Türk Sinemasında Eleştiri – Tarihsel Özet

Giovanni Scognamillo

Giovanni Scognamillo /
Kaynaklara göre Türkiye’de sinema eleştirisi 1918’de Muhsin Ertuğrul ile başlıyor. Ertuğrul, Almanya’da edindiği sinema deneyimlerinden yararlanarak ve sinema bilgisine güvenerek, “Temaşa” dergisinde sert ve acımasız eleştiriler yazıyor; özellikle Sedat Simavi’nin “Pençe” filmine saldırıyor, bir çeşit kampanya yaratıyor. Aynı dergide İ. Galip Arcan, “İ. G.” imzasıyla, “Mürebbiye”nin (1919) eleştirisini yapıyor. Bir yıl sonra ise, “K.R.” imzası altında, “Bican Efendi” filmi eleştiri konusu oluyor.
1930’lara kadar sinema yazıları ve eleştirel metinler, çevirilen film sayısına orantılı olarak azınlıktalar. Bu ilk dönemde yeni başlayan bir sinema ve gerek yerli yapımları gerekse, genelde, sinema olayını tanıtmaya, açıklamaya ve “tenkit” etmeye çalışan yeni diyebileceğimiz bir yazı türü ile karşılaşıyoruz.
1921-22 yıllarında “Yarın” (1921) dergisi Cevdet Reşit Lagaş’ın “Sinema hakkında notlar”ını yayınlıyor; dönemin sayılı edebiyat dergisi “Dergah”ta (1921), derginin “editör”ü olan, Mustafa Nihat Özön’ün yazıları çıkıyor.
Fikret Adil’e göre (1):
“Bizde ilk defa sinema yazısı yazan arkadaş (Burhan) Felek’tir. Onun yazıları sinemanın ehemmiyetle bir devre girdiğini işaret etti. Felek’ten sonra birçok arkadaşlar, sinema yazıları yazmaya başladılar. Fakat çoğumuz sadece filmlerin hülasalarını yazmakla iktifa ettik. Hoş bunları da biz yazmıyorduk ya. Sinemacılar el ilanları için hazırladıkları hülasalardan birer kopye verirler ve bunlar ekseriyetle aynen gazete sütunlarına geçirilir, altına:
Artistler fena değil.
Her zamanki gibi zarif.
gibi klişe cümleler ilave edilirdi. Bu usul da eskidi. Hiç yorulmadan iş görmek için bu sefer Avrupa mecmualarına hücum başladı. Öyle zaman oldu ki ayrı ayrı iki gazete aynı resmi bastılar ve ayrı ayrı izahat verdiler. Sonra bu tarzda yazılar sanki karie olandan bitenden malumat vardi:
MGM stüdyonlarında Sjöstrom tarafından yepyeni bir tarzda bir film yapılmaya başlanmıştır.
Bazı resimler gördük ki, manası yoktu ve atında şu cümle vardı:
…nin en son eserinden bir sahne.
veyahut bir filmin resminin altına şu cümle konulmuştu:
Bugün cemre yere düştü…”
1929’da Sabiha Zekeriye Sertel’in yayınladığı haftalık “Sinema Gazetesi” çıkıyor, dergide imzasız eleştiri yazıları da yer alıyor.
1930-50 döneminde sinema eleştirisi – ve sinema yayınları – yavaş yavaş önem kazanmaya, bir sürekliliğe kavuşmaya başlıyor. 1930’da Fikret Adil “Vakit” gazetesinde film eleştirisi yazıyor:
“Gece Bizimdir – Elhamra
Birkaç hafta evvel de bahsetmiştik; film sahipleri, film isimlerini değiştirmekte, kendi akıllarınca filme ticari bir isim takmakta inat ve sebat ediyorlar. Neden? Niçin? Elhamra’da oynayan ‘La Nuit est a Nous’, ‘Aşk Geceleri’ gibi yayvan Mahmut Paşa ağzı ile söylenmiş bir serlehaya nail olmuş. ‘Gece Bizimdir’ cümlesinin ufuklarımızda açtığı yeni ufuklara nispeten ‘Aşk Geceleri’, Kampiyon mallar mertebesinde sönük kalıyor. Pek yakında Majikte oynayacak olan mükemmel bir film vardır ki, Fransızca ismi ‘Solitude’, İngilizcesi ‘Lonesone’dir. Bu filme pekala ve Türkçe olarak ‘Yalnızlık’ ismini verebilirdik. Hayır, öyle yapmadık, ‘Hicran’ ismini koyduk. Tıpkı – bilmem hatırlar mısınız? – Tigresse Royale isminde bir film oynamıştı. Harbte zannedersem. Bu filme ‘Malikane Kaplanı’ denmişti. Elan bu Malikane kelimesini hatırladıkça tüylerim ürperir, dövecek bir adam ararım.
‘Gece Bizimdir’, hepimizin sesli filmin manasını anlamak için görmemiz elzem olan bir eser.
Fransızların meşhur tabiriyle, burada, noktaları yerine koymak lazımdır. ‘Gece Bizimdir’ filmi Kistemekers’in piyesi ve eseri, mükalemeleri bizzat müellif tarafından yapılmış, Henry Roussel’in rejisörlüğü ile çevrilmiş Fransızca ve Fransız bir filmdir.” (2)
Turan Aziz Beler, Hikmet Feridun Es, Adnan Fuat Aral ile Hollywood’a dair dizi yazılar yaygın bir moda yaratıyor. 1931-35 yılları arasında yayımlanan “Holivut” dergisi ise dönemin sinema çevresini ilginç bir şekilde yansıtıyor. “Sinema Objektifi” dergisinde de Cihat Kentmen sürekli olarak eleştiri yazıyor.
Henüz gerçek bir eleştiri anlayışından, eleştirel bir oluşumdan sözetmek olanaksız gibi, eleştiri sanki çok kişisel bir uğraş ya da “görüş beyanı” tarzında bir yazıdır. Örneğin Hasan Ali Yücel, rahatlıkla, Nazım Hikmet Ran’ın “Güneşe Doğru” filmini eleştiriyor, magazinlerde ise “eleştiri” Fikret Adil’in sözünü ettiği normlara uyularak yazılıyor.
