Türk Sinemasında Tartışmalar/Polemikler/Kuramlar 3: Ulusal Sinema

Giovanni Scognamillo /

Ulusal Sinema 1966-67 yıllarından itibaren bilinçli bir şekilde kullanılmaya başlanan bir kavramdır. Bu Halk Sinemasında olduğu gibi tabandan gelen bir hareket değildi. Metin Erksan, Halit Refiğ gibi rejisörler, Türk Film Arşivi gibi kurumlar tarafından teorisi yapılmış bir sinema biçimidir. “Ulusal Sinema kavramı bir yandan Halk Sinemasına, bir yandan da batı sineması hayranlığına karşı bir tepkiden doğmuştur. Bu tarz bir ulusal sinemanın gelişmesi alttan yani halktan bir destek olmadığı takdirde ancak devletin genel bir kültür siyasetine bağlıdır. Bugün Türk halkı yerli üretimden çok yabancı üretim kaynaklarına bel bağladığından; Türk ekonomisi büyük ölçüde Almanya’ya çalışmaya giden işçilere, Amerikan yardımına ve yabancı sermaye yatırımlarına dayandığından, ulusal bir sinema için ne halktan böyle bir destek, ne de devletten resmi bir teşvik ortada yoktur. Bu bakımdan ulusal sinema örnekleri Haremde Dört Kadın, Sevmek Zamanı, Kuyu ve Bir Türk’e Gönül Verdim gibi birkaç filmi pek aşmamaktadır.” (Halit Refiğ, Ulusal Sinema Kavgası, s.91-92)

Halit Refiğ’in 1970’de yazdığı bu satırlara göre o güne kadar yeni kuramın, “Ulusal Sinema”nın, az sayıdaki örnekleri kendi yönettiği Haremde Dört Kadın (ki bazı kaynaklarda toplumsal gerçekçiliğe dahil edilmektedir) ve Bir Türk’e Gönül Verdim ile Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı ve Kuyu’dan oluşuyor. Sonraki yıllarda Lütfü Akad, Atıf Yılmaz ve Duygu Sağıroğlu’nun bazı yapıtları da akımın ürettiği örneklerden sayılacaktır.

Halktan destek görmeyen, devlet tarafından teşvik edilmeyen “Ulusal Sinema” hakkında Duygu Sağıroğlu şunları yazıyordu:

“Türk sinemacısı ulusal hedefe varmak için, kendi milli kaynaklarından ve kendi halkından başka hiç bir destek bulamayacaktır. Bu yüzden hiç bir batı veya doğu düşünce estetiği kendisine yardımcı olamamaktadır. Kendi kültür ve sanat kaynaklarını araştırma ve çağı içinde değerlendirilmesine koyulurken, kendi ulusunun köklerini, ilkel denilip geçilen beğenisini arayıp bulmak, Türk Sinemasını kendi temelleri üzerine oturturken, sinemaya devrimci bir güç vermeye çalışmak zorundadır. Bütün bunları başarabilmek için sağduyulu aydınları, sanatçıları ve devleti karşısında değil yanında bulmak ihtiyacı içindedir.

Türk Sineması’nın meseleleri, Türk halkıyla birlikte, Türk Sinemasının içinde çözülmek zorunluluğunu taşımaktadır. Türk filmleri evrensel değerle örnek alındıkça doğu veya batı filmlerinin kötü kopyaları olmaktan kurtulamazlar. Evrensel değer düzeyine ulaşabilmesi için Türk sineması ulusal temellere oturmak ve bu temellerin üzerinde gelişmek zorundadır.” (Duygu Sağıroğlu, Türk Sineması Üzerine, Görüntü, sayı 2, Kasım 1968)

Sağıroğlu’nun Robert Kolej Sinema Kulübü yayın organında çıkan bu yazısı, 1966’dan beri ortada olan ve gelişen kuramın, batı kaynak ve düşüncesinin gereksizliğini vurgulamakla beraber, ilginçtir, “evrensellik” terimi de kullanılmaktadır.

