Türk Sinemasının Ekonomik Tarihine Giriş-2
Giovanni Scognamillo /
80’li yıllara geçtiğimizde yapım sayısı ve yeni yapımcı çizelgeleri şu şekilde oluşuyor, kaçınılmaz eksiltmeler ve azalmalarla:
Yıl Yapım Sayısı
1980 68
1981 71
1982 72
1983 78
1984 126
1985 123
1986 184
1987 186
1988 117
1989 99
1980’de çevrilen 68 filmle Türk sineması, sayısal olarak, 30 yıl önceki ölçülere birden gerilemiş oluyor fakat 4 yıl sonra kendini toparlıyor ve yeniden yıllık 200 filmlik barajını zorluyor. Nedir ki 1979’da çevrilen 195 filmin 131’i 16 mm.lik olarak çevrildiğini de unutmamak gerekiyor. 70’li yılların özellikle ikinci yarısında ve “seks” filmlerinin furyasına paralel olarak artan 16 mm.lik çekimler 80’li yıllarda da uygulanıyorlar fakat azalarak:
Yıl 16.lık Yapım
1980 32
1981 22
1982 12
1983 5
1984 39
1985 35
1986 38
1987 23
1988 13
1989 14
Dönem içinde faaliyete giren yapım şirketlerine gelince:
Yıl Yapım Şirketi
1980 8
1981 21
1982 15
1983 15
1984 20
1985 28
1986 26
1987 22
1988 –
1989 –
1970’lerin son yıllarında yapıma giren (veya yapımlarını sürdüren) birçok şirketlerin başlıca amacı dar bütçeli filmler imal etmek olduğu gibi, 1980’lerin ilk yarısında alana giren birçok şirketin başlıca amacı da videoya yönelik ya da özellikle video yolu ile (başta Almanya pazarı olmak üzere) pazarlanacak ve yapım harcamaları düşük olan filmler oluyor. 1980’lerin ikinci yarısında ise görünüm genelde değişmekte ve bu kez, bir kısmı yönetmen şirketleri olan, yapımcı kuruluşların amacı nitelikli filmler üretmek oluyor.
Türk sineması 80’li yıllarda bir bunalım içine giriyor, alınacak önlemler, kurulacak bir yeni düzenleme bekleniliyor ancak bunalım artıyor ve bunun en açık göstergesi seyirci sayısının azalması ve sinema salonlarının artan bir hızla kapanması oluyor.
Yıl Yerli Film Seyircisi
1979 52 milyon
1980 38 milyon
1981 41 milyon
1982 33 milyon
1983 35 milyon
1984 26 milyon
1985 21 milyon
1986 20 milyon
1987 11 milyon
Yıl Sinema Sayısı
1969 2.954
1988 460
1989 250 (yaklaşık olarak)
Seyircide bir düşüş var, sinemalar hızla kapanıyor fakat, hasılatlara baktığımızda, kimi filmlerin bayağı seyirci çektikleri de görülüyor:
Yıl Film Hasılat İstanbul
(Milyon Olarak)
1984 Kayıp Kızlar 31,8
1984 Atla Gel Şaban 24,2
1984 Fahriye Abla 21,7
1985 Alev Alev 25,6
1985 Ortadirek Şaban 23,2
1985 Katmadeğer Şaban 23,0
1986 Aaahh Belinda 40,4
1986 Adı Vasfiye 21,5
1987 Su da Yanar 64,0
1987 Hakkari’de Bir Mevsim 50,8
1987 Hayallerim, Aşkım ve Sen 37,7
1987 Anayurt Oteli 34,0
1988 Kadının Adı Yok 140,0
1989 Arabesk 1.000,0
1989 Minyeli Abdullah 900,0
1989 Uçurtmayı Vurmasınlar 237,2
1990 Yalnız Değilsiniz 451,2
1990 Minyeli Abdullah 2 445,7
1990 Camdan Kalp 94,3
1990 Karartma Geceleri 64,9
Bu veriler göz önünde tutulduğunda Türk sinemasının 80’li yıllardaki durumu ortada. Kaldı ki bu durum, özellikle 1988’den başlamak üzere, sürekli olarak gündemde ve adeta ardı ardına düzenlenen panellerde, açık oturum ya da şuralarda, gazete manşetlerinde, dergi yazılarında ve televizyon programlarında tartışılmakta, öneriler, görüşler, yorumlar getirilmekte, önlemler ve destekler aranılmaktadır, yeni ve daha işlevsel (ya da tümden işlevsel) bir Sinema Yasası beklenilmektedir.
