Türkiye’de Sinema Eğitimi
Selahattin Yıldız /
Türkiye’de sinema eğitimi 1970’li yılların başından itibaren gündeme gelir. İlk sinema okulu; 1975 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı olarak kurulan Prof. Dr. Sami Şekeroğlu başkanlığındaki Sinema-TV Enstitüsü olur. Enstitü 1982 YÖK Yasası’yla birlikte Mimar Sinan Üniversitesi’ne bağlanarak Sinema-TV Uygulama ve Araştırma Merkezi adını alır. Bu merkeze bağlı Sinema-TV Ana Sanat Dalı’nda 4 yıllık lisans eğitiminin yanında yüksek lisans ve doktora düzeyinde de eğitim verilmektedir. MSÜ Sinema-TV 16 mm. ve 35 mm. film banyo ve montaj üniteleriyle sektöre de hizmet veren bir kurum kimliğindedir. Klasik sinema eğitimini verme eğilimindeki okul, kuramsal ve uygulamalı eğitimi birlikte götürür. Teknik altyapı sorununu bir ölçüde çözmüş görünen MSÜ Sinema-TV; 1962 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi öğrenci ve öğretim görevlileri tarafından kurulan “Klüp Sinema 7”nin film arşivi oluşturma çalışmalarının sonucu olarak, günümüz Türkiyesi’nin en zengin film arşivine sahip bir kurum olma özelliğine de sahip olmuştur.
Türkiye’de ikinci kurum olarak sinema alanında eğitim vermek amacıyla 1975 yılında Prof. Dr. İnal Cem Aşkun’un başkanlığında Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı Sinema ve Televizyon Yüksek Okulu kurulur. 1970’lerde kapalı devre televizyon yayını ile başlayan kuruluş süresi Eskişehir bölgesine televizyon yayınlarının başlatılmasıyla ivme kazanır. 1974 yılında Almanlar’ın yaptığı renkli yayın sistemleri yardımıyla güçlü bir teknik altyapı oluşur ve kuruluş için gerekli ortam hazırlanır.
Dört yıllık lisans eğitimi vermek üzere yalnız Sinema-TV bölümüyle eğitime başlayan Eskişehir Sinema-TV, kuruluşundan kısa bir süre sonra İletişim Birimleri Fakültesi adını alır. 1982 yılında Açık Öğretim Fakültesi’ne bağlanan Eskişehir Sinema-TV; yeni açılan “Reklamcılık ve Halkla İlişkiler”, “İletişim Sanatları” ve “Basın Yayıncılık” bölümleriyle birlikte dört farklı bölüm çatısı altında toplanır. 1980’den itibaren yüksek lisans ve doktora alanında eğitim vermeye başlayan Eskişehir Sinema-TV 1998 yılında İletişim Bilimleri Fakültesi adını alarak, aynı adlı bölümlerle eğitime devam etmektedir.
Eskişehir Sinema-TV; diğer sinema okullarına göre sahip olduğu televizyon stüdyoları ve teknolojisiyle teknik altyapı sorunlarını büyük ölçüde çözmüştür. Öğrencilerine sunduğu teknik olanakların yanında, özel sektöre de hizmet vermektedir.
Eskişehir Sinema-TV, ikinci sınıftan itibaren öğrenciye sunduğu seçimlik ders-lerle, öğrencilerin bir ölçüde istedikleri branşlara yönelmelerine olanak sağlamaktadır.
Türkiye’de sinema alanında eğitim vermek üzere 1976 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi çatısı altında, Prof. Alim Şerif Onaran tarafından kurulan Ses ve Gösteri Sanatları Fakültesi, üçüncü kurum olarak yerini alır. Sinema-TV, Müzik ve Tiyatro Bölümlerinden oluşan Dokuz Eylül Ses ve Gösteri Sanatları Fakültesi 1982 yılında YÖK Yasasıyla birlikte Güzel Sanatlar Fakültesi çatısı altında, plastik sanatların değişik bölümleriyle birlikte 4 yıllık lisans eğitimi vermek üzere örgütlenir. İzmir Sinema-TV, aynı zamanda yüksek lisans ve doktora alanında da eğitim vermektedir.
