Eduardo Antin Söyleşisi: Eleştirmen Arjantin Sinemasına Bakıyor

Eduardo Antin (quintin)

Seray Genç – Yusuf Güven /

Her ne kadar, festivalde jüri üyesi olduğunuzu, Buenos Aires film festivalinin düzenleyicilerinden olduğunuzu bilsek de, ilk önce kendinizi biraz daha tanıtmanızı istiyoruz.

Biliyorum, orada matematikçi olduğumdan falan söz ediliyor. Aralık 1991’de ben, karım ve bir arkadaşım, basında çıkan sinema eleştirilerinden gına geldiği için bir sinema dergisi çıkarmaya karar verdik. Şimdi 10. yıldönümümüzü kutlamak üzereyiz. Dergimizin ismi “el Amante del Cine”. Jean Jacques Annaud’nun filmiyle bir ilgisi yok. O film daha sonra, 1992-93’te çekildi. Kötü bir filmdi. Derginin ismine gölge düşürdü.

Dergiyi çıkarmaktaki motivasyonunuz neydi?

Geçmişe baktığımda, dünyanın hiç bir yerinde iyi bir “iş” sayılmayacak, amatör bir sinema dergisi çıkarmak, biliyorsunuz sinema yazarları çok daha profesyonel çalışıyorlar, bir tür çılgınlık. Ben çocukluğumdan beri film izliyorum ama yazmak gibi bir deneyimim olmamıştı. Keza arkadaşım da aynı şekilde. Çok naif bir biçimde başladık.

Genel olarak 3. dünya sinemasına, özelde Latin Amerika sinemasına dergimizde yer veriyoruz. Manifestoları yayınladık.

Latin Amerika sinemasından hangi yönetmenleri izlediniz, beğeniyorsunuz?

Rocha, Solanas filmlerini izledik, daha yakın bir tarihten Puenza ve Walter Salles’ı sayabilirim en başta. Latin Amerika sineması ve tarihiyle ilgileniyoruz gerçekten. Sinema deneyimlerine, toplumla kurdukları ilişkiye değer veriyoruz. Bu yılki festivalde Arjantin filmlerini takip etmeye çalışıyoruz özellikle.

Şimdi biz de bir şeyler sormaya başlayabiliriz sanırım. Arjantin sinemasının 90’ların ikinci yarısıyla birlikte bir atılım yaptığını görüyoruz. Son bir kaç yıldır hemen hemen her festivalde Yeni Arjantin sinemasına bölümler ayrılır oldu. Bir üretkenlik var gerçekten. Nasıl başladı Yeni Arjantin sineması?

Dergiyi yayınlamaya başladığımız 91’le başlayalım. 91’de Arjantin sineması neredeyse ölmek üzereydi. Yıllık film üretimi tarihindeki en az sayıda kaldı. Herhangi bir devlet desteği yoktu o dönemde. Üretim çok düşüktü. Estetik bakımdan da çok eski filmler yapılıyordu. Daha önce yapılmış ikinci, üçüncü sınıf filmler tekrar ediliyordu. Sadece bir-iki özgün film yapılıyordu. Bu durum tüm Latin Amerika sineması için de geçerliydi. 95’e kadar önemli hiçbir şey olmadı gerçekten. Teknik anlamda, prodüksiyon da yerlerde sürünüyordu; ses kötüydü, görüntüler bulanıktı vs. Konular da Arjantin orta sınıfının portresi etrafında dönüp duruyordu. Diğer taraftan evet biz biraz solda duruyoruz ama Arjantin büyük bir ülkedir, biz bu ülkeyi seviyoruz diyen “politik” filmler vardı. Diyebilirim ki, 80’lerde ve 90’ların ilk bölümünden bir tür orta sınıf milliyetçiliği hakimdi Arjantin sinemasına, bir anlamda tüm Latin Amerika sinemasına da… Politik filmler dönemi kapanalı yıllar olmuştu.

Yeni yönetmenler de kendileriyle bu dönem arasına bir mesafe koyuyorlar.

Kesinlikle, çünkü, Latin Amerika tarihi askeri darbelerle kesilmiş, bölünmüştür; 73’de Arjantin’de, 76’da Brezilya’da. Brezilya’da durum biraz daha farklıydı. İnsanlar film yapabiliyordu. Oysa Arjantin’de kesin bir sansür uygulandı 8 yıl boyunca.

