bir nüshasını bana verdiniz; madem açığa vurulmasını istemi-yorsunuz; yalnızca bunu söylemeniz yeterdi. Yoksa istesem ben bunu hemen kulla-nabilirim; yalanlasanız bile bunun varlığını kolayca kanıtlayabilirim; herhalde bu metni oturup ben uydurmadım; elimde kopyası var, tanığım var. Sonuçta, bunu yalanlayan kendini de aynı anda yalanlamış olur. Bunu istemezsiniz herhalde. Ama madem açıklanmasını istemiyorsunuz, bu tasarı ortaya çıkmadığı sürece ondan söz etmeyeceğim. Ama eğer bu tasarı değişmez de bu şekliyle ortaya çıakrsa, o zaman, zararına inandıracağım arkadaşlarımı da yanıma alarak bu çok zararlı tasarıyı bütün gücümle engellemeye çalışırım.'”

Kaçırılan Fırsat ve Sorumlulukları

Buna gerek kalmadı, çünkü bu 1968 tasarısı hiçbir zaman su yüzüne çıkmadı.

Yukarıdakilerden de anlaşılacağı gibi, Birinci Türk Sinema Şürası’nda benimsenen ilkelere göre, Türk sinemasına çekidüzen verecek bir yasa tasarısının hazırlanması ve yasalaşması ne yazık ki, gerçekleşmedi. Oysa, o zaman bu alanda atılabilecek temeller ve ilk adımlar, Türk sinemasına en azından otuz yıllık bir zaman ve bu zaman içinde birçok deneyim kazandırabilirdi. Bunun gerçekleşmemesinde en büyük sorumluluk, kendi küçük kişisel sorunları, çıkarları ve kompleksleri uğruna bu şürayı baltalamak için “canla başla” çalışan yeni yönetmenlerdir; kendi kişisel çıkarlarını, sinemanın genel çıkarlarının önüne koyan yapımcılardır; başlattığı ilk sinema grevini bir yana bırakarak yine o yönetmenlerin önderliğinde yapımcıların yanı başında yer alan sinema işçileri sendikasıdır.

Bir yıla kalmadan Adalet Partisi’nin ilk genel seçimlerde kazandığı başarı sonucu başlayan “restorasyon dönemi”nde aynı yapımcılar, yeni iktidarın anlayışına uyarak, bir yıl önce elbirliği yaptıkları bu yönetmenleri kapı önüne koymakta bir dakika bile tereddüt etmediler. Gerek bunun şokuyla gerekse seçim sonuçlarının şokuyla neye uğradıklarını şaşıran bu yönetmenler de, “gidişata” ayak uydurmakta gecikmeyecekler, hatta bunun “kuramı”nı bile yapacaklardı.

Şüra bütün bunlara karşın yine de yararlı olmuştur. Her şeyden önce bir takım sinemacıların gerçek kimliklerinin ortaya çıkması yönünden. Sinema konusunda daha sonra düzenlenen toplantıların bu tür baltalamalara karşı daha dikkatli olması bakımından. Resmi ve özel sinema yasası taslaklarının hangi koşullar içinde, nasıl hazırlandıklarını, ne gibi aşamalardan geçtiğini, iktidarların bu taslaklara hangi gözle baktıklarını göstermesi açısından. En önemli yararı, ortaya koyduğu iki komis-yon raporudur ki, bu raporlar o tarihten başlayarak geliştirilmiş ve 1971’de Sinema Danışma Kurulu’nun raporuna, 1978’de de Kültür Bakanlığı’nın hazırladığı Sinema Yasa tasarısına temel olmuştur.

Notlar:

  1. Devlet Planlama Teşkilatı’ndan ve tiyatro oyuncusu rahmetli Ali Özoğuz.
  2. Tuğrul, Yön’de çıkan “Sinema Ağaları Telaşta…” başlıklı yazılara değiniyor. Bu yazılar için bak. Nijat Özön, Karagözden Sinemaya, 1. Cilt, s. 335-346

(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 6. sayısında yayınlanmıştır.)