Öne sürüldüğü günden bugüne dek çeşitli ve karşıt tepki ve yorumlarla karşılanan, oysa temelde geçerliliğini yitirmeyen, dönem dönem, bileşik bir şekil altında olsa dahi gündeme gelen, ilerde göreceğimiz gibi, “Milli Sinema” kuramı ile çatışan ya da onunla bir senteze varmak gayretini gösteren “Ulusal Sinema”dan gerek sinema adamları, gerekse sinema yazarları, en azından, öne sürüldüğü dönemde neler anladılar, nasıl değerlendirdiler?

Bu noktada bize en yardımcı kaynak 1968 yılında Atilla Gökboru’nun “Ant’ dergisi için hazırladığı “Ulusal Türk Sineması ve çıkış yolları” adlı soruşturmasıdır. Gökboru soruşturmasının ilk bölümüne şu açıklama ile giriyordu:

“Son yıllarda yabancı sinema yapıtlarından yararlanmayı, uyarlamadan da ileri bir çizgiye, plan plan çekmeye kadar vardıran bir kısım sinemacıların yanı sıra bir küme yönetmenler geçirdikleri evrim sonucu ‘Ulusal Türk Sineması’ kavramını ortaya attılar. Bugün bazıları ‘Ulusal Türk Sineması’ diye bir şey olamaz, bu bir düştür’ derken, Türk Film Arşivi yöneticileri bu yöndeki uğraşlarını, yayın organlarının adını ‘Ulusal Sinema’ diye değiştirecek kadar ileri götürdüler ve ulusal sinema üzerine yapılan tartışmaların çoğunluğu dost meclislerinde kaldı. Bu nedenle sinema üzerine düşünme eyleminin Türk sineması tarihinin hiç bir döneminde görülmedik biçimde yoğunlaştığı bu sırada, sinema çevresinden çeşitli kişilerin ulusal sinema üzerine olan düşüncelerini tespit edip yansıtmayı, sadece okuyucu açısından olan ilginçliği yüzünden değil, sözü edilen yoğun düşünce eylemine belki bir başka açıdan da hareket getirebileceği ümidiyle yararlı bulduk.” (Ant, Sayı 80, 9 Temmuz 1968)

Yönetmenler açısından ulusal Türk sineması neydi, bundan neler anlıyorlardı?

Lütfü Ö Akad:

“Ulusal Türk sineması halkçı bir sinema olmalıdır. Bundan halk gerçeklerinin özelliklerine dayanarak, halkın diliyle halk yararına yapılan sinemayı anlıyorum. Halkçı olduğunu iddia eden sanat ve akımların, halkın gerçeklerine dayanmadıkça ve halkın diliyle söylenmedikçe, halka varamayışının daha kötüsü, olumsuz bir tepkiyle karşılandığının acı tecrübesi bugün apaçık ortadadır… Tutulacak en olumlu yol, bütün meselelere sırça köşkünün batıya açık penceresinden bakanları bu yargılarında desteklemektir. Şu anda hiç olmazsa sinemayı kurtarmak için, çevrelerince aydın sanılanları bu sanattan uzak tutmakta fayda vardır. Türk sinemacıları ulusal sinemanın çıkar yolunun bilincindedirler.” (Ant, Sayı 85, 13 Ağustos 1968)

Atıf Yılmaz Batıbeki

“Ne güçlü devlet koruması, ne güçlü sermaye ile desteklenmemiş olan Türk sinemasının varlığını mümkün kılan ana unsur, yerli filmi yabancı filme neredeyse peşinen tercih eden bir ulusal seyirci birikimi olmuştur. Bu birikimin temelinde yatan kültürel olgu, yani yabancı filmler karşısında Türk seyircisinin gösterdiği yetinmezlik, gerçek ulusal sinemayı er geç yaratacaktır. Bağımsızlık tarihi olan her ülke gibi Türk ulusunun da zengin bir kültürel geleneği vardır. Toplumumuza has tarihsel-sosyal şartlar özelliği yansıtan bu kültür sanatların her dalında özgün örnekler vermiştir. Türk sineması bu mirasa sahip çıkarak ona toplumumuzun çağdaş gerçeğine dönük bir anlayış içinde taze ilkeler kazandıracaktır. Bu anlayışın bilincini taşıyan her Türk filmi, Ulusal Türk sinemasının ürünü sayılır.” (Ant, Sayı 83, 30 Temmuz 1968)

