Balkan Sinemasından Bir Film: Samanyolu, Bir Yönetmen: Faruk Sokoloviç

Faruk Sokoloviç

Seray Genç – Yusuf Güven /

Samanyolu filmini 42. Selanik Film Festivali’nde izleme şansı bulduğumuz yönetmen Faruk Sokoloviç ve filmin yapımcısı, aynı zamanda Faruk Sokoloviç’in eşi Suhreta Duda Sokoloviç ile film ve Balkan sineması üzerine konuştuk.

Yusuf Güven- İlk olarak sinemaya nasıl başladığınızı sormak istiyorum?

Faruk Sokoloviç- Mezun olduğum 1976 yılından savaşın hemen öncesine kadar bir televizyon yönetmeni olarak çalışıyordum. Bu dönem boyunca belgeseller, çocuk programları ve televizyon dizilerinin nasıl yapılacağını öğrendim. Fakat konulu filme (feature film) ilgim hep vardı ve devam etti. Televizyon dönemini bir deneyim toplama dönemi olarak düşünüyorum. Televizyonda yaptığım programların bazıları da festivallere katılmıştı. Daha sonra savaş başladı, tüm savaş dönemi boyunca Sarayevo’da kaldım. Bu dönem de ayrı bir deneyim oldu. Savaş boyunca belgesellerde çalıştım. 1995’te, savaştan sonra, yapımcım tekrar film üretimine başladı. 1995’te Tünel’i yaptık, 2000 yılında Samanyolu’nu ve yeni bir projenin hazırlığını yapıyoruz.

YG- Filminizde herkesin gelişmiş ülkelere “kapağı atmaya”, ülkelerini terketmeye çalıştığını görüyoruz. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

FS- Ben kesinlikle dışarı çıkmayı düşünmüyorum ama çocuklarımın ne düşüneceğini bilemiyorum.

YG- Sorum kişisel bir soru değildi. Örneğin, savaştan sonra Bosna’nın durumunun, özellikle ekonomik olarak çok iyi olmadığını biliyoruz. Bosnalılar ne tür nedenlerle başka ülkelere gitmek istiyorlar?

FS- Ana neden, Bosna’da geleceğin belirsiz olması. Bu yüzden insanlar ülkeyi terkediyor. Savaş dönemi boyunca umut vardı. İnsanlar savaştan sonra herşeyin daha iyi olacağını düşünüyorlardı ve müthiş bir dayanışma vardı. Kimse savaş sonrasında işlerin daha da karmaşıklaşacağını, zorlaşacağını düşünmüyordu. Bugün olabilecek en kötü durumdayız; başkasının egemenliği altında. Bu durumu değiştirmek çok zaman alacak gibi gözüküyor, bu da insanların gerginleşmesine yol açıyor.

Seray Genç- Fakat sizin filmlerinizdeki karakterler, diğer Balkan sineması örnekleriyle karşılaştırıldığında, o kadar gerginlik taşımı-yorlar. Öte yandan izlediğimiz diğer Balkan filmlerindeki, özellikle Kusturica filmlerindeki karakterlerle belli benzerlikler kurulabilir. Balkan filmlerindeki karakterleri nasıl tanımlayabiliriz sizce?

FS- En önemli ortaklık tabi ki bir zamanlar aynı ülkenin, yani Yugoslavya’nın, yönetmenleri olmamızdan kaynaklanıyor. Tümümüz aynı değerlerle büyüdük. Ortak duyguları, sorunları paylaştık. Savaştan sonra ülkeler farklılaşsa da aynı geçmişin izlerini hepimiz taşımaya devam ettik. Filmlerimizde böyle bir ortaklık var. Tüm eski Yugoslavya ülkelerinde bunu gözlemleyebilirsiniz.

