Marziye Meşkini Söyleşisi Politik mi, poetik mi?

Kadın Olduğum Gün

Seray Genç /

Kadın Olduğum Gün filminin yönetmeni, Makhmalbaf Sinema Okulu’ndan Marziye Meşkini filminde İran kadınının üç ayrı dönemini üç ayrı hikayeyle anlatıyordu. Örtünmenin başladığı, daha çocukken 9 yaşında sokaktan tecrit edilme, toplumsal alanda yer bulabilmek için geleneksel erkek egemen toplumla verilen mücadele ve yoksunlukla geçen bir ömrün sonunda her şeye sahip olma arzusu anlatılır hikayelerde. Aşağıda Marziye Meşkini’yle dergimiz adına yaptığımız söyleşi yer alıyor.

İran sinemasının son dönemini yakından takip edebildik ve biliyoruz ki 80’li yılların ikinci yarısından itibaren Yeni İran sineması’nı temsil eden ve bir okul işlevi gören başlıca yönetmenlerden biri Muhsin Makhmalbaf. Üstelik, artık eşiniz Muhsin Makhmalbaf’ın kurucusu olduğu bir sinema okulu da var. İlk sorumuz bunun üzerine, sizin de içinde bulunduğunuz Makhmalbaf Sinema Okulunun özellikleri nelerdir? Böylesi bir proje nasıl gündeme geldi?

Bu beş yıl önce başladı. Kızım bana gelip dedi ki; artık okula gitmeyeceğim, orada öğreneceğim bir şey kalmadı ve nasıl film yapıldığını öğrenmek istiyorum. Bunun üzerine kocam evde bir sinema okulu kurmaya karar verdi ve bunun için hükümete başvurdu, ama buna izin vermediler. Sen tek başına bize yeterince sorun yaratıyorsun bir de senin gibi başkalarını eğitmene izin veremeyiz dediler. Aile okulu projesi böyle başladı.

Ne tür sorunlar yaşadınız?

Politik problemler.

Okulda sadece aileden insanlar mı vardı? Dışarıdan yeni sinemacıların katılımı sağlanamadı mı?

Başkalarına izin vermediler. Okulda 5 kişiydik. Kurgudan, renklendirmeye, film analizine kadar çeşitli konularda yoğunlaştık.

O sırada Samira Makhmalbaf 16 yaşında ve Hanna Makhmalbaf daha çocuktu…

Evet ama kızım artık okula gitmeyi reddetmişti ve hemen bir filmin nasıl yapıldığını öğrenmek istiyordu. Kocam da madem ki bu evde herkes sinema yapmayı öğrenmek istiyor, bunu bu sene yapalım dedi. Çünkü herkese ayrı ayrı ders verecek zamanı yoktu. Bu okula giden herkes daha sonra sinema yaptı. Örneğin benim erkek kardeşim filmimin sanat yönetmenidir. O da burada benimle birlikte. Bu okuldaki başka bir öğrenci kameraman oldu. Kimisi yapımcı oldu, diğerleri de sinemada başka işler yaptılar.

Makhmalbaf’ın ailesinde film yapmak bir zorunluluk mu?

Ailede birbirini daha iyi tanımanın ve daha çok sevmenin bir yolu oldu sinema. Kimse için bir zorunluluk olmadı bu ama herkes çok sevdi.

Sizce İran sinemasının son dönemdeki çıkışının nedenleri nelerdir?

Bence en başta Hollywood sinemasına karşı olmamızdan onu taklit etmememizden kaynaklanıyor bu. Filmlerimizde şiddete, sekse ve bunun gibi şeylere yer vermiyoruz. Ülkede her türlü yabancı filmin gösterimi yasak olduğu için yalnızca İran sineması gösteriliyor. Televizyonda bazı filmlere izin verilir yalnızca. Bunun da ulusal bir sinema yaratmamıza katkısı olmuştur. Yılda 70 dolayında film yapılır. Bana göre bizim sinemamız hayatın kendisi üzerine. Onun içinde gösterilebilecek çok küçük şeyler buluyoruz. Hayattan basit olanı alıp insanlara gösteriyoruz.

Bunun nedenlerinden biri sansür olabilir mi? Örneğin rejim karşıtı gösterilerin sinemada karşılığı olmadığını görüyoruz.

Tüm neden sansür değil. Bizim ülkemizde de çeşitli türde filmler var: Politik propaganda filmleri, ticari filmler ve sanat filmleri gibi.

Sinemada sizin yansıttığınız üzerine neler söyleyebilirsiniz?