“İkı Yüzlü Adam: Paramount Amerika şubesinin vücuda getirdiği bu filmi size tavsiye edecek değilim. Sade tek bir cümle ile eleştirimi bitirmek istiyorum. Asıl sanatı ve sinemayı bu filmde anlayacaksınız.” (3)
“Dıle Düşmüş Kadin – Artıstık’te
‘Dile Düşmüş Kadın’ Fransız temaşa muharrirlerinden Louis Verneuil’in eserinden iktibas olunmuştur. Bir müddet için sinemadan çekilip mevcudiyetini sahneye haşretmek isteyen Maddy Christian’ın en son filmidir…
Maddy Christian Vera’yı hakkı ile temsil ediyor. Hans Stüwe marazi, muzdarip genç adam rolünü iyi oynuyor. Diğer artistler Söke Cakal, Kral Goetz, Otto Walburg’ta vazifelerini iyi kavramışlardır. Viktor Jansen de rejiyi güzel idare etmiştir.” (4)
“Sarayda: Kivircik Baş
Saray ‘Kıvırcık Baş’ isimli Shirley Temple’in yeni ve en güzel filmini takdim ediyor. Bu filmde bu küçük sanatkar fevkalade bir muvaffakiyetli oyun gösterdiği gibi eser her cihetten caziptir. Aşk, gülmek, tatlı maceralar bu güzel filmin mevzuunu teşkil ediyor. Çok iyi oynayan Shirley Temple bu filmde şarkı söylüyor, dansediyor, gülüyor ve güldürüyor. Birçok muvaffakiyetini gördüğümüz John Boles bu eserde de iyi oynuyor. Partöneri güzel Rochelle Hudson’dur. Rochelle hem iyi oynuyor hem de çok güzel bir kadındır.” (5)
1941’de “Tasvir-i Efkar”da film eleştirmeye başlayan Sezai Sodelli dönemin eleştiri anlayışını şu şekilde anlatıyor: “Tasvir-i Efkar gazetesinden sadece eleştirme yapma teklifini alınca çok sevindim. Üstelik bu iş için o zamanın parası ile önemli sayılan ayda 40 Lira gibi bir ücret de vereceklerdi. ‘Yıldız’daki görevimi bırakmamak şartı ile kabul ettim. Her öğleden sonra iki, üç filme gitmek üzere izin alıyordum. Ben sinemadan çıkar çıkmaz doğru Galatasaray postahanesine koşuyordum. Film eleştirilerinin baskıya yetişebilmesi için telefonla yapıyordum. Elimdeki kağıda önceden yazmış olduğum başlıkların karşısını altı dakikada doldurup okurdum. Makaleyi telefonda her zaman yazdırıp Aksaray’a giden son tramvaya güç yetişiyordum. Haftanın Filmleri başlığı altında yazdığım ilk eleştirilerden biri Ha-Ka Film’in Elhamra sinemasında oynayan ‘Kıvırcık Paşa’ adlı filmi idi. Bir kaç gün sonra Halil Kamil filmin prodüktörü ile stüdyoda karşılaştık. Sen kim oluyorsun da benim filmimi tenkit ediyorsun, dedi.
1945 yılında Yıldız dergisinin Yazı işleri Müdürü oldum. Bu defa aynı lüzumu ben duydum. Kadroda Rakım Çalapala adında hukuk mezunu bir genç vardı. Ama, Medrese kültürü ile yetişmişti. Dış kültürü zayıftı. Git yerli filmleri gör, hafif bir şekilde tenkit et, dedim. Yaptı.
Aynı yıl Cemil Cahit’in çıkardığı Sine-Magazin dergisinde Mahmut Özön adında bir başka film tenkitçisi daha vardı. Önceleri çok meraklı bir sinema seyircisi idi, İngilizceyi bile sinemadan öğrenmişti. Tenkitçiliği uzun sürmedi. Ben kendim fırsat düştükçe Lüks Koltuktaki Adam, Görünmeyen Adam adları ile tenkit yazmaya devam edip bunu on yıl öncesine kadar getirmiştim.” (6)
“Yıldız” dergisinin tarzına 1951’de, sansür kurulunda görevli olan, Vehbi Belgil de katılıyor.
Gerçek sinema eleştirisine giriş 1950’lerin başında oluyor; Nijat Özön’ün, “Vatan”da Tunç Yalman’ın, çeşitli dergilerde Atilla İlhan’ın yazıları ile. Eleştirideki “kalkınma” böylece başlıyor ve hızla gelişiyor. 1952’de Orhan Kemal “İstanbul Ekspres”te Türk sinemasının kalkınmasını konu edinen bir soruşturmayı yayınlıyor. Aynı yıl Atilla İlhan ve Burhan Arpad “Vatan”da yazmaya başlıyorlar. En önemlisi sinema eleştirisi sanat dergilerinde kendine bir yer buluyor: Atilla İlhan ve Turhan Doyran “Kaynak”ta, Nijat Özön (Nijat Özer takma adıyla) “Yeryüzü”, “Beraber” ve “Kervan”da yazıyorlar.
1952 yılının başka bir olayı Lütfü Akad, Aydın Arakon, Orhan Arıburnu, Burhan Arpad, Fikret Arıt, Hüsamettin Bozok ve Hıfzı Topuz’un “Teşekkül halinde bulunan Türk Film Sanayi ile Türk Basını arasında bu gün mevcut olmayan işbirliğini tesis ve inkişaf için her türlü gayretler sarfetmek” (7) amacını da kapsayan “Türk Film Dostları Derneği”ni kurmaları oluyor.
TFDD, sinema klübü tarzında gösteriler düzenlemek ve Türk sinemasının sorunları ile ilgili bir rapor hazırlamaktan başka 1953, 1954 ve 1955 yıllarında eleştirmen/yazar/sinema ilişkilerinin somut bir örneği olarak düşünülen üç “Türk Film Festivali”ni de düzenledi.
Yıldan yıla sinema yazarlığı ve eleştiri ağırlık kazanmaya başlıyor; gerek dergilerde gerekse, ve en önemlisi, gündelik basında: “Dünya” Semih Tuğrul ve Metin Erksan’ın, “Vatan” Atilla İlhan, Tunç Yalman, Burhan Arpad ve (1954’ten sonra) Oktay Akbal’ın yazılarına yer veriyorlar.
“Bugün Türk prodüktörlerinin sayısının 40-50’yi bulduğu söylenebiliyor” diye yazıyor Burhan Arpad. “Bir mevsimde 40-50 Türk filminin çevrildiği de bir vakiadır. Türk filmciliği bugün için kendisini cemiyet olarak kabul ettirmiştir. Prodüktörlerimiz Türk filmciliğinin keyfiyet bakımından da bir varlık olması icap ettiğini kavradıkları gün kazancımız tam ve hakiki olacaktır.” (8)
1953’te “Yıldız” dergisinde, Vehbi Belgil’den sonra, Tuncan Okan ve Dinger Sümer yazmaya başlıyorlar; bir yıl sonra ise siyasal dergiler de sayfalarını film eleştirilerine açıyorlar. Yine de magazin dergilerinde eleştiri anlayışı 1940’ların “tanıtıcı” ve “duygusal” çizgisinden ayrılmıyor.