Ülkemizin üçüncü büyük kenti ve eşsiz doğal güzelliklerine sahip bir köşesinde yer alan Dokuz Eylül Sinema-TV Bölümü’nün teknik altyapısı, yayın standartlarında televizyon teknolojisi üzerine kurulmuştur. Ülkemizde kurumsal alanda önemli bir yere sahip olan kurumun uygulamalı eğitim yapma olanakları da mevcuttur. Sahip olduğu teknolojiyle eğitimin yanında, özel sektöre de hizmet veren İzmir Sinema-TV, yeni kurmaya başladıkları stüdyolarla bu olanaklarını daha da geliştirecektir.
İzmir Sinema-TV ilk yıl tüm öğrencilere ortak dersler vermekte, ikinci sınıftan itibaren seçimlik dersler kanalıyla Senaryo, Görüntü ve Yönetim dallarından herhangi birine yönelinerek uzmanlaşma olanağı da elde edilmektedir.
Sinema-TV alanında eğitim vermek üzere 1982 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü, Prof. Dr. Zafer Doğan başkanlığında dördüncü kurum olarak sinema eğitimindeki yerini alır. Sanat, kültür ve ticaret merkezi İstanbul’da ikinci bir Sinema-TV bölümü kurulması önemli bir adım olmuştur. Dört yıllık lisans eğitimi vermek üzere kurulan Marmara Sinema-TV Bölümü 1991 yılından itibaren Yüksek Lisans ve Sanatta Yeterlik eğitimi de vermektedir. Sanatta Yeterlik diğer bölümlerden farklı olarak Marmara Sinema-TV Bölümü öğrencilerinin tez çalışmalarında, bilimsel çalışma yerine sanatsal çalışmaların baz alınmasını getirmiştir.
Kurulduğu günden itibaren teknolojik altyapısı zayıf kalan Marmara Sinema-TV bu zaafiyetini günümüzde de aşabilmiş değildir. 1991 yılında Sinema-TV Bölümü’nün katkılarıyla açılan ve bu bölümün eğitim olanaklarını geliştirmek amacıyla kurulan Marmara Film Televizyon Stüdyoları, yayın standartlarına sahip profesyonel çekim stüdyosu, dublaj ve montaj üniteleriyle hizmete girmiş; ancak, kısa zamanda Sinema-TV Bölümü’nün eğitim kalitesini yükseltmek hedefinden uzaklaşmıştır.
Klasik sinema eğitiminin üstüne, özgün çalışmaları destekleme eğilimindeki Marmara Sinema-TV Bölümü, televizyon teknolojisiyle uygulama ağırlıklı bir sinema eğitimi vermekte, kültür başkenti İstanbul avantajlarını kullanmayı planlamaktadır. Diğer okulların aksine Marmara Sinema-TV Bölümü’nde öğrencilerin yönelimine dönük seçimlik dersler yoktur. Eğitim Sinema-TV Ana Sanat Dalı çatısı altında yapılmaktadır. İleriye dönük olarak güçlü teknolojik altyapı oluşturma ve “Senaryo”, “Yönetim” ve “Görüntü Yönetmenliği” Sanat Dalları’nın açılma çalışmaları yapılmaktadır.
Bu dört sinema okulunun dışında Yozgat, Kayseri, Mersin ve Antalya Akdeniz Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Fakülteleri çatısı altında Sinema-TV Bölümleri açılarak, sinema eğitiminin metropollerin dışında Anadolu’ya yayılma eğilimi sergilemeye başladığı görülmektedir.
Devlet Sinema okullarının dışında özel üniversitelerin de son yıllarda sinema eğitimine yöneldikleri görülmektedir. Beykent, Bahçeşehir ve Bilgi Üniversiteleri Sinema-TV Bölümlerini açmışlardır. Beykent Üniversitesi Sinema-TV bölümünün Güzel Sanatlar Fakültesi çatısı altında; Bahçeşehir ve Bilgi Üniversiteleri İletişim Fakültesi çatısı altında kurmuşlardır. Bu okulların kontenjanları çoğu zaman açık kalmakta, merkezi sınavdan çok düşük puan alan ve devlet okullarına giremeyen öğrenciler, buralara yönelmektedirler. Öğrenci kalitesinin eğitime getireceği katkılar gözardı edilmemelidir. Devlet okullarının başarısının altında yatan en büyük etken budur.