Bu noktada paralel tarihler yaşadığımızı eklemek istiyorum.

Tabi, Yunanistan’da da benzer biçimdeydi örneğin. O dönemde ABD, tüm 3. dünyanın başına askeri rejimleri bela etmişti. 84’de demokratik rejime geçilmesiyle birlikte cunta dönemiyle ilgili, burjuva filmler olarak adlandıracağım, pek çok film yapıldı. Artık demokrasimiz var, bir şeyler yapabiliriz, cunta dönemindeki kabusları anlatabiliriz diye, çok yapay bulduğum, filmler yaptılar. Sanki cuntanın gitmesiyle her şey düzelmiş, geçmişte kalmıştı; gerçeklikten uzaktılar.

Yapay bir darbe sineması Türkiye’de de vardı. Bunlar, darbenin yıldönümünden esinlenerek “12 Eylül filmleri” diye adlandırıldı.

Aynı zamanda ahlaki olmayan bir durum söz konusuydu. İşkence, öldürülen insanlar, cunta döneminin kabuslarını sömüren bir sinemaya dönüştü bu. Sansasyonel bir sinemaya dönüştü.

Politik konulara el atan ama sonuçta apolitik çıkarsamaları olan filmler yapılıyordu…

Kesinlikle katılıyorum. Bu filmlerin en ünlüsü oskar kazanan “Resmi Tarih”tir.

Fakat, biz bu filmi önemli buluyoruz.

Tanımladığım sinemanın en iyi örneğiydi “Resmi Tarih” ama bir anlamda, bir uzlaşma filmiydi. Bu sinema, askerlerin baş şeytan olduğunu kabul eden, onları aşağı bir sınıftan gören bir klişeyi kullandı. Hiçbir zaman ekonomik güçle, kapitalistlerle askerler arasında bir ilişki kurulmadı. Bugün, askerler başta değil ama benzer sorunları, daha ağır bir biçimde yaşıyoruz. Resmi Tarih’te kapitalistlerle askerlerin ilişkileri ucundan anlatılır. Ana karakterin kocası zengindir ve orduyla bazı işler çevirmektedir. Oysa, koca da kabalıkta askerlerden geri kalmaz, karısının parmaklarını kırmaya çalışır, ona çeşitli işkenceler eder. Sınıfsal bir analizden, iktidar ilişkilerinden uzak adam kötü biri olarak tasvir edilir.

90’ların hemen başında “Resmi Tarih” gibi filmleri de arar olduk. Ortalıkta yaprak kıpırdamıyordu. Sonra iki önemli olay gerçekleşti. Birincisi, sinemaya yılda 50 milyon dolar devlet desteği sağlayan yasaydı. İkinci olarak, ülkenin her tarafında yeni sinema okulları kurulmaya başlandı; gençler film yapmak istiyordu. Bu genç insanlar, darbe sonrasının kuşağıydı. Politikayla, aslında herhangi bir şeyle, ilişkileri yoktu; köksüzdüler. Latin Amerika sineması, Arjantin sineması ya da dünyanın başka yerlerindeki sinemaların mirasçısı değildiler. Bu filmleri görmemişlerdir.

Aynı zamanda Latin Amerika’nın anti-emperyalist geleneğiyle de ilişkileri yok gibi.

Hayır, hayır. Bu bir bütün olarak apolitik bir nesil. Bu insanlar diktatörlük döneminde lisede hatta ilkokuldaydı. Muhalefetin bastırıldığı bir dönemdi; ne olup bittiğini bilmiyorlardı. Aynı zamanda, Arjantin sinemasında büyülü gerçekçilikle, orta sınıf komedileriyle ilgili çok ağır bir gelenek vardır. Bu filmler sonuç olarak çok fazla reaksiyonerdir. Arjantin sinemasının tüm geleneği budur. Bu gelenek 30’larda stüdyolarda çekilen, sahte bir gerçekliği olan, şarkıcıların oynadığı bir star sistemine dayalı orta sınıf komedileriyle başladı. Endüstriyel olarak örgütlenmiş bu geleneğin değerler sistemi hala varlığını ve etkisini sürdürmektedir.

Bu filmleri festivallerde izleme olanağımız yok herhalde.