SG- Bu saydıklarınız ortaklıklar tabii ama sanırım Balkan filmleri arasında belli ayrımlara da gidebiliriz. Kusturica örneğinden gidersek, sürekli eğlenen insanların bulunduğu son dönem filmleri bir “sirk” gösterisini andırıyor. Diğer taraftan örneğin Angelopulos’un Balkanlara bakışı çok daha gerçek, çok daha irdeleyen bir bakış olabiliyor.

FS- Balkanlar önemli politik ve sosyal bir değişimden geçiyor. Kusturica’nın en önemli Balkan yönetmenlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Kusturica’nın ilk çalışmalarını görebilseydiniz, onlar bu atmosferi yansıtmazlar. Fakat sonraki filmlerinin bile iyi olduğunu düşünüyorum. Şunu da ekleye-yim, savaştan sonra gelen pek çok film aynı sirk gösterisi bakışını taşıyorlar.

YG- Kusturica’nın ilk filmlerindeki atmosferin farklı olduğuna biz de katılıyoruz. Kusturica’nın Yugoslavya’nın dağılmasına karşı olduğunu da biliyoruz. Basın toplantısında anlattıklarınızdan sizin ve daha pek çok aydının da Tito dönemi Yugoslavya’sına özlem duyduğunu öğrendik. Tito dönemiyle parçalanmış Yugoslavya arasındaki farkları yaşayan biri olarak siz neler söyleyebilirsiniz?

FS- Bana göre Balkanlarda bir şeye nasıl baktığınızı belirleyen politik irade oluyor. Savaştan önce Bosna her dinden, dilden insanın birarada mutlu bir birliktelik oluşturabildiği bir ül-keydi. Filmimin karakterleri de savaş öncesi deneyimin temelinde oluşturuldular. Bu birlikteliğin bozulmasının en önemli etkeni dışarıdan ülkeye müdahale edilmesi oldu. Bu müdaheleyle birlikte insanlar birbirlerinden uzaklaştılar, din, ırk temelinde düşmanlıklar başladı. Örneğin savaştan önce bir Müslüman’ın bir Hıristiyan’la, bir Hırvat’ın bir Sırp’la evlenmesi çok sıradan bir durumdu, savaştan sonra her şey birden değişti. Böyle evlilikler imkansız hale geldi. Filmimde bu durumu göstermeye çalıştım.

YG- Sizi dinlemeden önce Samanyolu’nu izlediğimde, filminizde sürekli elinde Tito resmi taşıyan emeklinin olumlu bir karakter olmadığını ve onun bu takıntısını eleştirdiğinizi düşündüm.

SG- Fakat ben bırak kendi ülkesindeki insanları – yaşanması zor olduğunu düşündüğüm için söylemiyorum – Çinlilerle dahi büyük bir uyum içerisinde yaşayan büyükbabanın olumsuz bir karakter olduğunu düşünmedim.

FS- Karakterlerimi oluştururken olumlu ya da olumsuz olmaları önemli değildir benim için. Onların içinde bulunduğu durumda nasıl hareket etmeleri gerektiği üzerinde dururum daha çok. Önemli olan anlatılan olayın gerçekçi bir bakışı içermesidir. Gerçekte, Bosna’da bu durumda, hala duvarlarından Tito’nun resimlerini indirmek istemeyen, Bosna’daki sosyal güvenlik sistemi çöktüğü için emeklilik maaşı alamayan yaşlı insanlar çok var. Bu karakter, günümüzde herşeyini kaybetmiş olan bu neslin temsilcisidir. Tito’nun resmi, yaşlı adamın kızının duvarındaki haç gibi bir inancı temsil ediyor. Tito onun için dinin yerini tutuyor.

YG- O zaman takıntılı saptaması doğru oluyor bana göre.

FS- Takıntılı olduğu doğru, onun yaşama biçimini yansıtıyor bu durum.

YG- Yaşlı adamın bir neslin temsilcisi olduğunu söylediniz. Eğer Tito’ya inanan nesiller vardıysa Yugoslavya niye dağıldı?