Hayatın kendisinin insanlar için en önemli değer olduğuna inanıyorum. Biz diğer insanlar, diğer kültürler ve diğer hayatlarla etkileşim içinde yaşıyoruz. Örneğin ben Türkiye’de insanların nasıl bir hayat sürdüklerini bilmek istiyorum. Bunu öğrenmenin en önemli yollarından birisi de sinemadır. Bana göre sinema diğer insanların yaşamlarına açılan bir penceredir. Böylece onları tanıyabiliriz. Düşünceleri aktarmanın bir yoludur da bu.

Sizin seçimlerinizi belirleyen nedir? Sinemaya bir şeyler aktarmak için hayata nasıl bakıyorsunuz?

Sinemanın iki önemli rolü olduğunu düşünüyorum birinci -daha önce de söylediğim gibi- diğer insanları tanımak, diğeri de insanları değiştirmek, kendi yaşamlarını değiştirmeye itmektir. Bu benim konularımı seçmeme yardımcı olur. Örneğin, Kadın Olduğum Gün’de olduğu gibi ben de 9 yaşıma geldiğimde hayatımın bir kısmının yok edildiğini hissettim. Bu erkekler için sorun olmaz ama kadınlar belli bir yaştan sonra bir anlamda hayatın dışına atılırlar. Bunun sadece İran için değil, bir biçimde tüm dünya için geçerli olduğunu düşünüyorum. Dünyadaki tüm liderler erkektir, en önemli işleri onlar yaparlar.

Filminizi yaparken ne tür zorluklarla karşılaştınız?

Yine kadın olmamdan dolayı zorluklar çektim. Ben erkekler gibi tüm zamanımı bu işe ayıramıyorum, bir yandan çocuğumla ilgilenmek durumundayım. Diğer yandan film ekibine kadın olduğum için kendimi kabul ettirmek, onları kadın bir yönetmenle çalışmaya ikna etmem gerekti. Aynı iş için bir erkeğin verdiği emeğin iki katını vermek zorunda kaldım. Samira Makhmalbaf’ın filmi Elma’da olduğu gibi benim filmim hakkında da filmin Muhsin Makhmalbaf’a ait olduğu hakkında çeşitli şeyler söylediler. Fakat ben önemsemiyorum, bir erkeğin yapabildiği kadar iyi bir iş çıkardığımı gösteriyor bu. Kadınların da erkeklerin yapabileceği her şeyi onlardan daha iyi yapacağına inanıyorum. Ama önce biz kendimize güvenmeliyiz.

Hangi İran yönetmenine sorulsa politik olduğunu reddediyor ve sinemam bir penceredir, toplumu yansıtan bir aynadır gibi yanıtlar veriyor. Oysa sizin filminizi ya da Cafer Panahi’nin Daire filmini örneğin, kadının İran’daki yeri ve aynı zamanda dünyadaki yeri üzerine politik bir film olarak değerlendiriyoruz.

Politik mi poetik mi?

Politik, zaten herkes İran sinemasının poetik olduğunda hem fikir. Eğer bu politik bir sinemaysa hangi anlamda politiktir?

Benim filmim politik bir film değil. Diğer taraftan ülkedeki her şey politikayla ilgili olduğu için politik bir kısmı olduğunu da düşünüyorum.

İranlı bir yönetmen için sansürün ülke dışında da geçerliliğini sürdürdüğünü biliyorum. Oysa politika olmadan insan kendini nasıl ifade edebilir ki? Biz de, dünyanın her tarafında izlenen Hollywood filmlerinin karşısındayız; bunun yanında İran sinemasının poetik ve insancıl ama aynı zamanda da politik bir sinema olduğunu düşünüyoruz. Sizce niye politik değil?

Yani bizim filmlerimizin politik olduğunu söylüyorsunuz. Şöyle söyleyeyim, örneğin benim filmim din üzerine. Filmi bitirdikten sonra sansür kuruluna götürdüm ve bana bu film İslam’a karşı dediler. Benden savunma istediler. Ben de dedim ki, buna yanıtım filmin kendisidir, onu anlayabileceğinizi düşünüyorum. Bunun üzerine bazı kısımlarını kesmeyi önerdiler. Bunu kabul etmedim ya filmimi tümden yasaklayın ya da olduğu gibi kabul edin dedim ve filmin tamamına izin verdiler. Herkes benim nasıl tutuklanmadığıma şaşırdı.

Son sorumuz Muhsin Makhmalbaf’ın filmleri arasında en çok hangisini seviyorsunuz?

Bu soruyu yanıtlamak kolay değil çünkü çocuklarınız arasından hangisini en çok seviyorsunuz gibi bir soru. Ekmek ve Çiçek en sevdiğim filmidir diyebilirim. Kocam olduğu için demiyorum ama bana göre İran’ın en önemli sinemacısı, çok farklı bir sinema yapıyor.

(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 11. sayısında yayınlanmıştır.)