Yukarıda adı geçen bölümlerin herbirini sinema sanatının eğitimini veren kurumlar olarak düşünmek gerekir. Türkiye’de bu okulların dışında İletişim Fakültesi çatısı altında Radyo-Televizyon-Sinema bölümleri olarak örgütlenen birimler de vardır. Hem devlet hem de özel üniversitelerde bu ikili yapı mevcuttur. Ancak İletişim Fakültesi bünyesinde kurulan bu okullar, sinemaya “sanat”tan çok bir “bilim” dalı olarak yaklaşma eğilimindedir. Dolayısıyla sinema onlar için teknolojik yetenekleri olan bir iletişim aracı konumundadır. Oysa Güzel Sanatlar bünyesindeki sinema bölümleri için sinema öncelikle bir sanattır. Bu bölümler, sinemaya “neyi, nasıl, neyle anlatacak” çizgisinde yaklaşmaktadır. Türkiye’de sinema sanatının eğitimini veren kurumlar olarak yukarıda adı geçen dört bölümün öncelikli olarak ele almak gerekir.
Bazı ülkelerden örnekler
Türkiye’de 1970’li yıllarda başlayan sinema eğitimi dünya ölçeğinde 1900’lü yılların hemen başında gündeme gelmiştir.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nde Devlet Sinema Enstitüsü (VGIK) 1918 yılında kurulmuştur. Fransızların Sinema Okulu IDECH, İngilizlerin Brighton, London Film School, Almanlar’ın Berlin Film Akademisi, sinema eğitimine çok önceden başlamışlardır. Köklü bir geçmişe sahip olan bu kurumların teknoloji sorunu yoktur. Bizdeki gibi sanat-bilim bazında bir kaos yaşanmaz. Her dalın ayrı bir birimi vardır. Söz gelimi VGIK en üst birimdir. Bu okula bağlı, Görüntü Yönetmenliği Fakültesi, Yönetmenlik Fakültesi, Yazarlık Fakültesi, Sinema Ekonomisi ve Sanat Yönetmenliği Fakülteleri vardır. Görüldüğü gibi VGIK bağımsız bir birimdir. Kendi bütçesi vardır. Yalnızca sinema sanatının eğitimini vermek ve bu alanda kurum oluşturmak üzere örgütlenmiştir.
Colombia Üniversitesi’ne bağlı School of the Arts, Güzel Sanatlar Okulu olarak örgütlenmiş; “Sinema”, “Senaryo”, “Görüntü Sanatları” ve “Oyunculuk” birimlerine bölünmüştür.
Dünyadaki tüm örneklerde sinema okullarının, sinemanın yan dallarına bölündüğü görülmektedir. Bu okullar öncelikle sinema ve televizyon ayrımlarını ilk baştan yapmışlardır. Sinema birimleri adı altında Görüntü, Senaryo, Yönetmenlik, Oyunculuk, Sanat Yönetmenliği ve Film Eleştirisi bölümleri oluşturulmuştur. Televizyon birimleri adı altında ise Televizyon Yapımcılığı, Aktüel ve Stüdyo Kameramanlığı, Televizyon Haberciliği, İletişim Kuramları, Televizyon Yazarlığı vb. bölümlerin oluşturulduğu görülür. Son yıllarda da Görüntü Sanatları adı altında televizyon ve video teknolojilerine ilişkin yapılanmaların oluşturulduğu görülmektedir. Her koşulda sinema ve televziyonun, farklı birimlerde eğitim vermek üzere örgütlendiği evrensel ölçekteki bir gerçekliktir.
Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de benzer bir ayrımlaşmanın oluşturulması, bilim – sanat, iletişim aracı – sanat karmaşasını üreten yaklaşımların da sona ermesi, kaotik yapının çözülmesini getirecektir.