Ertem Eğilmez

“… Özet olarak sinema, eğlendirici ve eğitici vasıfları olan bir hikaye anlatma sanatıdır. Türk sineması, Türk hikayeleri anlatan bir sinema, ulusal Türk sineması ise, eğlendirici vasfı dışında eğitici yönüyle de Türk ulusunun dimağında faydalı etkiler sağlayan bir sinemadır.” (Ant, Sayı 84, 6 Ağustos 1968)

Metin Erksan

“Bin yıldan beri vahşi haçlı ile barbar Moğol’a karşı, son hesaplaşmalarda yenici bir savaş vermiş olan Türk insanı, bu bin yılda Türk uygarlığını yaratmıştır. Milli Türk sineması bu bin yıllık uygarlık gelişiminin uç yönlerinden biridir. Bin yılın bütün düşünce ürünleri milli Türk sinemasının temeli ve altyapısıdır. Bin yıldan beri Türk insanının oluşturduğu, geliştirdiği ve özgünlük damgasını vurduğu her yaratış milli Türk sinemasında; bilinçaltında, bilinç üstünde veya arta kalan inanlar halinde süredurmaktadır. Bunun aksini savunmak, milli Türk sinemasını yabancı sinemaların ardına takmaya yeltenmek, ancak kültür emperyalizmi ajanlarına mahsus bir davranıştır.” (Ant, Sayı 82, 23 Temmuz 1968)

Halit Refiğ

“Ulusal akımlar Türk düşünce ve sanatlarında ne kadar gelişip güçlenirse Türk sinemasını da bu yolda o kadar çok olumlu bir şekilde etkileyip besler. Türkiye’nin bugünkü tarihsel koşulları içinde ulusal sanatların gerekliliği konusunda Türk sinemacılarının bilinçlenenleri öbür sanat kollarından ve düşünce akımlarından yardım ister görsün ister görmesinler, ‘çağdaş’, ‘yeni’, ‘özgür’ vs. gibi yaftalar altında süper devletlerin sızma ve yayılma stratejisi olan ‘evrensel’ sanat akımlarına yetenekleri ve olanakları oranınca karşı koyan ulusal Türk sineması için çalışacaklardır.” (Ant, Sayı 80, 9 Temmuz 1968)

Ulusal sinema konusunda sinema yazarlarının görüşleri ise;

Onat Kutlar

“Henüz bütün eserleri ve özellikleriyle belirmemiş olan ulusal Türk sinema sanatı konusunda açık bir yargıya varmak mümkün değildir. Dar anlamda bir ulusal sinema var elbette. Ancak bu sinemanın ekonomik ve estetik açılardan yetersizliği de ortada. Ulusal sinemanın kuruluşu, büyük eserlerini verişi, Türk ve dünya kamuoyuna mal oluşu güç, karmaşık ve çatışmalı bir sürecin sonucu olacaktır. Bu eserler için şimdiden kuramsal kalıplar düşünmek yararlı değildir… Ulusal Türk Sinema Sanatı her ulusal sanat gibi özgün olacaktır. Hem tarihsel perspektifi içinde özgün ve devrimci, hem de bugünün evrensel perspektifi içinde özgün ve ulusal.Yanı kendimizin bile olsa geleneksel kalıpları eleştirecek, yerine yeni özler ve biçimler sunacak kadar devrimci, hangi amaçla olursa olsun hiç bir yabancı kültürün boyunduruğuna girmek istemeyecek kadar ulusal. Ben bu genç kuşakların ulusal, devrimci ve özgür sinemayı yaratma haklarını savunuyorum.” (Ant, Sayı 80, 9 Temmuz 1968)