“Derin bir aşk, ızdırap ve aile faciasının, beyaz perdeye aksettirilmiş harikulade bir hikayesini canlandıran bu film Fransa’da gösterilirken en katı yürekli seyirciler bile göz yaşlarını tutamamış, sinemaların gişeleri sıra sıra halkla dolup taşmıştır. Bizde de göz yaşlarıyla sinemadan ayrılanlar bu fevkalade filmi tekrar tekrar görmek için Taksim sinemalarının önünde beklemektedirler.” (9)
veya;
“Heyecan vermekle beraber yer yer can da sıkan zayıf bir film, lüzumsuz yere uzatılmış sahneler var. David Wayne bu role hiç uygun gitmemiş. Bela Ludosi veya Edward G. Robinson tipinde biri oynasa idi daha güzel olurdu.” (10)
Sinema yazarı/aydın/sinema çevresi ilişkileri, 1952’de Türk Film Dostları Derneği’nin kuruluşu ile olumlu bir noktaya vardıktan sonra, 1955’te çatışmaya dönüşüyor.
1955’te TFDD’nin yayınladığı “Türk Filmciliği ve kalkınması için halli gereken meseleler” hakkındaki rapor günlük basında olumsuz tepkilere yol açıyor; özellikle ithal filmlerinin yüzde on ölçüsünde tahdit teklifi eleştiriliyor. “Cumhuriyet”te Doğan Nadi, “Dünya”da Falih Rıfkı Atay, Bedii Faik ve Adnan Benk, “Akşam”da Refik Halit teklife karşı çıkıyorlar. Semih Tuğrul ise sorunu şu şekilde ortaya koyuyor:
“Ben, 1948’den bu yana çevrilmiş 200’e yakın Türk filminin en aşağı 150 tanesini sabırla, ümitle seyretmiş bir kimse olarak şunu açıkça iddia ediyorum ki, umumiyetle senaryoların çok kötü oluşu hariç, Türk filmlerinde teknik bakımdan elle tutulur ilerlemeler vardır. Bunu anlamamak için insanın hiç Türk filmi seyretmemiş olması veyahut (Kovadis)leri, (Zincirli Köle)leri beğenecek kadar sinema zevkinin körleşmesi icabeder.
Son olarak şunu da açıklayalım: Genç Türk rejisörleri arasında mesleğin bütün imkanlarını kavramış elemanlar, mükemmel kamera operatörleri, sayıları az dahi olsa mevcuttur. Adnan Benk geçen yıl Fransa’da çevrilen 90 filmin ancak birkaç tanesinin kaliteli olduğunu, ama ötekilere de sinema piyasasının muhtaç bulunduğunu söylüyor. Peki, bu gerçeği neden Türk filmciliği için kabul etmiyoruz? Bu memlekette 50 film çevrildiğine göre biz bunların içinden üç dört tanesini beğenirsek Türk filmciliğinin geleceğine emniyetle bakabiliriz. Yoksa, bir idealistliğin bu konuda yeri yoktur.” (11)
Artık ve 1949/50’den başlamak üzere (Melih Başar “Ulus”ta, 1951’de Vehbi Belgil “Vatan”da) gündeliklerde (Vatan, Dünya, Yeni Sabah, Ulus, Milliyet), sanat dergilerinde (Pazar Postası, Yeditepe), siyasal dergilerde (“Akis”de, 1956’da ilkin Halit Refiğ sonradan Halit Refiğ/Nijat Özön ikilisi) sinema yazıları ve eleştirileri sürekli olarak yayınlanıyor. 1956’nın Mart ayında Nijat Özön ve Halit Refiğ ilk ciddi sinema dergisini, “Sinema”yı yayınlıyorlar ve Halit Refiğ “Akis”te bir çağrıda bulunuyor:
“…Türk filmciliğinin kurtarılmasını, Türk seyircisinin daha iyi filmler görmesini istiyorlarsa, başta Semih Tuğrul ve Adnan Ufuk (Nijat Özön) olmak üzere bütün film tenkitçileri ve sinema yazarlarına ağır görevler düşmektedir. Çocukluktan kalma mahalle arkadaşlığı kompleksleri, gruplaşmalar, boş gururlar bırakılmalı, Türk sineması ve seyircisinin hayrı için birleşmeli ve birlikte savaşmalıdır. Milli sinema davası uğrunda şimdiden gelecek mevsimde kullanılması gereken ağız kararlanmalıdır. 1956-57 mevsimi elden kaçmıştır. Fakat bu mevsimde yapılacak tesirli bir savaş 1957-58 için netice verebilir.” (12)
Savaş, bir yıl sonra, Şakir Sırmalı’nın “Kamelyalı Kadın” filmi yüzünden kopuyor: “Kamelyalı Kadın’ tartışması, filmde mantık dışı yer değiştirmeler, apayrı yerlerin yanyann getirilmesi başta olmak üzere tam bir kaosun hüküm sürdüğünü belirten eleştirmecilere, filmin yapımcı ve rejisörü Şakir Sırmalı’nın tuhaf bir direnmeyle, filmindeki acayiplikleri savunmasından doğdu.” (13)
Eleştirmenlerin birleşmesi, eleştirilerin etkin olması, adeta her gazete ve dergide bir sinema yazarının, bir eleştirmenin bulunması (“Milliyet” ve “Kim”de Tuncan Okan, “Tercüman”da Semih Tuğrul, “Akşam” ve “Akis”de Halit Refiğ, “Yeni Sabah”ta Çetin Özkırım, “Vatan”da Salah Birsel ve Ali Gevgili, “Ulus”, “Akis” ve “Dost”ta Nijat Özön, “Pazar Postası”nda Tarık Dursun Kakınç vb.) yazar/sinemacı ilişkilerini etkilediği gibi bir eleştirmen/sinema sanatçısı yakınlaşmasına, giderek bir işbirliği olanağına yol açıyor. 1958’de Halit Refiğ’in, örneğin, toplantılar düzenleniyor: “Bu toplantılara katılanlar arasında Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Menduh Ün, Osman Seden gibi rejisörler Semih Tuğrul, Tuncan Okan gibi yazarlar, Erdoğan Tokatlı, Alp Zeki Heper, Cengiz Tacer, Baykan Sezer gibi Galatasaray Lisesi sinema klubü üyeleri vardı. ‘Kumpanya’, ‘Dokuz Dağın Efesi’, ‘Beraber Ölelim’, ‘Üç Arkadaş’ üzerinde tartışılan filmlerin başlıcalarıydı.” (14)
Bu ara yeni sinema dergileri çıkıyor. Ankara Sinema Tiyatro Derneği’nin “Sinema-Tiyatro”su (1959), Çetin Özkırım’ın “Sinema 59”u (1959), Ali Gevgili ve Tarık Dursun Kakınç’ın “Yeni Sinema”sı (1960) ve “Si-Sa” gibi.