Sorun
Türkiye’de sinema eğitiminin en önemli sorunu, bu alanda eğitim veren bölümlerin yerleşik kurumsal bir kimliğe sahip olmayışlarıdır. Kuşkusuz Türkiye’de sinema eğitiminin çok kısa bir geçmişinin olması bu sorunun en önemli nedenlerinden birisidir. Bu yüzden köklü bir gelenek oluşmamış ve standarda gidilmemiştir. Varolan Sinema-TV Bölümleri arasında koordinasyon yoktur. İlişkiler son derece zayıf ve işbirliğine istekli değildir. Öncelikle kurumlararası ilişkiler geliştirilmeli, sorunların konuşulabileceği ortak platformlar oluşturulmalıdır. Böylesi bir işbirliği sonucu Sinema-TV Bölümleri sorunlarının çözümlerini, eğitimlerinin planlanmasını, sınav sistemlerini, hedeflerini ortak bir taslak halinde üst mercilere aktarabilir, üst birimlerin bu yönelimler üzerinde çalışma yapma gereğini de ortadan kaldırmış olurlar. Bu işbirliği yapılmadığı sürece tepeden bir takım çözümler empoze edilmeye devam edilecektir.
Sinema-TV Bölümleri 1998 yılından beri Merkezi Yerleştirme sınavı ile öğrenci almaktadır. Bu tamamen Sinema-TV Bölüm yöneticilerinin inisiyatifi dışında verilmiş bir karardır. Türkiye dışında dünyanın her yerinde sinema okulları, öğrencilerini özel yetenek sınavları ile seçmektedir. İlgisi ve yeteneği olmayan öğrencinin üstün matematik bilgisinin onları sinemacı yapmaya yetmeyeceği ortadadır.
Bu kararın alınmasında özel yetenek sınavlarında subjektif değerlendirmeler yapıldığı yargısının etkisi olduğu söylenmektedir. Bununla birlikte İletişim Fakülteleri’nin çatısı altında da Radyo-TV-Sinema başlıkları altında bölümlerin olması sanat eğitimi veren okullar ile bilim eğitimi veren okulların aynı kefeye konduğu ya da buradaki ayrımın gözardı edildiğini düşündürmektedir. Kaldı ki Sinema-TV Bölümleri arasındaki koordinasyonsuzluk merkezden alınan böyle bir karara ortak bir karşı çıkış yapılmasına da engel olmuştur. Hatta merkezi sınav sistemiyle öğrenci alınmasının belki de daha yararlı olduğu en azından bu öğrencilerin IQ’larının yüksek olduğu yönünde düşünceler de ileri sürülmektedir. Herşeye karşın tüm bunlar; Sinema-TV Bölümleri’ne merkezi sınav sistemiyle öğrenci alınması yanlışını düzeltmeye yetmez.
Sinema-TV Bölümleri’ne merkezi sınavla öğrenci alınması kararı, 1998’de çıktığı zaman, Güzel Sanatlar Fakülteleri’nin diğer bölümlerine de (Resim, Heykel, Seramik, Grafik, İç Mimarlık vb.) aynı yöntemle öğrenci alınması planlanmıştı. Bu kararın içine eğitim fakültelerinin ve spor akademilerinin ilgili bölümleri de dahil edilmişti. Sinema-TV Bölümleri’ne merkezi yerleştirme ile öğrenci alınması, bu kararın ilk adımı olmuştur. Korkarım ki, ikinci adımın atılma süreçleri de başlamıştır. Merkezi yerleştirme ile öğrenci alınması bir süre sonra Sinema-TV Bölümleri’ni kapatılma gerçeği ile karşı karşıya bırakabilir.