Nijat Özön

“… bir Türk yönetmenin baş ödevi gerçekte ne ‘ulusal sinema’ gibi terimler ardında boşuna vakit harcamak ne de hazır yabancı kalıpları en az zahmetle aktarmak ne de iyi sindirilmemiş yabancı etkileri özentiyle, zorlamayla yansıtmak değil, içinden çıktığı toplumun yaşayışını, gerçeklerini, sorunlarını büyük bir dürüstlükle yansıtmaktır. Tabi bir de bunu yapabilmek yeteneği gerek… Bunların dışında bir ‘ulusal sinema’ kavramı insanı bir terimler karışıklığına ve çekişmesine ya da bir vakitlerin ‘milli edebiyat’ kadar kısır ve bugün yeniden okurken insanı güldüren tartışmalara yeniden götürmekten başka bir işe yaramaz. Bir ihtimal daha var, o da bir zamanlar yapıldığı gibi, bir romanın adının altına ‘milli roman’ sözünü ekleyince romanın ‘ulusallık’ kazandığına inanmak ya da başkalarını inandıracağını sanmak saflığı.” (Ant, Sayı 81, 16 Temmuz 1968)

Atilla Dorsay

“Öncelikle ‘ulusal sinema’ deyiminin ne olduğu üzerinde tartışmanın ve bu deyimin anlamını ortaya koymanın gerekli olduğu kanısındayım. Zira her şey bu iki kelimenin arkasına saklanmaya, bu iki kelimeyle mazur gösterilmeye çalışılıyor bu günlerde… Ulusal sözünü açıklamak için, o ulusun tarihindeki yerinden destek görmeye (Karagöz bir ulusal Türk göstermelik sanatıdır, minyatür bir ulusal Türk süsleme sanatıdır gibi) sinema yönünden imkan yoktur. Nasıl ki, bugün birçok Türk ressamı olduğu halde bir Türk resminin varlığı, bir Türk heykel sanatının varlığı tartışılabiliyorsa, birçok Türk filmi çekilmesine rağmen bir ulusal Türk sineması olup olmadığı da tartışma götürebilir. Ulusal bir sinema, hiç kuşku yok, o ulusun geçmişindeki kültür birikimi-ne, çeşitli özelliklerine dayanacak, bunlardan esinlenerek, etkilenerek yapılan bir sinema olacaktır. Çıkış noktası elbette o ulusun kendine özgü yaşamı, geçmişi, gelenekleri, toplumsal ve kültürel durum ve düzeyidir. Ama bu sadece çıkış noktasıdır, yarış noktası değil… Ulusal sinema, halk sineması budur sözleri ile bugünkü Türk sinemasının ulusal sinema olarak yaftalanmak istenmesi çok ucuz bir demagoji örneği olmaktan ileri gitmez. Zira bu sinema halkın cebindeki parayı çekmekten başka bir amacı olmayan, halkın yararına olmaktan son derece uzak bir sinemadır.” (Ant, Sayı 86 20 Ağustos 1968)

Ve birkaç yıldan beri çatışma halinde olan, her tartışma ve değerlendirmede karşıt saf görevini gören iki sinema kurumunun görüşleri:

Sami Şekeroğlu (Türk Film Arşivi yönetmeni)

“Kendi sorunlarımızı Türk kültürüne dayanarak çözümleyip aydınlığa çıkarmayı, onu değerlendirmeyi amaç edinmiş öz ve biçim yönünden Türk emeğiyle, Türk görüş ve düşüncesiyle meydana getirilmiş ürünleri kapsayan sinemaya ulusal Türk sineması diyorum.” (Ant, Sayı 81, 16 Ağustos 1968)

Hüseyin Baş (Yeni Sinema dergisi sorumlu müdürü)

“Biz, ulusal sinemayı ana çizgileriyle şöyle tanımlamak isteriz: Halkın geçmişine ve geleceğine doğrudan doğruya ve temel den bağlı; halka dönük, halktan yana, insanların mutluluğuna eğilen, uyaran, irdeleyen, eğiten; yoksul emekçi halk yığınlarının kendisini şartlayan, yabancılaştıran, zincirleri parçalaması yönünde kavga veren; onların, insan sevgisinin, barışın, beğeni ve uygarlığın yüksek düzeylerine ulaşmasında tarihsel bir misyon ve sorumluluğu yüklenen bir sinema.” (Ant, Sayı 83, 30 Temmuz 1968)

