Cenin Cenin: Barış Mutlaka Gelecek

Evrim Ulaşlı /

“taş yerinde ağır, örneğin filistin’de!”

Onur Behramoğlu

Cenin, yeryüzünün cehennem köşelerinden biri. Bu cehennemde küçük bir kız baban nerede sorusuna ‘cennette’ diyerek yanıt veriyor. Bu yanıttaki gizi açığa çıkarmaya çalışmanın, onu akılla açıklamanın zorluğu apaçık. İsrail ateşinin vurduğu her Filistinli’nin cennette olduğunu düşünebiliriz. Cennet, Filistin’li çocukların babalarının olduğu yerdir, annelerinin, kardeşlerinin, arkadaşlarının olduğu yer. Yani cennet metafizik bir uzam, dinsel bir sonsuzluk alanı değil, Filistin halkının yaşamaya devam ettiği yerin adıdır. Davası uğruna ölen her Filistin’li, halkının yaşamaya devam ettiği başka bir uzama geçer. Cennet metaforunun ne anlam ifade ettiğini kavrayabilmek için bir an olsun Filistin’de olmayı hayal etmek gerekir. Filistinli savaşçıları beyni yıkanmış zavallı mazlumlar ya da ruh hastaları olarak değerlendirmek şarkiyatçı bakış açısının bir uzantısıdır. Kudüs doğumlu Edward W.Said’in düşüncesini izlersek ‘şarkiyatçılık, tüm şarkı duygusuzca şematikleştirmektir.’ Diğer taraftan, yine şematik bir biçimde şöyle de söylenebilir; onlar, bir halkın kollektif imgesinden türetilmiş metaforik bir dünyaya (cennete) şimdiden talip olmuş savaşçılardır. Filistinliler ile cennet arasında kopmaz bir bağ var. Cennet ikincil bir dünya, ikincil bir doğadır. Dünyevi bir savaşın ara uğraklarından biridir. Savaşın sonunda amaçlanan yeryüzünde kurulmuş özgür bir Filistin’dir. Filistin’de cennetin, Filistin’de ölmenin oraya özgü, farklı bir anlamı vardır. Onları dinlediğinizde bu bütün çıplaklığıyla açığa çıkar. Cehennem ise Filistin toprakları değil bu toprakların İsrail tarafından dönüştürüldüğü biçimin adıdır ve buranın zebanileri İsrail askerleridir. İsrail, Cenin’i taş devrine geri götürmeye yemin etmiştir. Binaların çoğu yerle bir edilir, tamamen yıkılmayanlar oturulamaz haldedir ancak yıkamadıkları şey bir halkın inadıdır. Onların evlerini yıkabilir, kaplarına işeyebilir, paralarını çalabilir, bütün birikimlerini yokedebilirsiniz; ve hatta bir evin avlusundaki incir ağacını, muz ağacını, portakal ağacını da sökebilirsiniz fakat ağaçlar büyümeye, evler yeniden inşa edilmeye devam edecektir… Filistin halkı da yemin etmiştir.

Filistinli çocuklar belki de yeryüzünde başka toplumlarda görülmeyen özel bir çocukluk biçimi geliştirmişlerdir. ‘En büyük korkumuz çocuklarımızın ağır bir travmaya maruz kalmasıydı’ diyor bir Filistinli. Ancak korkuları gerçeğe dönüşmez, çocuklar travmayı kolayca atlatarak bir halkın geleceğini garantiye alan bireylere dönüşürler. Başka bir açıdan, örneğin batılı bir psikiyatrın bakış açısından, bu çocukların ağır bir baskı, şiddet, korku altında yaşamaya devam ederek doğal olmayan davranışlar geliştirdikleri söylenebilir. Onları birer intihar bombacısına dönüştüren şey Adonis’in dizelerinde saklıdır. Modern psikiyatrinin kantarına vurulamayacak olan şey zulüm altında yaşayanların dikbaşlılığının, inatçılığının ve haklılığının yarattığı halet-i ruhiyedir. Bu ruh hali onların tanklara attıkları taşlarda cisimleşir. Bu zayıfın güçlü karşısında başvurduğu son savunma biçiminin değil, her ne koşulda olursa olsun bir halkın var olmaya, yaşamaya, yaşatmaya olan inancının ifadesidir. Onlar mağdur değil mağrurdur. Acılarını çoğaltan şey ise İsrail askerlerinin yaptıklarından çok herşeyin dünyanın gözü önünde olup bitmesine rağmen diğer halkların duyarsızlığıdır. Arap aleminin riyakarlığını artık kanıksamışlardır. Ne din kardeşliği, ne etnik kardeşlik ne de uygar dünyanın hümanist duyarlılığı Batı Şeria’nın bu kentinde yaşananlara karşı ortak bir tavır almaya yeterli olmuştur.

Filistin’de kadınların özel bir yeri var. Onlar yalnızca çocuklarını halkına bağlı cesur bireyler olarak yetiştirmekle kalmıyorlar aynı zamanda kendi halklarının soyunun devamı için önemli bir işlevi yerine getiriyorlar. Film boyunca düşüncelerine yer verilen 10 yaşlarındaki küçük bir kız şimdiden halkının gelecek nesillerini doğurmaya ve yetiştirmeye hazır olduğunu ifade eder üstüne basa basa. Cesur, İsrail askerinden kesinlikle korkmuyor, halkına ve kendine inanıyor, kararlı. Uygar dünyanın çocuklara yönelik riyakar bakışından azade. Henüz oyuncaklarıyla oynaması, çocukluğunu yaşaması, okuluna gidip gelmesi gereken ve beklenen bir yaşta, uygar dünyanın sağır duygusallığının görmek istediğinin aksine bir militan. Belki pek yakında ölecek ama ölmeden önce savaşmaya kararlı. Belki ona düşmanın yalnızca İsrail olmadığını anlatacak kimse olmayacak ama her Filistin’li gibi o da asıl düşmanın Bush, BM ya da başkaları olduğunu yaşayarak öğrenecek.