FS- Yugoslavya’nın dağılmasını daha çok dışsal nedenlere bağlıyorum. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte tüm bir sistem dağıldı ve tek kutuplu bir dünyayla karşı karşıya kaldık. Berlin duvarının yıkılışıyla birlikte ortaya çıkan Almanya’ya bu yeni düzendeki güç ilişkileri açısından ihtiyaç duyuldu. O zamanlar Yugoslavya güçlü bir ülkeydi bana göre. Fakat içerde değişik etnik kökenlerle ilgili çözülememiş sorun varlığını sürdürüyordu. Bu açıdan bakıldığında, Yeni Dünya Düzeninin kendini kabul ettirmesi için iyi bir hedeftik. Sonrasını hepimiz biliyoruz zaten.

SG- Filminizde merak ettiğim bir şeyi sormak istiyorum. Tesadüf mü değil mi kendime çok açıklayamıyorum. Özetle filminizdeki Çinliler benim için dikkat çekiciydi. İzlediğimiz bir Arjantin filminde de Çinlilere rastladık. 4 yıl önce Belgrad’a gittiğimizde de Çinlilerle karşılaşmıştık…

FS- Bosna’da Çinlilerle ilgili bir göç sorunu yaşanmıyor. Bazıları Avrupa’ya geçmeye çalışıyor, bazıları da Bosna’da kalmayı tercih ediyor. Bir sorun oldukları için değil yabancıları, başka bir ülkede yaşamayı temsil ettikleri için onlara filmimde yer verdim. Bosna’da Afrika’dan, Asya’dan dünyanın her yerinden insana rastlamak mümkün. Bosna yabancıların yaşadığı bir ülke haline gelirken Bosnalıların dışarıya gitmek istemeleri arasındaki çelişkiyi göstermeye çalıştım.

YG- Filminizde eski Yugoslavya ülkelerinden oyuncuların yer aldığını, bunun savaş sonrasında eski Yugoslav oyuncularla Bosna’da çekilen ilk film olduğunu da biliyoruz. Eski Yugoslav ülkelerindeki, özelde sinemacılar genelde entelektüellerin birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Bu durumu nasıl karşılıyorsunuz?

FS- Sinemacılar olarak hepimiz ortak hareket ediyoruz. Sıkı bağlarımız var. Savaş sırasında da bu bağlar devam ediyordu. Bize savaş sırasında yiyecek gönderdiler. Dayanışmamız hep sürdü. Savaş bizi birbirimizden uzaklaştırmadı, birbirimizi asla düşman olarak görmedik.

YG- Bosna’da film yapımı ve dağıtımıyla ilgili ne tür sorunlar yaşı-yorsunuz?

Suhreta Duda Sokoloviç- Tüm ülkede 40-50 tane çalışan sinema salonu var. Ülkede bir dağıtım ağının varlığından söz edemeyiz. Sorun film çekmek değil. Sarayevo dışında yeterli sinema salonu ve insanların sinemaya gitme alışkanlığı yok. Samanyolu, konusundan dolayı Bosna’da en çok izlenen film oldu. İnsanlar kendi yaşadıkları traji-komik durumun per-deye nasıl yansıtıldığını görmek istediler. Örneğin Hırvatistan’da filmi gösterdiğimizde eleştirmenler, bu filmde hiç bir etnik gruba karşı olumsuz bir bakış açısının olmadığını söylediler.

YG- Bundan sonraki projelerinizi öğrenebilir miyiz?

SDS- Bir arkadaşımızın yine sosyal konuları anlatan filmi üzerine çalışıyoruz. Savaşta ailelerini kaybeden ve savaş sonrasında hayatlarını devam ettirmeye çalışan iki çocuğun öyküsünü anlatıyor film. Genel olarak yapım için finansman bulmak çok büyük sorun, dolayısıyla ülke dışından ortak yapımcı bulmaya çalışıyoruz.

(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 10. sayısında yayınlanmıştır.)