Sinema okulları özel yetenek sınavlarıyla öğrenci aldıkları dönemde Marmara Sinema-TV dışındakiler, merkezi sınavdan alınacak 140 puan barajını getirmişlerdi. Marmara Sinema-TV, öğrencinin merkezi sınavda ikinci aşamaya geçmesini yeterli görüyordu. Genellikle üç aşamada yapılan bu sınavların birinci aşamasında öğrencilerin sinemayla olan ilgilerini ölçmeye dönük çoktan seçmeli 50-100 soruluk bir sınav yapılıyordu. Bu sınavdaki sorular ağırlıklı olarak öğrencinin Sinema-TV genel kültürünü ölçmeyi amaçlar; ayrıca Sanat Tarihi, Mimari, Edebiyat, Heykel, Resim ve aktüaliteyi kapsayan sorularla öğrencilerin genel kültür düzeyleri de değerlendirilirdi. İkinci aşamada ise, öğrencilere sinematografik birikimlerini ortaya çıkaracak kısa bir sinemasal öykü, görsel algı ve görüntü kurgulama sınavı yapılırdı. Sözlü görüşmeden oluşan üçüncü aşamada ise öğrencinin çeşitli alanlarda yapmış olduğu çalışmalar; senaryo, kısa film, fotoğraf gibi sinemadaki sanatsal aktivitelerini içeren bir dosya değerlendirmesi şeklinde olmaktaydı. Bu üç aşamadan geçen öğrenciler Sinema-TV bölümlerine kabul edilirlerdi. Bu aşamalar sonucu okullara kabul edilen öğrencilerin öncelikle sinemaya olan ilgileri ölçülmekte, arkasından yapılan yetenek sınavlarıyla da öğrencilerin yaratıcı yönlerinin saptanması olanaklı hale gelmekteydi. Geçmişte Türkiye’de dört sinema okulu da birbirine benzer yöntemlerle bölümlere öğrenci kabul etmişlerdir. Kaldı ki dünyadaki sinema okulları da aynı yöntemle öğrenci almakta, bizden farklı olarak sınav süresi yarım bir döneme yayılmakta, aday öğrenci okula belirli bir süre öğrenci gibi devam etmekte ve bu sürede göstereceği performans okula kabulünü sağlamaktadır.
Özel yetenek sınavı ile öğrenci aldıkları dönemde Marmara Sinema-TV 15 öğrenci, Mimar Sinan Sinema-TV 10 öğrenci, Eskişehir Sinema-TV 30, İzmir Sinema-TV 30 öğrenci almaktaydılar. Merkezi sınavla birlikte Marmara Sinema-TV’nun kontenjanı 30’a, Mimar Sinan Sinema-TV’nun kontenjanı 20’ye çıkmış, İzmir ve Eskişehir Sinema-TV kontenjanlarında herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. YÖK bu kontenjanları ayrıca %10 fazlasıyla doldurmaktadır.
Plastik sanatlara giriş sınavı için nasıl bir matematik sınavı koşulu düşünülemiyecekse sinema okulları için de aynı şey geçerlidir. Bu sınav sistemi devam ettiği sürece, sinema okullarını besleyen yaratıcı kaynak kısa sürede kuruyacaktır. Böyle bir yapıda uygulama yapma olanağı yoktur. Öğrencilerden proje üretmelerini, kısa film yapmalarını beklemek – sınıf geçmek için zorunlu bile olsa – mümkün değildir. Bu okullar da kısa sürede laf üreten, ezberci, kuru bilgilerin tekrarlandığı sinemayla yalnızca kuramsal boyutta ilgilenen bölümlere dönüşecek, giderek “sinema-sanat”tan İletişim Fakültelerinde “bilim-sinema” formas-yonuna evrimleşeceklerdir. En azından gelinen aşamada bu tehlike gözle görünür yakınlıktadır.
Merkezi sınav ile birlikte Sinema-TV bölümlerinin öğrenci kontenjanı anormal boyutta arttırılmıştır. Uygulama ağırlıklı, yaparak öğrenme sistemine dayalı sinema eğitiminin yüksek sayıdaki öğrenciyle götürülebilme olanağı yoktur. Sinema okulları için ideal kontenjan sayı 10 öğrencidir. Bu sayının üzerine çıkıldıkça, uygulamadan, yapmaktan, üretmekten, dolayısıyla öğrenmekten ve eğitimden uzaklaşılacaktır. Öğrenci sayısının arttığı durumlarda ise teknolojiyi sayısal olarak aynı oranda arttırmak ve sınıfları bölmek bir zorunluluk olarak ortaya çıkar.