Aynı zamanda tiyatro oyuncusu olan ve İsrail’de yaşayan bir Filistinli olan Mohammed Bakri, Cenin Cenin adlı belgesel filminde İsrail’in 2002 yılında geniş çaplı bir katlima giriştiği Cenin kampında dolaştırır kamerasını. Baştan aşağı yıkılmış bir kentin sokaklarında dolaşır, oranın insanlarıyla konuşur. Filmi, çekim sürecinde İsrail askerleri tarafından öldürülen prodüksiyon amiri İyad Samoudi’ye adar. Filmin gösteriminin ardından yaptığı kısa konuşmasında barışın mutlaka geleceğini söyler. Barış, eğer mutlaka gelecekse, bu Filistin halkının direnişinin bir sonucu olacaktır. Uygar dünyanın, islam aleminin ya da BM’nin barış sürecine bir katkısının olmayacağı açıktır. Katliamdan sonra tarafların takındığı tutum bunu göstermektedir. İsrail devletinin remi raportörüne dönüşen BM, Cenin katliamından sonra ölü sayısını 52 olarak tespit ederken Filistinli yetkililer en az 500 ölünün olduğunu iddia etmişlerdir. Mohammed Bakri bize ölüleri saymanın anlamsızlığını gösterir. Resmi raporlar yaşananları nicelleştirerek yıkımın boyutlarını kabuledilebilir sınırlara çekmeye çalışmaktadırlar. İsrail tarafı ise Cenin’i inkar etmeye devam etmektedir. Katliamdan 4 yıl sonra Radikal gazetesinin 25.07.2006 tarihli sayısında Sever Plocker imzasıyla yayınlanan yorum-yazı ibret vericidir. “Bir süre kararsız kaldıktan ve dengeli tutum sergilemek için kısa soluklu gayret gösterdikten sonra, dünya çapındaki sol gruplar yine ‘Cenin sendromu’na kapıldı. Kısaca hatırlarsak, dünyanın önde gelen gazeteleri 2002 baharında Batı Şeria’nın Cenin kentindeki çatışmaları binlerce Filistinlinin İsrail ordusu tarafından katledilmesi diye nitelemişti. Tüm dünyada televizyon ekranlarında boy gösteren Filistinli ‘görgü tanıkları’, İsrail askerlerinin asla yapmadığı korkunç eylemlere dair detaylar vermişti. Yıkılmış binaları ‘kanıt’ olarak arkalarına alan gazeteciler, kameralar önünde İsrail’in acımasızca tüm kenti ve yanındaki mülteci kampını yerle bir ettiğini duyurmuştu.

İnsan hakları örgütleri ve BM’nin Filistinlilerin iddialarını çürüten raporlar yayımlaması aylar aldı. Sonuçta Cenin’de etnik temizlik yapılmadığı, hastanelerin bilinçlice tahrip edilmediği ortaya çıktı.” Elbette inkar edecekler, koskoca dünyanın Filistin halkı tarafından kandırıldığını iddia edecekler. Cenin, kimin aritmetiğinin daha kuvvetli ya da doğru olduğunu kanıtlayabileceği bir yer değildir. Filistin, sessiz kalındığı sürece dünyanın herhangi bir köşesinin de her an benzeri yıkımlarla karşı karşıya kalbileceğini gösteren bir ülkedir. İşte Afgan halkı, Irak halkı, Lübnan halkı aynı emperyalist politikalar sonucu ağır bir yıkımla karşı karşıya kalmışlardır. Aynı şeylerin ülkemizde de yaşanmayacağının garantisi yoktur. Yalnızca mazlumun yanında olmaya dayanan riyakar bir yaklaşımla Filistin’e bakanlar birgün ansızın benzeri bir yıkımla karşılaşabileceklerini unutmamalıdırlar.

Cenin Cenin, 9. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali’nin açılış filmiydi. Lübnan’a asker göndermeyi herkesten fazla savunan AKP hükümetinin Kültür Bakanı Atilla KOÇ da festivalin açılış gecesindeydi. Cenin Cenin’in gösteriminden önce konuşma yapmak için kürsüye geldi. O kürsüye çıkar çıkmaz bütün salon protesto etmek için bakanı alkışlamaya ve ıslıklamaya başladı. Salonun büyük kısmı arkasını dönerek alkış ve ıslık eylemine devam etti. Bakan herşeye rağmen iktidar koltuğuna yapışan insanların pişkinliğiyle konuşmaya devam etti. Söyledikleri duyulmamasına rağmen konuştu. Kapalı, karanlık bir salondaki protestoyu önemsememiş olabilir. Nitekim arkadaşımız Nezih’in de söylediği gibi, bu seçkin protesto bakanın yeniden seçileceğinin bir göstergesi de olabilir. Bizler izleyici olarak tepkimizin bu karanlık salonun dışına nasıl taşacağını düşünmek zorundayız. Filistinli kardeşlerimiz ülkelerinde yaşanan yıkımı bulabildikleri her yoldan anlatmaya, sağır kulaklara haykırmaya devam edecekler ancak bizler bu girişimleri bir festival etkinliğinin dar kalıpları içine hapsederek ve karanlık bir salonda artık pek ciddiye alınmayan bir bakanı yuhalayarak yetinirsek bütün dünyanın paylaştığı riyakar duyarlılığa ortak olmakla kalırız ancak, o kadar.