Nereden nereye gelindi, buhranlı dönemler, mesleki bunalımlar nasıl ve neden oluştu ?
Buhranlı Dönemler
1947’de kurulan “Yerli Film Yapanlar Cemiyeti”, aynı yıl yayınladığı broşüründe cemiyetin “maksat ve gayelerini” açıkladıktan sonra o yılın durumunu şu şekilde özetliyordu:
“Hükümet, film yapanlara el uzatmaz ve yerli filmlere rüzran hakkı vermezse bundan sonra hiçbir yerli film göremeyeceğiz veya bugüne kadar vasattan yukarı çıkmamakla beraber git gide daha iyi olmaya başlayan film kalitesinin şimdikinden çok aşağıya düştüğünü göreceğiz. Bu seneye kadar iyi kötü bir film çıkaran müesseseler, kar edemeyince, halkın yerli film isteği karşısında duramıyarak gene film çevirecekler, fakat kar etmek arzusu ile çok az masraflı ve eskisine nazaran daha basit filmler vücude getireceklerdir. Bu da Türk filmciliğinin gerilemesine ve yıkılmasına sebeb olacaktır.”
Tarih tekerrürden ibaret ise (ki hiç kuşkusuz öyledir) 54 yıl önce yazılan bu satırlar bugüne kadar süregelen ve halen çaresini bulmayan dertlerin yansıması oluyorlar.
Yirmi yıl sonrasına geldiğimizde karşımıza bir başlık çıkıyor, sonraki yıllarda çok tekrarlanacak bir başlık:
Türk Sineması Ölüyor
Ve bu başlığın altında yönetmen Erdoğan Tokatlı’nın bir yazısı:
“Türk sineması can çekişiyor. Ondört milyon seyircili Türk sineması ölüyor. Sinema işçilerinin ve teknisyenlerinin uğrak yeri olan kahveler ve sokaklarda ümitsizlik, çaresizlik kol geziyor. Bu yıl çekilen film sayısı önceki yıllara kıyasla 80 kadar eksik. Son üç yıl boyunca sürüp giden enflasyon bolluğunun sonunda felaketin eşiğine geldik… Şimdi yavaş adımlarla dönüşü olmayan bir yolu yürüyoruz. Ölümümüz kanserli bir hastanın kadar zor ve acılı olacak, bunu biliyoruz.”
Acı bir ümitsizlikle dolup taşan yazı şu şekilde devam ediyor sanki 80’lerde ya da 90’larda yazılmış gibi:
“Türk sinemasını barındıran Yeşilçam sokakları her Tanrı’nın günü iflas haberleriyle, ödenmeyen bonoların, batan yapımcı şirketlerin gürültüsüyle çınlıyor. Panik içindeki oyuncular, rejisörler, yapımcılar kendilerine başka işler arıyorlar. Sinemanın işçileri çoktan ezildi. Anadolu’daki dağıtımcılar akın akın İstanbul’a geliyor ve yapımcılığa girişiyorlar. Yapımcılığı bir komisyoncu oyunu olarak sürdürenler ölüme bırakılıyor. Onların yerini yeni dağıtımcı ağalar alıyor.”