Hayır, çoğunlukla yerli seyirci için üretiliyorlar. Fakat, şimdilerde “Gelinin Oğlu” adında bir film var; Montreal Film Festivali’nde oynadı. Bu ticari tarzın yenilenmiş bir versiyonudur film. Yönetmen, ABD’de sinema okudu ve film Hollywood’un biçimsel özelliklerini içeriyor. Dünyanın her yanında Amerikan stiliyle yerel konuları işleyen filmler yapmak moda oldu şu sıralar.

95’lerde Yeni Arjantin sinemasının ilk örneklerini verdiğinden söz etmiştik. Bu ilk örnekleri “öksüz” filmler olarak tanımlıyorum. Tanımlanabilir bir gelenekten gelmiyorlar. Bazı küçük anların dışında ne geleneksel Arjantin sinemasıyla ne de Latin Amerika’nın 70’lerdeki devrimci sinemasıyla bağlantılı izler bulmak mümkün değil bu filmlerde. Hatta günümüzün bağımsız Amerikan sinemasının etkileri bile görülmez. Sanırım insanların çok az film izleyebilmesinden kaynaklanıyor bu durum.

Pizza Bira Faso (Yön.:Caetano - Stagnaro)

Pizza Bira Faso (Yön.:Caetano – Stagnaro)

Latin Amerika’nın devrimci sinema geleneğine bu insanlara göre biz daha yakınız. O dönemi biliyoruz ve bu geleneği sahipleniyoruz.

Fakat o gelenekten gelenler şimdilerde başka şeyler yapıyorlar. Örneğin, Solanas, hala yaşıyor ve meşhur İtalyan oyuncularla bir film çekiyor şu sıralar. Üç yıldır uğraştığı bu projeden büyük para kazanma peşinde. Bizim ülkemizde Angelopoulos benzeri yaşayan bir abide yok.

Yunanistan’da başka bir problem yaşanıyor. Angelopoulos’tan sonra önemli bir sinemacı yetiştirememişler.

Sanırım Arjantin sinemasının 90’ların başındaki durumuyla bugünkü Yunanistan sineması arasında büyük paralellikler var.

Arjantin’deki başka bir sorun da kuşaklar arasındaki boşluk olabilir mi?

Bu da var. Diktatörlük yüzünden bir nesil kendi sinemacılarını yetiştiremedi. 84’ten sonra bu insanlar filmlerini çekmeye başladığında 40’lı-50’li yaşlarına gelmişlerdi. Daha sonra çok genç insanlardan oluşan yeni nesil geldi.

Bence kuşaklar arasındaki kopukluktan ziyade herhangi bir politik hareketlilik yaşanmamasının payı var. Türkiye’yle benzer bir kriz yaşıyorsunuz. Sizin uyguladığınız IMF programlarını hemen arkasından biz uyguluyoruz. Cavallo’yla Derviş arasında bile inanılmaz benzerlikler var… Ekonomik programlar özelleştirmeleri merkeze alıyor…

Neden ne olursa olsun, son kuşak ülkenin gerçek problemleriyle yüzleşmek zorunda kaldı. Çünkü, aynı zamanda Solanas’da da bulabileceğiniz bir klişe var Arjantin sinemasında. Arjantin bir tür “kutsanmış” ülkedir; tanrının elleri Arjantin’in üzerindedir; zengin bir ülkeydik; bazı kötü insanlar yüzünden bu hallere düştük üzerine kuruludur bu klişe. Arjantin sinema tarihinde her zaman rastlayabilirsiniz bu klişeye. Aniden beklenmeyen bir şey olmuştur ve baş aşağı gelmişizdir. Fakat, ülkenin makus talihi bir gün kırılacak, eski güzel günlere dönülecektir. Hem soldan hem de sağdan gelen filmlerde bu vardır. Bir tür özür görevini görür aynı zamanda. Oysa, ülke uzun zamandır gittikçe derinleşen ve 95-96’larda zirveye çıkan bir kriz yaşamakta. Bu yıllarda işsizlik, okur-yazar olmayanların oranı, bebek ölümleri inanılmaz boyutlara ulaştı. Orta sınıfın alt tabakası da bu durumdan etkilendi ve proleterleşti. Küçük dükkanlar kapandı; her şey büyük monopollerin eline geçti; sanayi felç oldu. Ekonomik durum son 5-6 yılda gittikçe ağırlaştı.