Ve bunlara ek olarak “genç sinema”, “yeni sinema”nın temsilcileri, kısa film yönetmenleri ve kısa filmleri yarıştıranlar:

Sezer Tansuğ

“Ulusal ya da mahalli sinema sorunu bir araştırma konusudur. Bu araştırmanın alanına tarihsel gelişmesi içinde görsel (vizüel) sanat yaratışı sorunları girer. Ulusal ve mahalli değerle yaratıp yaratmadıkları açısından Türk sinema eserlerinin doğru bir eleştirmesine de ancak bu türden araştırmalarla birlikte girilebilir… Ulusal ya da mahalli sinema her şeyden önce bir sanat kavrayışı, üslup ve form sorunudur. Siyasal bir sorun değildir.” (Ant, Sayı 87, 27 Ağustos 1968)

Üstün Barışta

“Öncelikle ulusal Türk sinemasından anladığım ‘ulusal Türk sinema sanatı’dır. Ancak sanat değerlerine sahip bir sinema ülkemizde ulusal bir sinema olabilir. Böyle bir sinema da toplum gerçeklerini, ülkemiz insanının gerçeklerini doğru ve samimi bir şekilde, özde ve şekilde yeni değerler içinde, sinema sanatına sadık kalarak gerçekleştirebilir. Ulusal Türk sineması kavramı aynı zamanda politiktir, yani ulusal Türk sineması politik bir sinema olacaktır – politika yapan değil. Çünkü, daha çok iç ve dış sömürü altında olan veya sömürüden yeni kurtulmuş ülkelere özgü olan ulusal sinema: – devrimcidir, gerçekçidir, savaşçıdır, bağımsızdır.” (Ant, Sayı 87, 27 Ağustos 1968)

Artun Yeres

“Kendi insanının sorunlarına dürüstçe eğilen, toplumsal gerçekleri gösteren, bu gerçeğin içindeki doğruyu, olması gerekeni, geleceği yansıtan, kendi öz geleneklerine eğilen ve bunu başarabilen genç sinemacılar kuşağı Ulusal Türk Sineması’nı yaratacaklardır.

Oysaki sinemamız bugüne dek (bir iki saygılı çalışmanın dışında) batı filmlerinden yapılan kopyalarla toplumuna tamamen yabancı olan konuları işlemiştir.” (Ant, Sayı 86, 20 Ağustos 1968)

Hasan Akbelen (Robert Kolej Sinema Kulübü Başkanı)

“Ulusal Türk sineması, kanımca, Türk toplumunun sorunlarına eğilen, bu sorunları yalnızca göstermekle kalmayıp yapıcı yol gösteren, yorumunu cesaretle veren ve bu yorumunda kişilik taşıyan; en önemlisi de mesajını Türk toplumunun anlayacağı ve içtenlikle duyabileceği bir Türk anlatım şekli, ulusal bir sinema diliyle ileten filmlerin ve bu filmlerin yaratıcılarının sinemasıdır.” (Ant, Sayı 84, 6 Ağustos 1968)

Yukarıdaki örneklerden görüldüğü gibi “Ulusal Sinema” ya da “Ulusal Türk Sineması” ya da “ulusal Türk sineması sanatı” yorumların, konumların ve eleştirilerin bir karmaşa içinde geliştiği, kapsamlı ve ayrıntılı araştırmalar yapılmaksızın, ekonomik-toplumsal-estetik kuralları (ve bu kuralları kapsayan, somuta indirgeyen örnekleri) geniş bir perspektif içinde incelenmeyen, özellikler bir kendi kendine değerlendirmeye, bir özeleştiriye tabi tutulmayan bir kuram olarak ortaya atılıyor. Ve temelleri (bilimsel temelleri) henüz varolmayan bu kuram çoğunlukla heyecan dolu bir ortam içinde tartışılıyor, savunuluyor ya da suçlanıyor. Sonuçta “Ulusal Sinema” her şeyden bir “şey” oluyor. Teorisi iki yönetmen ile bir sinema kurumu tarafından yapılan, örnekleri az sayıda, kimine göre evrenselliğe ulaşacak, kimine göre evrensellik maskesi altına gizlenen emperyalist kültürün karşısında. Yine kimine göre aydınlardan uzak gelişmesi gereken bir kültür olayı, kimine göre geleneksel, kimine göre devrimci, kimine göre kesin şekilde politik ya da tümüyle apolitik, kimine göre bin yıllık uygarlığın ucunda kimine göre henüz oluşmamış vb…

