Balkan Sineması İçin Kısa Bir Önsöz

Çingeneler Zamanı

Seray Genç /

Geçmişte Balkanların “Sefaradı” (*) olarak anılan Selanik’te düzenlenen ve bugün Balkanların en önemli film festivali olan Selanik Film Festivali, her yıl Balkan filmlerine ayrı bir bölümde yer veriyor. Genelde yaş ortalaması çok genç olan Balkan filmlerinin yönetmenleri bir yandan burada, birbirleriyle ve seyirciyle tanışma fırsatı bulurken bir yandan da genç sinemacılar olarak bir sonraki film projelerini gerçekleştirme sevdasında, yapım koşul ve imkanları üzerine birliktelikler oluşturmaya çalışıyorlar. 1990’lı yıllarla birlikte Selanik, Yeni Balkan sineması için bir merkez haline gelmiş durumda. Bu sene 42.si yapılan festivalde, Türkiye’den Semih Kaplanoğlu’nun Herkes Kendi Evinde filmiyle katıldığı “Balkan Araştırması” demeyi benimsediğim bölüm ve uluslararası yarışmaya katılan diğer filmler, son yıllarda artan bir üretkenliğin görüldüğü Balkan filmlerinin ciddi bir ağırlığa sahip olduğunu gösteriyordu. 1995 yılından beri düzenli olarak bu bölümde yer alan Balkan filmleri, bugün Yeni Balkan sineması diyebileceğimiz ortak tematik ve biçimsel özelliklere sahip, ilk örneklerinden farklı olarak belli bir olgunluğa erişmiş ve yeni bir “sinemasal hareketlilik” olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası çalışmalarda da Yeni Balkan sineması adıyla anılagelen ve 1990’lı yıllarla birlikte Balkanlarda yaşanan gelişmelere paralel incelenmeye değer ürünler de veren bu sinema, belki gelecekte farklı bir ad alacaktır. Ancak bugünden bakıldığında, Balkan sinemasına sadece geçmiş sinemasından farklılaştığı ya da teknik anlamda da bir sıçrama yaşadığı için değil; Balkanlarda sinemanın da bölgesel hareketliliğe benzer bir biçimde hareketlenmesi nedeniyle, bir çok ülke sinemasına olduğu gibi bu sinemaya da “yeni” adı verilmiştir. Belli kavramların ya da dönemlerin, günümüz gerçekliğinde yeniden tanımlanmaya, adlandırmaya ihtiyaç duyduğunu ve bu yapılırken en çok “yeni” ile nitelendirildiğini her alanda görmekteyiz. Bu hiç yadırgatıcı değildir. Saymayacağım, yine yukarıdaki nedenlerle, bu sinemaya dahil edilen filmlerin ülke sinemalarından çok tek bir adla, bölgenin adıyla anılması; Eski Yugoslavya ülkeleri filmleri belli ölçülerde ayrıştırılabilir nitelikler taşısa dahi Yeni Romen Sineması, Yeni Bulgar Sineması, Yeni Yugoslavya (Sırbistan diyemiyorum) Sineması olmaması da anlaşılır olmaktadır. Bu filmler, Balkanlarda yaşananların yine bu bölgenin yönetmenleri, insanları tarafından dışavurumu olarak kalmıyor; ortaya çıkmış, geliştirilmeye çalışılan bir sinemasal dilin iyi birer örneği de olabiliyorlar.

Balkan sineması başlığı altında toplayabileceğimiz, 1991 yılıyla birlikte sayıları artan Balkan ülkeleri filmlerinin-ortaklaşan yanlarıyla- bir araya getirilmesi için bölgenin ortak kültürü, ikliminden çok daha öncelikli nedenler sayılabilir: 1989’la, reel sosyalizm deneyiminin sona ermesiyle birlikte milliyetçiliğin dalga dalga yükselmesi, hızlı ve vahşi kapita-listleşme sürecine girmiş olmaları en başta gelen nedenler olmakta. Yaşadıkları/yaşatılan ekonomik değişimlerin benzeşmesi dolayısıyla sermayenin tekellerde, paranın mafyada birikim süreci, benzer tipolojilerin-yaşam standartlarının her bir ülkede kendini göstermesiyle sonuçlanmıştır.