Sinema eğitimi için olmazsa olmaz koşullardan bir diğeri teknolojik yatırımdır. Teknoloji altyapısını tamamlayamayan bölümlerde öğrencilerin yaratıcı süreçlerine temel oluşturacak altyapı bilgileri oluşamayacaktır. Film kurgu, kurgu masası olmadan, video kurgu, elektronik ve bilgisayar kurgu seti olmadan bir yere kadar verilebilir. Görüntü estetiği, çerçeveyi oluşturmada temel unsur olan kameralar kullanılmadan anlatılamaz. Film banyo, banyo üniteleri olmadan verilemez. Dolayısıyla bu bölümlerin açılması aşamasında karar vericilerin teknolojik altyapılarını çözümlemiş olmaları gerekir. Açılma kararı ve-rilmiş ise teknoloji yatırımları tamamlanana kadar öğrenci alınmamalıdır.
Sinema, fotoğraf, müzik, seramik eğitiminde üretim teknolojileri büyük önem taşır. Adı geçen bölümlerin eğitimi de proje üretimi, üretim, uygulama temeli üzerine oturduğuna göre, gerekli teknoloji olmaksızın üretim şansı yoktur. Kaldı ki, üretim için teknoloji gereklidir ve o teknolojinin de öğrenilmesi olmazsa olmaz bir kuraldır. İşte bundan dolayı antik Yunan’dan beri zanaat-sanat çatışması süregelmiştir. Sanatı icra etmek için önce tıpkı bir zanaatçı gibi teknolojiye egemen olmak gereklidir. Öğrencinin tüm yaratıcı süreçleri bundan sonra dev-reye girer ve girecektir. Dolayısıyla teknolojik altyapı tamamlanmadan gi-rişilen sinema eğitiminde öğrenciyi yaratıcı süreçlere taşıyacak basamaklar eksik kalacaktır.
Dünya örneklerinde görüldüğü gibi sinema ve televizyon ayrımı çok önceden konulmuştur. Kuşkusuz bunda televiz-yonun çok sonraları icad edilmesinin önemli bir rolü vardır. Ancak unutulmamalı ki televizyon icad edildikten sonra da dünya ölçeğindeki sinema okulları bünyelerine televizyon ismini katmamışlardır. Bunun yerine “Görüntü Sanatları” adı altında yeni bağımsız bölümler kurulmuş ve televizyon eğitimi ve televizyona tasarı düzeyindeki yaklaşımlar buralarda karşılık bulmuştur. Bunun için ayrıca “Communication Faculty” adı altında örgütlenmelere gidilmiş, televizyon, ağırlıklı olarak burada kendine bir yer bulmuştur.
Türkiye’de de yapılması gereken sinema eğitiminde varolan sinema ve televizyon beraberliğine bir son vermektir. Sinema eğitimi veren birimler öncelikle “Sinema Fakülteleri” gibi benzer adlar altında bir örgütlenmeye gitmelidir.
Günümüzde Güzel Sanatlar Fakültelerine bağlı Sinema-TV bölümleri kendi bütçesi ve yatırım olanakları olmayan, daima diğer bölümlerin öncelikleriyle çatışmak durumunda kalmaktadır. Belirli merkezlere bağlı küçük birer birim olamayacak kadar önü açık, popüler ve çağımızın sanatı olan sinemanın bağımsız, kendi bütçesi olan birimlere dönüşmesi gereklidir. Böyle bir yapılanma bu bölümlerin teknoloji altyapılarını daha baştan çözümleyecektir.
Günümüz ücret politikalarıyla sinema bölümlerine taze kan bulmak son derece güçleşmiştir. Özellikle büyük kentlerdeki sinema okullarına asistan bulmak neredeyse olanaksız hale gelmiştir. Sinema okulları bugün yaygın olarak sektörden gördükleri destekle eğitimlerini sürdürmektedir. Sinema okullarında varolan eğitim kadrosu ağırlıklı olarak dışarıda birşeyler yapmanın peşinde koşmakta, böylece bölünen öğretim elemanı kendini yeterince eğitime verememektedir. Bir görüntü yönetmeninin bir günlük ücreti düzeyindeki öğretim üyeleri ücretleri düzeltilmediği sürece bu durumun giderilmesi de olanaklı görünmemektedir.
Asistanlığa girişte yüksek lisans ve doktora eğitimine kabulde getirilen yabancı dil sınavı ve “LES” sınavı olası başvuruların da önünü tıkamaktadır.