Son ekonomik gelişmelerin en fazla yeni kuşağı etkilediğini düşünüyorum. Bunu filmlerde de gözlemek mümkün.

Ben de tam olarak böyle düşünüyorum. Bu filmler, ekonomik krizin etkilerini, umutsuzluğu, yoksulluğu, yoksunluğu yansıtıyorlar. Kayıp bir ülkeyi, artık geçmişin özür olarak geçerli olmadığı bir ülkeyi gösteriyorlar. Bu diktatörlükten çok daha harap edici bir durum. Diktatörlük zamanında orta sınıf kördü ama bir şekilde gündelik yaşamlarını devam ettiriyorlardı.

Ama filmlerdeki karakterler genelde marjinal insanlardan oluşuyor. Örneğin, bir işçinin, politik mücadele veren birilerinin yer aldığı filme rastlamadık.

Fakat toplum genel olarak böyle; topluma baktığınızda herhangi bir politik hareketlilik gözlemlemeniz mümkün değil. Üniversite öğrencilerinde de durum aynı. Politikaya güven duymuyor artık insanlar.

İsterseniz, daha ayrıntıya inelim, tek tek filmler üzerinden gidelim. Hangi filmleri gördünüz?

“Pizza Bira Fasso”, “Bolivya”…

Bolivya, ırkçılığı anlatıyor.

Biz de aynı şeyi konuşmuştuk filmi görünce. Bana göre “Bolivya” Arjantin’in şimdiye kadar görmediğimiz bir yüzünü gösteriyor. Diğer Latin Amerika ülkeleriyle karşılaştırıldığında, yaşanan krizlere rağmen, Arjantin daha gelişmiş, daha zengin bir ülke. Filmin kahramanı, Bolivya’daki tarlaları Amerikalılar yaktığı ve işini kaybettiği için Arjantin’e göç etmek zorunda kalıyor. Diğer Latin Amerika halkları için Arjantin göç merkezi işlevini görüyor.

Arjantin, Peru, Bolivya ve Paraguay’dan çok fazla göç alıyor. Arjantin kurulduğundan beri böyleydi bu durum. Fakat artık insanların geri döndüğü bir noktaya geldik.

Bunun karşısında daha önce izlediğimiz örneklerde Arjantin’i tangolar ülkesi olarak gösteren filmler var, bir tarafta da Birleşmiş Güney fikri üzerine kurulu filmler.

Çok basit nedenlerle, böyle bir durum söz konusu değildi. Örneğin, uluslararası bir dağıtımcı tarafından satın alınmadıkça Latin Amerika filmleri sadece yapılan ülkede gösterilir, diğer ülkelere dağıtılmaz. Arjantin’de yapılan bir filmin Brezilya’da gösterilebilmesi için Cannes da ödül falan alması gerekir. 70’lerden önce Bolivya, Brezilya, Şili sinemasından örnekler görebiliyorduk. 70’lerle birlikte dağıtım durdu. Solanas’ı dışarda tutarsak -çünkü, bir dönem Avrupa’da yaşadı; uluslararası bağlantılara sahip, etkilere açık- Meksika, Brezilya, Arjantin sinemaları tamamen ayrı kültürlerdir.

Milliyetçilik, daha önce de söylediğim gibi Arjantin sinemasının leit motivlerinden birisiydi. Arjantin bayraklarını vs pek çok filmde görebilirdiniz. Yeni kuşak sinemacılar, Bolivya filminde olduğu gibi, bunu başka açılardan gösterdiler. Ama politik olduklarından değil, toplumda gördüklerini yansıttılar sadece. Genç sinemacılar vatansever değiller. Örneğin, 82’de, darbe döneminin ortalarında, İngiltere’ye karşı verilen Falkland savaşında solcu gerillalar bile askerleri destekliyordu. Falkland savaşı, politik bir malzemeden öte bir şey değildi oysa. Örneğin, Falkland savaşı dolayımıyla yaratılan milliyetçilik dalgasına benzer bir unsura yeni filmlerde rastlamak mümkün değildir. Bolivya filminde gösterilen milliyetçilik yine sokakta göçmenlerin yaşadıklarını, karşılaştıkları tutumları anlatıyordu sadece.

El Sur de una Pasion filmi konuştuğumuz tüm klişeleri taşıyor. Filmde anlatılan insanların gerçek hayatta karşılığı yoktur. Yeni Arjantin sinemasını temsil eden bir film olduğunu düşünmüyorum. Belirleyici filmlerden söz edebilirsiniz.