1960’ların sonlarında beliren bu karmaşa 1970’lerde de, söylenenlerde fazla bir değişiklik ya da açıklık getirmeksizin, yeni veriler öne sürmeksizin sürüyor.

Yıl 1973 ve “Ulusal Sinema Tartışması” başlıklı yazısında Onat Kutlar, geçen beş yıla rağmen hiç değişmeyen tartışma ortamından söz ediyor:

“Yazılarında, konuşmalarında birtakım sinemacıların, özellikle de Halit Refiğ ile Metin Erksan’ın çizmeye çalıştıkları görünüm şu: Bir yanda batının kültür ajanları, ülke halkına zorla kabul ettirmeye çalıştıkları batı hayranı, öykünmeci, ülkenin ulusal gerçekleri ile ilgisi bulunmayan, geleneksel bütün sanat değerlerinden kopmuş, yozlaşmış bir sanat anlayışı; öbür yanda ise ulusal gerçeklerimize dayalı, bunları geleneklerimizin bize getirdiği kalıtlarla değerlendiren, halka dönük, batıya hiç bir biçimde öykünmeyen, tam tersine ona karşı çıkan ulusal bir sanat. İki karşıt görüşün temsilcileri olarak da bir yandan Sinematek, sinema kulüpleri gibi kültür kuruluşları, onların yöneticileri, sinema yazarları, yozlaşmış öykünmeci bir sanatın savunucuları, batı ajanları; öbür yanda ise kendileri yani ulusal sinema yapanlar.” (Onat Kutlar, Ulusal Sinema Tartışması, Yeni A Dergisi, Sayı 13, Nisan 1973)

Batı yanlısı, evrenselci sol değerlendirme bu ise bunun karşıtı olan sağ görüş acaba, aynı dönemde, “Ulusal Sinema”yı nasıl değerlendiriyor, nasıl eleştiriyor?

“Yeşilçam’ın sınırlarını aşarak, evrensel fikirler ortaya koyacak kadar geniş liberalizme, sosyalizme ve turancılığa… karşı olacak kadar sistemli ve devlet politikası kabul edilmeyecek kadar siyasi olmaya çalışan ulusal sinema görüşü, henüz batılılaşmaya karşı bir reaksiyon olma özelliğini aşamadığı gibi, ne iktisadi bir teoriyi, ne ahlaki kuralları, ne felsefi bir görüşü ve ne de hayatın her birimine gerekli ölçüler koyan bir yaşama biçimini ihtiva etmektedir. Buna rağmen, evrensel bir kalkınma planı olmak yolundaki iddiası herhalde ciddi karşılanamaz. Kendi ideolojik boyutlarını, ölçülerini, kurallarını sistemli bir şekilde tespit etmemiş bir politikanın da sanata ve de sinemaya ne derece ileri bir potansiyel sağlayacağı düşündürücüdür. Ancak, bu görüş sosyalizmin çarpıklığını, batıcılığın zararlarını anlatma ve kendi katlarında çoğu kişileri de etkilemesiyle şüphesiz çok önemli bir olaydır. Ne var ki bu durum bir ideoloji olmaya yeterli değildir. Bu bölük pörçük hakikatler, gerçek bir hakikate, evrensel bir yaşama sistemine ulaştığı an, “ulusal sinema” baştaki iddialarını gerçekleştirecek gücü bulmuş olacaktır. Refiğ’in şahsında bu gücün de İslamiyet olacağını görüyoruz.” (Mesut Uçakan, Türk Sinemasında İdeoloji, 5 64-65)