Balkan halklarının geçmiş bağları ne denli köklü ve ne denli eskiye dayansa da Yeni Dünya Düzeninde daha da parçalanmış Balkanların bütününde, bir arada yaşamak koşulları ve isteği ortadan kalkmış görünüyor. Şöyle de söylenebilir: Yugoslavya örneğinde “kalan” halkların bir arada yaşamasının koşullarını NATO, BM Güvenlik Konseyi gibi emperyalist kurumlar sağlıyor, garanti ediyor. Garanti edilenler arasında silahlandırma, özelleştirme, yeni pazar hizmetleri de bulunuyor.

Balkanların bütününde görülen ortak kültürel kuşak aslında her Balkan ülkesinde kendi ürünlerini veriyor ve bu ürünler o Balkan ülkesine ait olabiliyor. Bunun nedenini, varolduğunu düşündüğümüz standart ortak yanlarda dahi karşılıklı bir değişimin yaşanmamasına, bu ülkeler (Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Slovenya, Bosna, Yunanistan, -artık- Sırbistan, Türkiye ve Makedonya) arasında bir geçişliliğin yaratılamamasına bağlayabiliriz. Yine de ayrı ayrı bakılsa dahi bu kültürel ürünlerde benzer bir anlayışın izine rastlanılır. Buna örnek olarak bir çok Balkan filminde konu edilen, tarihsel olarak gecikmişliğin ve geri kalmışlığın kültürel kalıntılarını verebiliriz. Bölgenin gerçekliğine uygun olarak aile için, soyun devamı, gurur kaynağı görülen erkek çocuk sahibi olmak üzerine çok çeşitli hikaye-ler film edilmiştir Balkanlarda. Aynı zamanda benzer bir “dile” de rastlanılır bu ürünlerde. Çünkü benzer deneyimleri ve problemleri -faşizm, nazi işgali, direniş geleneği, son yıllara damgasını vuran yukarıda saydığımız gelişmeler, emperya-lizmin genişleme sahası içinde görülmeleri…-yaşayan ülkelerin (Eski Yugoslavya, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan) ürünleridir.

“Balkanlarda kim ki kendini milliyetçi sayar, o benim düşmanımdır.” (Zoran Solomun-Hırvatistan doğumlu yönetmen. 1990’da Almanya’ya göç etti. Viyana’da düzenlenen Balkan Filmleri toplu gösteriminde yaptığı konuşmadan.)

Yugoslavya’da 1990’da başlayan düşmanlıklar, 1991 yılında Hırvatistan ve Slovenya birlikten ayrılınca iç savaşa evrildi. Kapitalist restorasyon başladığında bir arada durmak için neden kalmamış, eski defterler karıştırılmış; yüzyıllar öncesinin sınır problemleri yüzeye çıkarılmış, 2. Dünya Savaşı’nda Sırp ve Hırvatların çatışmaları da gündeme geti-rilmişti. 1992 yılına gelindiğinde Belgrad yönetimi bu ülke-lerdeki kontrolünü tamamen yitirmiş, Bosna-Hersek de aynı yıl bağımsızlığını ilan etmişti. En şiddetli çatışmalar tüm halkların kavşak şehri gibi duran Sarayevo (Saraybosna)’da yaşandı. Milliyet ötesi Bosnalılık bilinci, Bosna-Hersek entelijensiyasında çok güçlü olmasına karşın başlatılan şiddet dolu milliyetçi kampanya Bosna-Hersek’li aydınları Hırvat veya Sırp milli kimliklerine bağlamaya çalıştı. Pek çok Boşnak sanatçının kendilerini “Sırp” saydıklarına dair “asparagas” haberler ortalığı kapladı. Örneğin, Drina Köprüsü’nün yazarı Ivo Andriç’in müslüman düşmanı olduğu yazılıp çizildi…

Yeni Balkan sineması filmlerinin, Balkanlarda yoğunlaşan çelişkilerle birlikte “Balkanlar”ın kendisini bir konu olarak seçmeleri bu sinemanın ayırdedici bir özelliği olarak ayrıca belirtilmelidir.