Özkırım dergisini şu şekilde açıklıyor: “Filmciliğimiz kalkınamıyor diyenler yanılıyorlar. Kalkınamayan filmciliğimiz değil sinema sanatımızdır. Filmciliğimiz az da olsa bir ilerleme göstermektedir. Okulsuz ve öğretmensiz olmalarına rağmen, fotğraf, laboratuvar, montaj konularında bugün için gerek olanı karşılayacak duruma geldik. Bunların yeter olduğunu söyleyecek değiliz. Filmcilerimiz bunlardan yakınmakta haklıdırlar. Ama asıl bilemedikleri, bilmek istemedikleri, bilmekte çekindikleri şey, kendi yetersizlikleridir. Eğer bugün yakındıkları ilkellikten kurtulmak, başarılı filmler elde etmek istiyorlarsa gerçek sinemanın doğmasına yardım etmeleri, bunun mücadelesini yapmaları gerekir.” (15)
1958’de başlayan yazar/sinemacı yakınlaşması bir yıl sonra somut bir işbirliğine dönüşüyor: Atilla İlhan ve Lütfü Akad, “Yalnızlar Rıhtımı”na, Tarık Dursun Kakınç ve Osman Seden “Düşman Yollar Kesti”ye, Halit Refiğ ve Atıf Yılmaz “Karaoğlanın Kara Sevdası”na çalışıyorlar.
Nedir ki, yakınlaşma ve işbirliği kısa süreli oluyor; sinemaya geçenler, geçmekte olanlar ile yazarlıkta kalanlar arasında “anlaşmamazlık”lar ortaya çıkıyor ve 1959’un Mayıs ayında, TSSD’nin katkısıyla düzenlenen “Gazeteciler Cemiyeti Türk Film Festivali”nde çıkan görüş ayrılıkları yüzünden “artık sinemacılar, sinema yazarlarına karşı eskisi kadar inanç, saygı ve yakınlık beslemiyorlardı.” (16)
1950’lerin son yıllarında dikkati çeken sinema yazarlarının “gövde gösterisi” 1960’ların başlangıçlarında da sürüyor. 1960-63 yılları arasında; Ali Gevgili (Vatan, Yeni Sinema), A. Metin Ömer (Havadis), Dinçer Güner (Milliyet), Çetin A. Özkırım (Yeni Sabah), Cüneyt Şeref (Tercüman), Giovanni Scognamillo (Akşam), Tarık Dursun Kakınç (Akis, Varlık, Yeni Sinema), Nijat Özön (Türk Dili), Selmi Andak (Cumhuriyet), Adnan Fuat Aral (Son Posta), Erdem Buri (Tanin), Semih Tuğrul (Kim, Tercüman, Hareket), Sezer Tansuğ (Sözcü), Baykan Sezer (Akşam), Erdoğan Tokatlı (Akşam, Pazar Postası, Yıldız/1962’de Kadri Yurdatap’ın yayınladığı), Hayri Caner (Spor), Salah Birsel (Yeni Sabah, Vatan) eleştiri ve yazılarını sürdürüyorlar.
Eleştirinin, kısa süre içinde, bu denli yaygın bir hal alması, belirli bir etkinlik kazanması zaman zaman eleştirinin, yorum ve değerlendirmelerinin eleştirisine de yol açıyor:
“Sinema eleştirmecilerimizin garip bir tutkusu var; son bir iki yıldır ısrarla o yılın sinemasına uygun buldukları herhangi bir rejisörü kahraman yapma çabasını güdüyorlar. Elbirliği edildiğinde bunda bayağı başarı da sağlıyorlar. Bir de bakıyorsunuz, kendi halinde bir rejisörümüzü almışlar övgü üstüne övgüyle ayağını yerden kesmişler… Kahraman yaratmanın bütün kötülüğü sonunda yine kendi sinemamıza dokunuyor.” (17)
Veya, hedef olan, sinema yazarlığı ve sorumlulukları oluyor:
“Türk sinemasında serüvenin sonuna geliyoruz. Bakınız, ortalık nasıl da duruldu. Kimseden ses soluk çıkmıyor. İki yıl bir hızla, gürültü patırtıyla bazı şeyler oldu. Bunda sinema yazarının günahını saklayacak değiliz. Tümümüz de yanıldık. Sinema adamlarımızın söyleyip söyleyecekleri bir tek şey varmış. Onu da söylediler. Şimdi yineleyip duruyorlar o dediklerini. İnanınız, çoğunun adını duymak bile tiksindiriyor beni. Bir sinemaya ancak bu denli olumsuz, böylesine asalak kişiler üşüşebilir yeryüzünde.” (18)
Bir günah çıkarma ve (aşırı) duygusal bir düş kırıklığı oysa, öte yandan; “Yılanların Öcü’, ‘Otobüs Yolcuları’, ‘Allah Cezanı Versin Osman Bey’, ‘Avare Mustafa’, ‘İki Aşk Arasında’ önemli filmlerdir. Dil sorunu da bu filmlerin koyduğu gibi halledilmiş durumdadır. Konu bakımından da aşılan bir şey var. Daha cüretli olarak bir çıkış vardır. Kendi çapımızda başarılı bir yıl kabul ediyorum.” (19)
Ya da, daha soğuk kanlı bir yaklaşımla; “Resmin her çeşitleri yasaklanmış, edebiyat ve müziği saray ve çevresindeki dalkavukluk için kullanılmış bir iklimde de Sica, Cacoyannis veya Satyajit Ray’ı beklemede ne hakkımız var?
Türk sinemasının bugünkü durumundan kurtulup bir düzlüğe ulaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik sosyal çıkmazdan kurtulmasına bağlıdır. Bunun dışında da bir şeyler günün birinde olabilir demek için mucizeye inanmak gerekiyor. Ben mucizeye inanmam.” (20)
Kuşkusuz, o dönem ve her dönem için, suç ve yanlış olan hem de Sica’ları beklemek hem de “mucize”lere inanmamaktır.