Uçakan’ın bu satırları yazdığı 1977den bu yana on bir yıl geçti. Ulusal sinema, zaman zaman ve bir zorlama olarak, gündeme geliyorsa da en son çıkışını ulusal/milli sinema tartışmalarında yaptı, biraz sonra göreceğimiz gibi. Bundan üç yıl önde “ulusal sinema”yı değerlendiren Atıf Yılmaz konuyu şu şekilde çözüyordu:

“Ben de o hareketin içindeydim, en çok angaje olanlardan biriydim. Düşünce doğruydu, esasta yani bir ‘ulusal sinema dili’ bulma düşüncesi. Yalnız hiç birimiz bu arayışta yeterli bilgi ve birikime, kültüre sahip değildik. Benim görüşüm o. Onun için bunu uygulamada tam bir başarı gösteremedik. İyi örneklerini veremedik. Bir de batı kültürüyle yetişmiş insanlar olduğumuz için, geçmişle bağlarımızı koruyacak kaynakların çok olmamasından dolayı ışı sonuna kadar götüremedik. Dürüst, namuslu bir arama olarak kaldı çalışmalarımız, bunu bir akım haline getiremedik; benim görüşüm bu.” (Sungu Çapan, Atıf Yılmaz ya da bir Sinemacının Çeşitlemeleri, Videosinema, Sayı 3 Eylül 1984)

ULUSAL SİNEMA VE MİLLİ SİNEMA

“Ulusal sinema” 1966-67 yıllarında kuram olarak ortaya atılıyor; “milli sinema” ise:

“1963-1964 yıllarından sonra, tek tük sinema yazılarında bir endişe olarak beliren ve 1970’de ‘Birleşen Yollar’la ilk bilinçli örneğini veren (Yücel Çakmaklı) bir sinema akımıdır. Teorik planda MTTB Sinema Kulübü tarafından şekillendirilmeye çalışılan ‘milli sinema’ görüşü milli kültürü ve bunun çıkış kaynağı olan İslam’ın getirdiği sistemi yegane yaşam ölçüsü olarak alır. Pek fazla örnek çıkaramamıştır. Sinemanın yaygın bir haberleşme vasıtası oluşu ve müslüman Türkiye’de yeni neslin inançlarından gittikçe uzaklaşması, ‘milli sinemayı’ politik sahneye çıkaran iki önemli sebeptir.” (Mesut Uçakan, Türk Sinemasında İdeoloji, 5. 137)

1960’larda dönemin siyasal/toplumsal çalkantılarına paralel olarak, ortaya çıkan/çıkartılan tüm diğer kuramlar gibi “milli sinema” da teorisi bol, örneği az “akım”lardan biridir. Laik bir “ulusal sinema”ya karşın teokratik bir “milli sinema” öneriyor; ne var ki iki temsilci (Yücel Çakmaklı, Salih Diriklik) ile kalıyor. Teorisi belli ise de pratik görünümü teorinin hiç de ayarına yaramıyor.

Türk sinemasının eleştirel/kuramsal tarihinin boyutları içinde “milli sinema” özellikle “ulusal sinema” ile ilişkileri açısından ilginçlik gösteriyor.

“Ulusal sinema” ile “milli sinema” kuramlarını, ve bu kuramların temsilcilerini ilk kez bir araya getiren MTTB oluyor. 10 Mart 1973 günü yapılan “Milli Sinema Açık Oturumu”nda, Metin Erksan, Halit Refiğ, Duygu Sağıroğlu, Yücel Çakmaklı, Salih Diriklik, Sami Şekeroğlu ve Üstün İnanç’ın katılışı ile. Oturumun amacı iki kuram -ve iki sinema anlayışı- arasında bir ortak nokta, bir “asgari müşterek’ bulmak oluyor. Nedir ki, ulusal/milli sözcüklerini tartışması bir yana, ortak noktalar saptamaktan çok oturum “centilmenler anlaşması” şeklinde sonuçlanıyor.

“Ulusal sinema/milli sinema” tartışması, en son olarak 1985 yılında Sanat Olayı dergisi tarafından yeniden ortaya atılıyor…

(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır.)