Öneri
Sinema okulları sanat eğitimi verme iddiasında olduklarına göre bu okullar evrensel ölçekte olduğu gibi mutlaka sinema – televziyon beraberliğine bir son vermeli, sinema başlığı altında örgütlenmelidirler.
Sinema okullarına 1998’den beri merkezi sınavla öğrenci alınmaktadır. Bu duruma biran önce son verilmeli, bu okullarda ’98 öncesinde olduğu gibi özel yetenek sınavlarıyla öğrenci alınması uygulamasına geri dönülmelidir. Böylece bu okulları iletişim fakülteleriyle karıştıran öğrenciler, bu okulları seçmeyecek, gerçekten ilgili ve yetenekli öğrencilerin bu okullara gelmesinin önü açılacaktır. Yapılacak özel yetenek sınavlarında da evrensel ölçüleri gözönünde tutularak, mutlaka sinema sanatının formas-yonunu irdeleyecek bir sınav yöntemiyle öğrencilerin bu alandaki ilgi ve yetenekleri ölçülmelidir.
Sinema okullarına alınacak öğrenci sayılarında asla taviz verilmemeli, ideal 10 öğrenci sınırı aşılmamalıdır. Bu sınırın aşılması ancak teknolojik yeterlik sözkonusu olduğunda gündeme gelmelidir.
Yeni sinema okulları açılmadan önce mutlaka teknolojik altyapı yatırımları tamamlanmalı, ancak bu aşamadan sonra öğrenci alımına gidilmelidir.
Teknolojisi son derece pahalı olan bu bölümler iktisat fakülteleri gibi açılmamalı, sektörün ihtiyaçlarının dışında belirli sayının üzerinde sinema okulunun açılmasının önüne geçilmelidir.
Paralı eğitimle birlikte gündeme gelen özel üniversitelerin sinema okullarının da özel yetenekle öğrenci alması sağlanmalı, bu sınavlarda para tuzağına düşmeden, sınavların belirli bir nitelikte yapılması, bu okullara parası olanın değil, yalnızca ilgili ve yetenekli olan öğrencilerin kabul edilmesi koşulları yaratılmalıdır.
Sinema okulları Güzel Sanatlar Üniversitelerine bağlı sinema fakülteleri şeklinde örgütlenmelidir. Bunun olmadığı durumlarda sinema okulları Sinema Enstitüsü veya Sinema Araştırma Uygulama Merkezi olarak ilgili bakanlıklara direkt olarak bağlanmalıdır. Bu çatıların altındaki sinema okulları yan dallardan oluşturulacak fakülte veya bölümlerle oluşumlarını tamamlamalıdır. Bu bölümler öncelikle “Senaryo”, “Yönetim”, “Görüntü Yönetmenliği”, “Eleştiri”, “Sanat Yönetmenliği” ve “Oyuncu Yönetimi” şeklinde olmalıdır. Bölümlere öğrenci kabulleri daha başlangıçta özel yetenek sınavı ile belirlenmeli, bölümlerde öğrencinin zorunlu olarak alması gereken dersler dışındaki dersleri öğrencinin seçmesine olanak tanınmalıdır.
Bu okullar mutlaka güçlü bir teknolojik altyapıya sahip olmalı, öğrencinin yapmakla yükümlü olduğu sınıf geçme ve okul bitirme tez projelerine okul tarafından her türlü destek verilmelidir. Bu projelerin maddi olarak desteklenmesinde Kültür Bakanlığı mutlaka devreye girmeli, yerel yönetimlerin de kültür fonlarından yararlanma yollarına gidilmelidir.
Doğru sınav yöntemi, doğru öğrencinin seçilmesi, doğru yatırım, doğru örgütlenme çağımız sanatı olan sinema eğitiminin olmazsa olmaz koşullarıdır. Yaşadığımız enformasyon çağında herşey hareketli görüntü kanalıyla oluşturulmaktadır. Sinema dilini doğru öğrenen öğrencilerin diğer alanlarda başarılı olma şansı çok daha yüksektir. Televizyon, reklam ve bilgisayarın etkin kullanımında başvurulan yegane kaynak sinemanın dilidir.
* Doç.Dr./ Marmara Ünv. Güzel Sanatlar Fak. Sinema-TV Bölüm Bşk.
(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 7. sayısında yayınlanmıştır.)