Bir de bir “neden”: “Ülkemizde sinema eleştirmecisi ile sinema kişisi bağı başka ülkelerinkinin tersine sert ve kırıcıdır. Her iki yan da birbirlerinden hoşlanmamakta ve davranışlarını da ona göre düzenlemektedir. Sorun tarafsız olarak ele alınıp üzerinde düşünülecek olursa hak kefesi eleştiricilerden yana ağır basar. Türk sineması içinden çıkılmaz bir keşmekeşe yuvarlanmış, güçsüz eleştirmeci, bu kayıp koyvermenin önüne boşuna seti çekmeye çalışmıştır. Sonuç, başarılı olmamıştır elbette.” (21)
Bir yıl sonra ve son kez toplu halde olarak, sinema yazarları ve sinema adamları bir araya geliyorlar; kendi olumlu, sonucu olumsuz bir deney için. Böylece “kaliteye prim” ve Milli Sinema Merkezi tasarılarını ele alan toplantılarda Lütfi Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Ertem Göreç, Vedat Türkali, Semih Tuğrul, Tuncan Okan ve Rekin Teksoy bir araya geliyorlar.
“Türk sinemasının çeşitli müşküllerine bir çözüm yolu bulabilmek amacıyla bir süreden beri çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye Sinema İşçileri Sendikası yöneticilerinin, rejisörlerin, senaryo yazarlarının, sinema eleştirmecilerinin katıldıkları bu toplantılarda Türk sinemasının içinde bulunduğu şartlar incelenmekte, son yıllarda başgösteren duraklamayı olumlu bir atılışa çevirebilmenin yolları araştırılmaktadır.” (22)
Olayı bir de toplantıları düzenleyen Halit Refiğ’den ayrıntıları ile izleyelim: “… Lütfi Akad ve Metin Erksan ile Hacı Salih lokantasında… düşünürken iyi filmlere sağlanacak bazı mali desteklerin bu çeşit film yapımını teşvik edeceği esasında anlaştık. Türk sinemasının ilerlemesini isteyen sinema aydınları ile bu konuda işbirliğinin de faydasına inandık. Böylece bizim evde üç dört hafta sürecek ‘Kaliteye Prim’ toplantılarına giriştik… Semih Tuğrul toplantıya bir (Türkiye Milli Sinema Merkezi) kanun tasarısı ile geldi. Çok titizlikle hazırlanmış bir tasarı olmakla birlikte, Türk sinemasının özellikleri ve günün gerçekleri ile bağdaşması biraz zor olduğundan, sinemacılar grubunun pek fazla ilgisini çekmedi… ‘Kaliteye Prim’ toplantılarında iyi filmin ne olduğu, nasıl ve kimin tarafından seçileceği konusunda fikirler öylesine çatıştı ki, sonunda yabancı filmin iyisi de korunmalı mı korunmamalı mı bahsi de araya karışınca iş büsbütün çığrından çıktı.” (23)
Sinema yazarı/sinemacı arasındaki dağılma, “piyasa” taraftarı magazin dergilerinde saldırıya kadar varıyor: “En ileri devrede bile Türkiye’de sinematografik anlamda bir eleştirme yazısı yazılmamış hele bir Türk filmi için değil böyle bir yazı, yabancı filmlere yapılan gereksiz notlamaların yüzde biri bile esirgenmiştir… Bu bilgiç (?) kişiler (vay canına bu film için boş yıldız vermiş, ne kadar da sinema biliyor, hiç bir filmi beğenmiyor) diye sözlerle önemli sinema eleştirmecisi (?) olmuşlardır. Fakat kısa zamanda maskeler aşağı düşmüş, yazılanların kendi fikirleri olmadıkları çok çabuk anlaşılmıştır… Yakın bir gelecekte, dünyanın hiç bir yerinde mevcut olmayan bu tür yazılara son verilmesi de beklenebilir. Çoğu iyi niyetten yoksun olan bu kişilerin durmadan gelişme çağında olan Türk sinemasına yüklenmelerini ve çalışmaları baltalamalarını bu sütunlarda protesto ederken…” (24)
Ve 9-16 Kasım 1964 tarihleri arasında yer alan “Birinci Türk Sinema Şurası”nda, sinemacıların açılış oturumunda şurayı terketmeleri ile, sinema yazarı/sinemacı arasındaki son bağlar kopuyor.
“… Birinci Türk Sinema Şurası engellenmek istenildi. Neden mi? Nedenleri şuraya katılanlar ve şurayı terkedenler pek iyi bilirler. Nedenler meydanda, nedenler her geçen gün memleketimizin perdelerinde sırıtmakta, nedenler sanayi ismi, ticaret ismi altında çevrilen oyunlarda, nedenler tenkitlerden hoşlanmayan, gerçekleri kabul etmemek için demagojiye, laf ebeliğine sığınan kişilerin davranışlarında.” (25)
Prodüktörler Cemiyeti, Sine-İş Sendikası, Rejisörler Birliği ve Film Stüdyo Sahiplerinin şuraya verdikleri ve Turizm ve Tanıtma Bakanı tarafından reddedilen, takrirde; “Sayıca çoğunlukta olan meslek dışı delegelerin oylamalara katılmamalarını ve gündemin birinci maddesi olarak Türk filmciliğinin tarihi gelişiminin incelenmesini… istenmekteydi.” (26)
Bu arar “meslek dışı” olarak nitelenen delegeler arasında Alim Şerif Onaran, Rekin Teksoy, Sezai Solelli (Sansür Komisyonu), Yaşar Kemal, Nijat Özön, Tuncan Okan, Selmi Andak, Giovanni Scognamillo (Ekonomik Meseleler Komisyonu) yer almaktaydılar.
Çatışmanın bir yönü şu şekilde de yorumlanabiliyordu: “Film üzerine yazanlar, Türk filmlerini burjuva ölçüleri ile değerlendirmeye çalışıyorlar. Film yapanlar ise halk ile doğrudan doğruya temastan dolayı, bu ölçülerin yanlışlığını sezdiklerinden kendi içgüdüleri ile yazılanları kulak arkasına atarak halka ulaşmak için kestirme yolu bulmaya çalışıyorlar. Sinemamızda entelektüel olmayan rejisörlerin, entelektüel geçinen rejisörlerden zaman zaman daha başarılı sonuçlara varmasının da sebebi budur.” (27)
1965’in Ocak ayında yayın hayatına giren “Sinema 65” salt Türk sinemasından sözetmek olan olumlu gayesine karşın bir yıllık hayatında – ve bu süre içinde oluşturmaya çalıştığı yazar/sinemacı sentezine – uzlaşmalı bir deney olmaktan öteye gidemiyor. Dergide, bu süre içinde, Nijat Özön, Tarık Dursun Kakınç, Tanju Akerson, Coşkun Şensoy, Giovanni Scognamillo, Agah Özgüç, Selim Sabit Pülten, Yılmaz Kuzgun, Alim Şerif Onaran, Hayri Caner, Erhan Etiker vb. gibi sinema yazarları ile Halit Refiğ, Metin Erksan, Yılmaz Güney, Feyzi Tuna, Orhan Elmas, Cünyet Arkın, İlhan Engin, Duygu Sağıroğlu, Tunç Okan gibi sinemacılar yazıyorlar.