Yılda 30-40 film yapılıyor Arjantin’de. Bunların arasında ticari filmler, El Sur de una Pasión gibi zayıf filmler ve Yeni Arjantin sineması örneklerini oluşturan bir grup filmler var. La Cienega, Mundo Grúa’yı bunların arasında sayabiliriz.

Moebius bu filmlerden biraz önce, her ne kadar Universidad del Cine’nin bir filmi olsa da, filmin yönetmeninin şimdi Amerika’da George Lucas’la özel efektler üzerine çalıştığını eklemeliyim. Bu insanların nasıl savrulabileceğini gösteriyor bu durum.

Örneğin, Silvia Prieto ilginç bir film. Film karakterleri orta sınıf ailelerden geliyorlar ama her şeylerini kaybetmişler. Parasızlık içindeler. Arjantin’de yeni ortaya çıkan bir sınıf. Bu açıdan bakıldığında günümüz gerçekliğiyle ilişkili bir film. Bir yanda daha önce hiç gösterilmemiş olanı anlatan Bolivya var, bir yanda da Silvia Prieto. İnsanlar dillerini yitirmişlerdir. İletişim kurmak için dili kullanmazlar. Bu dönemin krizinin bir boyutudur. Dil artık işe yaramaz. Yoksullukla karşı karşıyadırlar ama bu ifade edilmez filmde, bu konuda konuşmazlar. Bir açıdan çok karanlık bir filmdir. Mundo Grúa, 70’lerde rock yıldızı olan, günümüzde işsiz kalmış bir adamı anlatır. Kahraman 30 yıldır ülkede neler olup bittiğini bilmez, neden iş bulamadığını anlamaz sanki. Arjantin için bir zamanlar çok önemli olan, banliyölerdeki evlerinde mutluluk içinde yaşayan, şimdi yoksulluk içinde boğuşan orta sınıfın alt tabakasını temsil etmektedir. Bence bu film Arjantin’in son 30 yıl içindeki yoksullaşmasını çok iyi anlatıyor.

Yeni kuşağı önemli yapan, politik ifadeleri zayıf olmasına rağmen, onların gündelik hayatın gerçekliğine bakabilmeleridir. Aynı zamanda bu filmlerde ilginç bir belgesellik de vardır. Örneğin Mundo Grúa’daki oyuncu gerçekten 70’li yıllarda bir rock starıydı ya da Silvia Prieto ismi telefon rehberinden bulunmuştur, filmin sonunda telefon rehberindeki tüm Silvia Prieto’ların tanıtıldığı kısa bir bölüm var.

 

La Libertad, yıllarca manzaralı Patagonya dışında Buenos Aires’in dışına çıkmayan Arjantin sinemasında, taşrada ağaç kesen bir işçinin yaşamını belgesel formunda anlatır. Ülkede ne olursa olsun adam ağaç kesmeye devam etmektedir. Çalışmanın materyalist yönünü anlatan bir film. Bütün dünyadan soyutlanmış, muhtemelen dünyanın en iyi ağaç kesicisi (!) Bu film herhangi bir oduncunun yaşamını değil de filme konu olan gerçek hayatta da aynı işi yapan adamı anlatmaktadır; tıpkı Silvia Prieto’da orta sınıftan herhangi bir kadının anlatılmaması gibi. Arjantin için 90’ların karakteristiği umutsuzluk, sosyal dokunun eksikliği, diğer taraftan, tüm bağlantıları, dayanışmayı yok eden liberal ekonomiydi. Filmlerin bu endişeleri taşıdığını düşünüyorum. Bilinmeyen bir dünyanın içine itilmiş insanların zavallılığı görünür filmlerde. Yabancılık, sosyal dokuya uzaklık… bu filmlerin ortak yönleri bunlardır belirgin bir biçimde. Diğer taraftan sosyal gerçekçi de diyemeyiz bu filmlere; askeri rejimde fiziksel olarak kaybedilmişti insanlar, daha sonra ekonomik politikalarla tüm bir toplum yok edildi.

Yeni sinemacıların kültürel kökleri nasıl oluştu? Festivaller, sinematek bu konuda etkili oldular mı?