Önemli Balkan filmlerinin, çoğunlukla savaşı yaşayan Yugoslavya’dan gelmesi yüzünden ortak işlenen konuların daha çok savaş karşıtlığı, dağılan Yugoslavya, milliyetçilikle başlayan ve yaşamın her alanında kendisini gösteren tüm “milletlerin” yaşadığı yıkıcı şiddet olduğunu görürüz. Diyebiliriz ki Balkan filmleri serisi Milko Mancevski’nin Yağmurdan Öncesi’yle başladı. Makedonya doğumlu yönetmenle birlikte, “post-Yugoslavya” bir yapım olmasından ötürü, yeni bağımsız bir ülke olan Makedonya’nın -Yunanistan’ın itirazları nedeniyle ismi tartışmalı olan- ilk uzun metrajlı filmi de yapılmış oldu. Yağmurdan Önce filminden sonra yapılan Emir Kusturica’nın Yeraltı (Underground) filmi ise Yugoslavya’nın elli yılına bakıyordu. Filmde 2. Dünya Savaşı sırasında yeraltına inenler, 1995 yılında yeniden yeryüzüne çıktıklarında bir iç savaşın ortasında buluyorlardı kendilerini… Önceki filmleri Dolly Bell’i Hatırlıyor musun? (1981), Babam İş Gezisinde (1985) ve Çingeneler Zamanı’ndan (1989) farklı olduğunu düşündüğüm bir yönetmen vardı artık karşımızda. Belki de bu filmde, onu doğrudan kendi ülkesinin tarihine bakarken görüyorduk ilk kez. 1990’larda Yugoslavya ile değişen bir Kusturica’yla karşılaştık böylelikle. İç savaş sırasında, 1993 yılında, Amerika’da Arizona Rüyası’nı çekiyordu. 1995 yapımı Yeraltı’nda, elli yıllık tarih Kusturica’nın çıkardığı şablonlara dökülmüş, ülkesinin yaşadığı trajedi belli karakterlerin iyi-kötü temsiliyetinde açıklanmaya çalışılmıştı. Özetle daha önce belli yazılarımızda belirttiğimiz gibi tüm ülke tarihi şamata ve müziğe boğulmuştu. Kusturica filmleriyle Balkan mü-ziğini, Goran Bregovic’i dünyaya tanıtmış. Daha sonra Goran Bregovic dünyayı bizzat kendisi tanıyınca yolları ayrılmıştı. Ardından gelen Belgrad doğumlu Srdjan Dragojevic’in iki filmi hem bu seriye dahil edilirken hem de tema ve konuyu işleniş açısından Yeraltı filminin takipçisi oluyordu. Aslında Balkanların her yöresinde Kusturica tarzı etkili olmuş; “mizah”ın eksik olmadığı filmler çekilmeye başlanmıştı (Faruk Sokoloviç ile yapılan söyleşi Balkanlı sinemacıların Kusturica’ya bakışını bize bir kez daha teyit etmektedir). Srdjan Dragjevic’in “Pretty Village, Pretty Flame”i (Tatlı Köy, Tatlı Alev) de, Kusturica’nın filmi gibi bir dönem boyunca -1980 1992 yılları arası- belli bir mekana-kardeşliği ve birliği temsil edercesine Zagreb ve Belgrad’ı birbirine bağlayan bir tünel- odaklanırken savaş karşıtlığının vurgulandığı, gerçeküstücü komedi unsurları barındıran bir film oluyordu. İkinci filmi “The Wounds” (Yaralar) ise şiddetin hakim olduğu bir toplumun eleştirisini içeriyordu (**).

Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Balkanlara yolculuğa çıkan filmler sadece eski Yugoslavya ülkelerinden gelmedi. Theo Angelopoulos’da Ulis’in Bakışı bu filmlere verilebilecek en güzel örnektir. Sonsuzluk ve Bir Gün’de de kendi ülkesinde, Selanik’te kalarak Balkanları takip edebilmiştir Angelopoulos. Bugün, Yunanistan en büyük göçü Arnavutluk’tan almaktadır.

Başlangıcında AB’nin arka bahçesine müdahale etmemesi ve bu bölgeyi sadece huzursuzluk kaynağı olarak görmesi zamanla değişti. Çatışmaların yaşandığı bölgedeki restoras-yon Balkanları “batı”nın ve medyanın merkezine yerleştirerek devam ederken başka ülke sinemalarında da Balkanlar konusu ele alınmaya başlandı. İngiltere yapımı Michael Winterbottom’ın Sarayevo’ya Hoşgeldiniz (1997) ve Jasmin Dizdar’ın Güzel İnsanları (1999) bu duruma iki örnek olmakta. Göçle birlikte diğer Avrupa ülkelerinin sinemasına da giren Balkanlar bu kez işsizliğin, yoksulluğun yaşandığı, insanların ekonomik nedenlerle ülkelerinden kaçmaya çalıştığı bir bölge olarak karşımıza çıktı: Avusturyalı yönetmen Michael Haneke’nin Fransa’da çektiği Bilinmeyen Kod filminde kaçak yaşamaya çalışan, sınırdışı edilen Romen kadın kahramanı gibi. Ya da yanı başımızda akan bir filmde, eğitimli Moldavya’lı, Bulgar kadınların Türkiye’de “beyaz Türkler”in çocuk bakıcılığını yapmaları gibi. Bu gündem ancak Balkan halklarının kendi tarihlerini kendilerinin yazmasıyla değişebilecektir.

Notlar:

* Selanik, Osmanlı kentlerinin büyük çoğunluğu ve genel olarak Akdeniz limanları gibi çeşitli etnik gruplara ve dinlere mensup ve Yahudilerin yanısıra çeşitli soylardan insanları, Yunanlıları, Türkleri, Slavları, Arnavutları, Ermenileri, Çingeneleri kucaklayan kozmopolit bir kentti. Fakat yahudiler, Selanik’te başka yerlerde olduğu gibi azınlık ya da marjinal bir topluluk değillerdi; çoğunluğu oluşturuyorlardı… İspanyol sığınmacıların 1492’de gelişiyle gelip dayatan yahudi kültürü, bu kültürün Sefarad varyantı tüm kentte havası hissedilen kesimdi. Makedonya’nın başkenti tarihçilerin gözünde Balkanlar’ın Sefaradı (İspanya’nın ibranice adı) haline işte böyle geldi. “Selanik 1850-1918” kitabından. Hazırlayan: Gilles Veinstein, İletişim Yayınları, 1999

** Bu yazıda, kısa bir önsöz olması nedeniyle pek tabii, adı geçen filmler dışında bahsedilmesi gereken tüm Balkan filmlerine yer verilememiştir. Ancak 42. Selanik Film Festivali’nde Uluslararası Yarışma bölümünde yer alan ve büyük ödül alan Balkan filmi Fatmir Koçi’nin Tiran Yıl Sıfır’ının (2001, Arnavutluk) -Koçi’nin bir önceki filmi Süper Balkan belgeselidir-, yine yarışma bölümündeki iki Balkan filminin, Ekmek ve Süt (Jan Cvitkovic, 2001, Slovenya); Marfa si Banii (Cristi Puiu, 2001, Romanya), genç sinemanın yönelimini göstermesi bakımından adlarını anmak isterim.

(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 10. sayısında yayınlanmıştır.)