Nedir ki: “Sinema 65, bir süre için sadece Türk sineması ile yakından ilgilenmekteki gayesi müşterek bir ölçüye varmak, bu ölçüyü tayin etmek, bu ölçünün ışığı altında sinemamızın davalarına eğilmek, yapıtlarını, kişilerini incelemekti.
Şu var ki, giriştiğimiz denemenin sonucu da bunu açıklamış bulundu, bu tarz bir ideali destekleyeck ortam henüz hazır değildi. Özellikle Türk sinema piyasası, bu piyasanın çoğu kişileri, bu tarz bir ‘konuşma’nın, bu çeşit bir tutumun, bu nitelikteki bir çabanın gerekliliğine, hatta  zorunluğuna inanmadılar, gayemizi önemsemediler.” (28)
“Sinema 65”in önerdiği ve aradığı ölçü yerine taraflar arası kuramsal kavramlar çatışmaya başlıyor, derginin yazarları arasında bile: “1956’nın sinemacı tutumu üstelik bugün daha yaygın, daha umursamaz, hatta zaman zaman küstahlığa varan bir kılıkla hortlamıştır. Eski ‘alaylı’lara katılan ‘mürekkep yalamış’lar işe bir de uydurma ‘kuramlar’, ‘ideoloji’ özentileri, tehlikeli demagojiler kattıklarından, 1956 anlayışı şimdi tehlikeli bir kılığa da bürünmektedir. Bundan dolayı yerli sinema karşısındaki tutumu 1956’dakinden de sert, acımasız, saldırgan olması, yanlış adımları çekinmeden, aralıksız ortaya koyması, film adı altında seyircinin önüne sürülen maskarılıklarla uğraşması, kısaca ve moda bir deyimle (vurucu) bir eleştiriye başvurması gerekmektedir.” (29)
1965’in Haziran ayında kurulan “Sinematek Derneği”nin yayın organı “Yeni Sinema”nın Mart 1966’da yayınlanması, dergide eski/yeni sinema yazarı/eleştirmenlerden oluşan bir kadronun faaliyete geçmesine karşın, eleştirmen/sinemacı çatışmasının hızlaştığı bir dönemde sinema eleştirisi, dergilerde bile, geriliyor, magazinleşiyor. Ve bir kez daha eleştiri yöntemleri, eleştirmenler tarafından eleştiriliyor.
“Sinema eleştirmeciliği tıpkı bir atom kulübü gibi kapalı bir çevrenin aralarındaki dertleşmeleri oluyor. Bombasını atan, önemli sırları paylaştığını ispat edebilen giriyor kulübe. Kulüple dışarıdaki seyirci arasındaki duvar önce dil ayrılığı. Filmlerdeki ‘travelling’lerden, ‘pan’lardan, ‘montaj’dan başlanıyor söz edilmeye. Bütün bunlar çevreden arkadaşların karşılıklı göz kırpışmaları.” (30)
Ve de: “Sinema konusunda bugüne dek yapılan eleştirmelerin bütünüyle başarılı olduğu söylenemez. Sorular çoğu kez köklü araştırma ve eleştirme çabalarının dışında, gazetelerin sinema sayfalarının sınırlı koşullarına bağlı özel değerlerini birkaç kolay kavramın yardımıyla ve çoğu kez gelişi güzel açıklayarak yürütülen bu eleştirme geleneği mutlaka değiştirilmelidir.” (31)
Eleştirmen/sinemacı çatışması bir yana – ya da bu çatışma yüzünden – “gelenekler”de bir revizyon zorunlu olarak düşünülmeye başlanıyor. Öyle ki, sonuçta, ve bu kez bir “kuşak” sorununa değinerek: “Kesinlikle söyleyebiliriz ki, önümüzdeki yıllar Türk sinema eleştirisi için yeni bir dönem başlangıcı olacak, genç kuşak eleştiricileri mutlaka ulusal film yaratma yolunu genç yönetmenlere açmağa başaracaklardır.” (32)
1960’ların ikinci yarısında sinema eleştirisi bir çeşit “ölü nokta”ya ya da bir “sağır-dilsiz” diyaloğuna ulaşıyor, üstelik etkinliğini de yitirmeye başlıyor. 1967’de, Tanju Akerson (Tercüman), Selmi Andak ve Atilla Dorsay (Cumhuriyet), Zahir Güvenli (Yeni Gazete), Ali Gevgili (Yeni Dergi), Tuncan Okan (Milliyet), Mete Postacıoğlu (Dünya), Coşkun Şensoy (Ses), Sezer Tansuğ (ABC), Onat Kutlar, Sungu Çapan, Jak Şalom, Giovanni Scognamillo (Yeni Sinema) yazılarını sürdürüyorlar.
“…İki sütunluk bir eleştiri yazmanın kolaylığına sırt çevirip incelemeler, derlemeler yapan eleştiricinin yürekliliği elbette takdir edilecektir ama gitgide dozunu artıran ilmi yazılar, filmi bir yana bırakıp yönetmenin geçmişini anlatan eleştiriler sade okuru eleştiriden koparmıştır.” diyor Erman Şener. “Eleştirinin Türkiye’deki susuşuna sebep sadece bu değildir tabii. Film getiricilerinin baskısı da önemli bir etken olmuştur. Bu işi para için yapmayan eleştiriciyi küstürecek birçok olay çıkmıştır ortaya. Ve öyle bir noktaya gelinmiştir ki eleştiri, gazetenin tirajına etkili olmayan, buna karşın gelecek ilanı bir ölçüde engelleyen bir fazlalık haline gelivermiştir.” (33)
Bu durumda sinema eleştirisi daha çok edebiyat (ve sinema) dergilerinde önemini sürdürüyor fakat gerçek işlevselliğinden ödün vererek, bir “mutlu azınlık”a seslenmek zorunda kalıyor.
1970-80’li yıllarda (1966’da “Cumhuriyet”te yazmaya başlaya ve 20 yıldır bu uğraşısını sürdüren Atilla Dorsay hariç) gündeliklerde eleştirmen adları birbirini izliyor: “Milliyet”te, sırası ile, Tuncan Okan, Erman Şener, Halit Refiğ, Burçak Evren yazıyorlar; Tanju Akerson “Akşam”da, Kami Suveren “Son Havadis”te, Burçak Evren “Yeni Ortam” sonradan “Saklambaç” ve “Güneş”te, Çetin A. Özkırım “Hürriyet” ve “Hafta Sonu”nda, Onat Kutlar ve Erkin Demir “Yenigün”de, Nezih Coş “Yenigün” ve “Aydınlık”ta, Sungu Çapan “Politika”da, Hayri Caner “Hürriyet”te, İskender Savaşır “Kurşun”da eleştirilerini yayınlıyorlar (34).