Şunu söyleyebilirim biz bu gençlerin, yeni sinemanın gelişine tanıklık ettik. Dergiye başladığımızda daha okuldaydılar. Daha sonra kısa filmler ve ardından uzun metraj filmler geldi. Buenos Aires Film Festivali 1999’da başladı. Mundo Grua büyük ödülü aldı, Silvia Prieto da gösterilmişti. 10 yönetmenin ilk filmlerinin gösterimini gerçekleştirdik. Festival, bu insanların filmlerinin tanıtımında önemli bir rol oynuyor. Ama kültürel olarak Martin Retjman’ın başında olduğu sinematek ya da festivalin etkileri olduğunu söyleyemem. Daha okuldayken tanışıyorlar ve bir klan gibi birarada yaşayıp birbirlerini etkiliyorlar. Kimseye güvenmiyorlar, kimseyi de pek dinledikleri yok zaten.

Kendi hayatlarının filmini yapıyorlar o zaman…

Doğru, Libertad’ın yönetmeninin babasının ormanları var, Mundo Grúa’nın yönetmeni kendi komşularını filmleştirdi, Bolivya’nın yönetmeni Caetano Uruguay göçmeni…

Festivalin ve derginizin Arjantin sineması için önemli bir rol oynadığını düşündüm.

Şanslıyız demek daha doğru olur. Şimdi bu insanlar Yeni Arjantin sineması olarak adlandırılıyorlar. Oysa başlarda öyle değildi. Tamamen bireycidirler (individüalist); başlangıçta kendilerine bu ismin takılmasından rahatsız oldular. Hiçbir yere ait değiliz biz dediler. Bir kaç yıl geçtikten sonra yeni kuşak sinemacılar olduklarını kabul etmeye başladılar, festivallerde göründüler. Bu daha önce pek olmayan bir şeydi. Karusmaki’lerle, Lars von Trier’le aynı yerde olmak hoşlarına gitti. İlk filmlerini yaptıklarından beri epeyce büyüdüler. Sıfır bütçeli öğrenci filmleriyle, Arjantin’de pek tanınmıyorlardı. Sonra biri geldi, filmlerinizi Cannes’da göstermek istiyorum dedi. Bu, kendilerine ve filmlerine güven kazanmalarını sağladı.

Rotterdam Film Festivali gibi festivallerden yeni projeleri için para da buluyorlar.

Rotterdam çok önemli bir rol oynadı. Filmler genellikle 30-50 bin dolar gibi minimum bütçelerle yapılıyor ki bu Roterdam’dan ya da başka bir yerden gelecek herhangi bir ödüle eşdeğer bir bütçe. Eğer bu gençler ellerinde senaryolarla bir yapımcıya gitmiş olsalardı, bu filmler asla çekilemezdi. Kimse bu filmlere para yatırmazdı.

Nuri Bilge Ceylan da benzer biçimde başladı sinemaya, kendisinin finanse ettiği ilk filmi benzer bir bütçeye sahipti.

Bu yolla filmi göstermek dışında her şeyi yapabilirsiniz. Bu yöntemin bağımsız filmlerin ortaya çıkmasını sağladığını düşünüyorum. Diğerleri için, seyirciyi memnun etmek için film çekmiyorsunuz. Bu, film çekmek için sıradışı bir yöntem. Bazı filmlere seyirci ilgi göstermese de bazıları seyirci açısından da başarılı oldular. Film iyi de olsa kötü de olsa, birileriyle uzlaşmak zorunda kalmadılar. Bunu önemsiyorum.

Hollywood sinemasının etkileri nelerdir?

Sinemalarda %70-75 oranında Hollywood filmleri gösteriliyor. Fakat, diğer Latin Amerika ülkeleriyle karşılaştırdığımızda bu oran çok düşük kalıyor. Ticari Arjantin filmlerinin bazıları da iyi iş yapıyor. Aynı zamanda Avrupa filmlerinin de dağıtımı 90’ların başındaki krize kadar yapılıyordu.

Örneğin, Türkiye’de Hollywood dışı sinema yalnızca büyük şehirlerdeki bazı salonlarda gösterilebiliyor.

Arjantin’de de durum aynı, ama nüfusun yarısı Buenos Aires’te yaşıyor. Sinema etkinliklerinin büyük çoğunluğu Buenos Aires’te ya da diğer bir kaç büyük şehirde yapılabiliyor. Taşrada sinema salonları 90’lardaki krizle bir bir kapandı. Diğer taraftan film izleyicisi artık tamamen orta sınıftan oluşuyor. Sinemaya gitmek pahalı bir zevk haline geldi.

Sinema bileti ne kadar?

7 dolardı. Son krizle birlikte 3 dolara kadar düşürdüler fiyatları. Seyircinin %90’ı Hollywood filmleri izliyor ve bunun dışında herhangi bir filme de tahammülleri yok. Diğer taraftan azınlıkta kalan bir seyirci de var ki, bunlar festivallerin, bu tür filmler yapılmasının devamlılığını sağlıyorlar. Bu açıdan bakıldığında bir azınlık kültüründen söz edilebilir.

Hollywood karşısında Arjantin filmlerinin dağıtımında ne tür sorunlar yaşanıyor?

Bu yıl gerçekten büyük sorunlar çıktı. Çünkü film sayısı arttı. Yeterince sinemada ve yeterli süre gösterim olanağı bulamadılar. Şimdiye kadar böyle sorunlar yaşanmamıştı. Arjantin filmleri, diğer ülkelerden farklı olarak, Hollywood filmlerinin gösterildiği çok salonlu movieplex’lerde bile gösterilebiliyordu.

Ne kadar seyirci geliyor bu filmlere?

Arjantin’de yıllık seyirci sayısı 30 milyon. Sanırım %30-20’si Arjantin filmlerini izliyor. Fakat, Yeni Arjantin sineması örnekleri pek popüler değil. Örneğin La Cienega’yı 130 bin seyirci izledi. Oysa Arjantin sinemasının ticari örneklerini 2 milyon seyirci izleyebiliyor.

La Cienaga (Yön.: L. Martel)

La Cienaga (Yön.: L. Martel)

Geçmişte sinemaya baktığımızda Latin Amerika’dan örnekleri 3. Dünya sineması olarak adlandırabiliyorduk. Oysa bugünkü örneklere baktığımızda bu tanımlamanın belli ölçülerde geçerliliğini yitirdiğini görüyoruz. Sizce yeni bir tanımlama yapılabilir mi?

Çok riskli bir yanıt olacak ama bir deneyeyim. Bugün yapılan kaç çeşit sinema var? Bir tarafta Hollywood’u saymak gerekiyor. Bazı underground yönetmenler dışında “Amerikan bağımsızları”nı da Hollywood’a dahil edebiliriz. Sonuç olarak aynı şeyi yapıyorlar ve Hollywood’da iş yapmanın yollarını arıyorlar. Diğer taraftan, özellikle Avrupa sinemasından, uluslararası seyirciye dönük Hayat Güzeldir, Amelie vs. gibi yapımlar var. Bu filmler Hollywood şirketleri tarafından dağıtılıyor. Hollywood filmleri gibi metalaşıyorlar. Bunun dışında küçük bütçeli, bağımsız festival filmleri var. Bunları da ikiye ayırabiliriz. Seyirciyi, özellikle Avrupa festival seyircisin tatmin etmenin hesaplarıyla yapılan filmler ve kişisel nedenlerle, hesap-kitap yapılmadan çekilen filmler. Bir de Bollywood gibi (Hindistan ticari sineması için kullanılan terim) yerli seyirci için çekilen, çokça televizyon yıldızlarının yer aldığı, sınırların dışına çıkmayan ticari filmler var.

Sınıflandırmayı nasıl yaparsak yapalım bence asıl sorun tekdüzeliğe karşı çeşitliliğin var olma mücadelesidir. Yalnızca Hollywood değil dünyanın her yerinden Hollywood’un yöntemleri yüceltiliyor. Hollywood’da mutlaka bir ya da bir kaç senaryo yazarı vardır. Bizde senaryo yazarları kullanmalıyız deniyor. Eminim, her yerde olduğu gibi Türkiye’de de bizde senarist yok tartışması olmuştur. Hollywood’a benzer örgütlenmiş sinema endüstrisi kurmalıyız deniyor. Bunun karşısında her şeye boş verip kendi filmini çekenler var. Bugün kameranın arkasına geçip cesaretle film çekmek her zamankinden daha önemli hale geldi bence.

Bolivia (Yön.: Caetano)

Bolivia (Yön.: Caetano)

(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 11. sayısında yayınlanmıştır.)