Kadro açısından asıl ağırlık dergilerde oluşuyor; her ne kadar dergilerin (sinema dergilerinin) bir kısmı sürekli eleştiriye fazla yer ayırmıyorsa da.
Dönemin en önemli sinema dergisi, hiç kuşkusuz, Sinematek Derneği’nin yayın organı olan ve 1966-70 yılları arasında 30 sayı yayınlanan “Yeni Sinema” oluyor. Eleştiri konusunda kuşaklar arası bir çeşit senteze varan “Yeni Sinema”nın eleştiri sayfalarında Tarık Kakınç, Ülkü Tamer, Sungu Çapan, Tanju Akerson, Giovanni Scognamillo, Onat Kutlar, Jak Şalom, Mustafa Irgat, Atilla Dorsay vb. bir araya geliyorlar.
1968-71 yılları arasında yayınlanan ve polemik-devrimci (13. sayısından itibaren de proleter-devrimci) bir sinema dergisi olan “Genç Sinema”da eleştiri azınlıkta ise de Mehmet Gönenç, Mustafa Irgat, Veysel Atayman ve Ahmet Soner’in eleştirilerine rastlanılıyor.
İlk sayısı 1969’un Temmuz ayında çıkan, dar olanaklara dayanan ve daha çok Türk sineması ile ilgilenen “Akademik Sinema”, magazinimsi yaklaşımına karşın (aslında derginin kurucusu Hayri Caner’in gayesi “Türk sinemasının ekonomik sorunlarıyla ilgilenen bir dergi ‘yayınlamak” idi) Nezih Coş’un eleştiri notlarına da geniş bir yer ayırıyor.
1970’lerde yayın hayatına atılan “Hey” (1974), “TV’de Yedi Gün”, “Gong”, “Telemagazin” gibi dergilerde tanıtma/eleştiri yazıları da yer almaya başlıyor. Örneğin “Hey”de Erman Şener, Turan Aksoy daha sonra Giovanni Scognamillo yazıyorlar. Yine aynı dönemdeki edebiyat dergileri arasında “Yeni Dergi” Ali Gevgili’nin değerlendirme ve yorumlarıyla dikkati çekiyor.
1970’lerin başlarındaki durumu Erman Şener şu şekilde özetliyor: “Yeni ses Ali Gevgili’nin getirdiğidir. Onun ‘Sinema Günlükleri’ eleştiriye yeni boyutlar kazandırmış, alışılmamış derinlikleriyle sinema düşüncesine katkılarda bulunmuştur. Halka en yakın eleştirici olan Tarık Kakınç da unutulmamalı bu arada. Türk sinemasında okullar gibi bakir konulara yürekle el atan Kakınç edebiyatçılığından gelen sağlam tekniği, dili kullanmadaki erişilmesi güç ustalığı, meseleleri basitinden ele almada gösterdiği başarıyla eleştirinin halka en açık penceresi olmuştur. Eleştiri öncesi döneminin en tutarlı yazarı olan Burhan Arpad mütevazi tavrıyla faydalı tutumunu günümüzde de sürdüren Çetin Özkırım, hemen hemen en etkili eleştirici olan Tuncan Okan’da bu listeye eklenebilir.” (35)
“Milliyet Sanat Dergisi”, 1972’den başlayarak, sinema yazılarına ve eleştirilere yeterli ve sürekli bir yer ayırdığından Tuncan Okan, Aydın Sayman, Erman Şener, Burçak Evren, Sungu Çapan, Ersin Pertan (Pertan 1978’de “Dünya”da daha sonra ise “Güneş”te yazılarını sürdürecektir), Vecdi Sayar, Nezih Coş, Ali Ulvi Uyanık, Yavuzer Çetinkaya vb. eleştiri yazmaya devam edebiliyorlar.
“Yeni Sinema”dan sonra en etkin ve eleştirel sinema dergisi, ilk sayısını Mart 1973’te yayınlayan ve 24 sayı süren “Yedinci Sanat” oluyor. Başta Atilla Dorsay, Nezih Coş ve Engin Ayça tarafından kurulan dergi, 1974’ün başlarında Atilla Dorsay’ın ayrılması ile, polemik ve siyasal bir yöne kayıyor.
Eleştiri yazılarına yer tanımayan “Gerçek Sinema” (1973) ve “Çağdaş Sinema” (1974) dergilerine karşın 1980’lerde yayına giren “Hürriyet Gösteri” ve “Sanat Olayı”nda Selim Durak, Oğuz Makal, Emel Ceylan Tamer, Metin Erksan ve Mehmet Polat, “Gösteri”de ise Atilla Dorsay, Burçak Evren, Rekin Teksoy, Aydın Sayman, Halit Refiğ, Sungu Çapan film eleştirileri yazıyorlardı.
Videonun yaygınlaşması ile sinema olayının, bir “home video” olarak, yeniden güncellik ve ilgi kazandığı bir dönemde (1984’de) iki ayrı sinema/video dergisi yayın hayatına giriyor: Mayis/Haziran’da çıkan “Video Sinema” ile Ekim’de ilk sayısını yayınlayan “Gelişim Sinema”. Her ikisi de, özellikle video açısından, eleştiri ağırlık kazanıyor.
“Video Sinema”da Ahmet Günlük, Fatih Özgüven, Çetin A. Özkırım, Engin Ayça, Orhan Barlas, Nezih Coş, Rekin Teksoy, Nejat Ulusay, Zeynep Avcı; “Gelişim Sinema”da ise İbrahim Altınsay, Burçak Evren, Sungu Çapan, Ali Ulvi Uyanık, Muhittin Sirer, Tuğrul Eryılmaz, Orhan Alkaya, Ali Ulvi Turan yazıyorlar.
“Sinema eleştirisi 1984’ten itibaren tekrar bir canlanma gösterdi, nedeni sinema alanındaki yeni dergilerin yayın hayatına başlamasıydı. Bu dergiler nitelik değiştirdi, artık amatörce yayınlanan dergiler değil holdinglere bağlı dergiler ortaya çıktı. Bugüne kadar eleştiri amatörce yapılıyordu, bundan böyle holdinglerin bir bölümünü oluşturan sinema dergileri sayesinde profesyonel eleştirmenler ortaya çıkabilir.” (36)
Nedir ki, holdinglere dayanan sinema dergileri, holdinglere rağmen, kimi 14 kimi de 9 sayıdan sonra yayınlarını kesmek zorunda kalıyorlar. Yine de son yıllarda, sanat/edebiyat dergileri bir yana, eleştiri gerek siyasal dergilerde (Nokta, Yankı, Akis) gerekse Türk basını için oldukça “yeni” bir tür sayılan erkek dergilerinde (Bravo, Erkekçe, Playmen, Playboy) yerleşiyor.
1980-86 yıllarını kapsayan bir panoramada ise eleştirmenlerin çalışmaları şu şekilde özetlenebiliyor:
Burçak Evren (Saklambaç, Milliyet, Görüntü, Gösteri, Gelişim Sinema, Güneş)
Aydın Sayman (Gösteri)
Turan Aksoy (Hey, Telemagazin)
Agah Özgüç (Yıldız, Kadınca)
Nezih Coş (Varlık, Nokta Gösteri, Hürriyet)
Selim Durak (Sanat Olayı)
Vecdi Sayar (Milliyet Sanat, Video Sinema)
Sungu Çapan (Milliyet Sanat, Nokta)
Muhittin Sirer (Ses)
Ersin Pertan (Güneş)
Hayri Caner (Kelebek)
Ahmet Günlük (Nokta)
Semih Yurga (Tercüman)
Hakan Sonok (Yankı)
Gül Erbil (Hayat)
Rıfat Adabay (Şey)
Sadık Mantı (Tercüman)
Orhan Barlas (Video Sinema)
Yavuzer Çetinkaya (Milliyet Sinema)
Engin Ayça (Video Sinema)
İbrahim Altınsay (Milliyet Sanat, Gelişim Sinema, Gösteri)
Fatih Özgüven (Video Sinema, Yeni Gündem)
Çetin Özkırım (Video Sinema)
Rekin Teksoy (Video Sinema)
Murat Erdil (Milliyet Sinema)
Meltem Sayar (Video Sinema)
Ali Ulvi Uyanık (Milliyet Sanat)
Erdal Çetin (Milliyet)
Yusuf Demir (Türkiye)
Coşkun Çokyiğit (Tercüman)
Nazif Tunç (Türkiye)
1986

Notlar
1. Bkz. “Türkiye’de Sinema Yazarlığı”, Sinema-Tiyatro Dergisi, Sayı 5, 15 Temmuz 1959
2. Bkz. “Türkiye’de Sinema Yazarlığı”, Sinema-Tiyatro Dergisi, Sayı 5, 15 Temmuz 1959
3. Cihat Muammer, Holivut, sayı 30, 1934, Bkz. Burçak Evren, Sine-Mizah, Eski eleştirme bölümleri, Yedinci Sanat, sayı 7, Eylül 1973
4. Cumhuriyet, 19 Kasım 1932
5. Cihat Kentmen, Haftanın Film Kritikleri, Holivut İstanbul Magazin, sayı 41, sene 7, No: 262, 18 Mart 1937
6. Bkz. Coşkun Şensoy, Tük Sinemasında Eleştirme, 1942- 1952, Yeni Sinema, sayı 8, Temmuz 1967
7. TFDD Ana Nizamnamesi, Madde 4
8. Başlangıcından Bugüne Türk Filmciliği, Vatan, 1 Haziran 1953
9. Edebi Dönüş, Perde, sayı 33, s. 4, 195 / Bkz. Burçak Evren, Sine-Mizah, Eski eleştirme bölümleri, Yedinci Sanat, sayı 7, Eylül 1973
10. Düsseldorf Canavarı / M, Joseph Losey; Vehbi Belgil, Yıldız, 14 Şubat 1953
11. Semih Tuğrul, Bir Raporun Tepkileri, Yeditepe, 6 Şubat 1955
12. Halit Refiğ, Birlikten Doğan Kuvvet, Akis, 21 Temmuz 1956
13. Nijat Özön, Türk Sinema Tarihi, s. 289
14. Halit Refiğ, Bende de Kara Sevda, Yön, 2 Haziran 1967
15. Çetin Özkırım, Türk Sineması Üstüne, Sinema 59, 1 Nisan 1959
16. Nijat Özön, Türk Sinema Tarihi, s. 289
17. Kahraman Yaratmak, Yeni Sinema, sayı 3, Aralık 1962
18. Ali Gevgili, Sinemadan Başka bir Yerde, Sine-Film, sayı 2, Ocak 1962
19. Halit Refiğ, Halit Refiğ Sinemadan Ne Anlıyor?, Ataç, sayı 2, 15 Haziran 1962
20. Burhan Arpad, Türk Sineması Çıkmazı, Dost, sayı 20, Sinema Özel Sayısı, Kasım 1962
21. Bizde Sinema Eleştirmecisi, Dost, Yeni Dizi, sayı 20, Kasım 1962
22. Sosyal Adalet, 2 Nisan 1963
23. Halit Refiğ, Ulusal Sinema Kavgası, s. 27-8
24. Yıldız – Kadri Yurdatap’ın yayınladığı Yıldız – sayı 2, 9 Ocak 1963
25. Giovanni Scognamillo, Bir Şuranın Hikayesi, 21 Kasım 1964
26. Bkz. Yücel Çakmaklı, Şura ve Ötesi, Yeni İstanbul, 22 Kasım 1964
27. Halit Refiğ, Türk Sinema Nedir – 2, Sinemamızın Kökleri, Sinema 65, sayı 2, Şubat 1965
28. Bir Dergiyi Yaşatmak, Sinema 65, sayı 11-12, Kasım-Aralık 1965
29. Nijat Özön, Vurucu Bir Eleştiri, Türk Dili, sayı 162, Mart 1965
30. Baykan Sezer, Sinemamız ve Bizler, Yeni Sınema, sayı 2, Nisan-Mayıs 1966
31. Ellinci Yıla Önsöz, Yeni Sinema, sayı 3, Ekim-Kasım 1966
32. Tanju Akerson, Türk Sinemasında Eleştiri, Yeni Sinema, sayı 3, Ekim-Kasım 1966
33. Erman Şener, Yeşilçam ve Türk Sineması, s. 158
34. Bkz. Esra Biryıldız, 1950’den Günümüze Türk Basınında Film Eleştirisi, Milliyet Sanat Dergisi, Gelişim Sinema, sayı 9, Haziran 1985
35. Erman Şener, Yeşilçam ve Türk Sineması, s. 159
36. Bkz. Esra Biryıldız, Nijat Özön ile Sinema Eleştirisi Üstüne, Milliyet Sanat Dergisi, sayı 119, 15 Mayıs 1985

(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 1. sayısında yayınlanmıştır.)