Aynı yıl “Pazar” dergisinin “Türk sinemasında ekonomik kriz var mı ?” başlıklı soruşturmasına bu tür yanıtlar veriliyor:
“Bu iş gebermiştir artık kimse kurtaramaz. Devlet himayesiyle de bu iş kolay kolay kurtulacağı benzemez çünkü Türk sinemasının söyleyeceği söz kalmadı…
Evet Kemal Film de bu ekonomik krizin içindedir. Fırtınada ağacın durumu ne ise Kemal Filmin durumu da odur. ‘Ben çok sağlam bir selviyim’ diyenler de farkında olmadan yerle bir oluyorlar. Biz köklü bir şirket olduğumuz halde sarsıntı geçirdik. Buna ‘Protesto olmak değil de, borçlarımızı temdit ettik’ diyelim.” (Osman Seden)
“Hem de büyük bir kriz var. Sebebi çok film yapılması. Bir de yabancı filmlerin Türk filmlerine darbesi oldu. Bir takım işletmeciler de verdikleri senetleri ödemiyorlar. Onlardan aldığımız senetleri gerekli yerlere kullanıyoruz. Onlar ödemeyince de günahını biz çekiyor, senetleri verdiğimiz yere borçlu kalıyoruz. İşetmeci oniki aylık senet veriyor. Birkaç firmanın dışında banka kredisi ile iş yapan yok.” (Kadir Kesemen)
“Büyük bir kriz var elbette. Nedenleri iki yöndedir bunun: Birincisi kredi müesseselerinin kredileri kesmesi, ikincisi de Türk film seyircisinin azalması.” (Semih Evin).
1972’de başka bir soru çıkıyor ortaya: “Türk sineması çağdaş sinema seviyesini nasıl çıkabilir ?” diye ve soruyu dönemin ünlü sinema magazini “Ses” soruyor. Yanıtlara gelince:
“Sinemamız Türkiye’deki çağın seviyesindedir.” (Lütfi Ö. Akad)
“Türk sineması bugün hamle yapan bir sinemadır. Sinemamızın çağdaş sinema seviyesine gelebilmesi için, bana göre, aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gereklidir:
a) Eğitim
b) Sermaye (Yatırım) ve devlet himayesi
c) Pazarlama.” (Türkan Şoray)
“Türk sinemasının çağdaş sinema seviyesine gelebilmesi için öncelikle bir sinema kanunu gereklidir. Her şeyden önce sinema yapacak insanın bilinmesi lazımdır. Bunu kanun ortaya açık açık koymalı.” (Ayhan Işık)
1973 yılına geldiğimizde buhranın gündemde olduğunu, yapımcıların seyircide %50’ye varan bir düşüşten söz ettiklerini görürüz. Bu kez başlık: “Yeşilçamda alarm” dır (Ses dergisi).
“Bence krizin iki nedeni vardır” açıklıyordu yapımcı Naci Duru “Biri starların fiyatlarını sürekli olarak yükseltmeleri, ikincisi de film oynatacak sinema bulunamaması.”
“Hem sinema sahibiyiz hem de yapımcı. İnanın sözlerime, İnci sineması 7 aydır kar edemiyor. Cebimize para girmediği gibi ayrıca üstüne para ödüyoruz. Sinemayı küçültmeyi düşünüyoruz. %50 düşüş var geçen yıla oranla. 28 yıldır ilk defa başımıza geliyor.” diyordu “Melek Film” in sahiplerinden Kaçuni Haki. Ve yapımcı İrfan Ünal buhrana karşı uygulayacağı yöntemi bu sözlerle anlatıyordu:
“Kimi şirket bu büyük fırtınayı küçük kayıkla atlatmaya çalışacak. Biz büyük gemiyi tercih ettik. Fırtına bu gemiyi batırırsa, küçüğe bineceğiz.”
1973 yılı yapım için bir parasal buhran krizidir (ve bu krizin kurbanlarından biri çözümü intiharda arayan yapımcı-yönetmen Nevzat Pesen oluyor). 1974’te televizyon gelip iyice yerleştiği bir dönemin başlangıcında ise durum nasıl görünüyor?
Görüşleri “Ses” dergisinin düzenlediği bir açık oturumdan alalım:
“Kaliteli film yapmak lazımdır ve bunu yapabiliriz. Şu anda zaten film adedi fazladır. Bu kadar filmi halk kaldırmaz. Ayrıca seyirci birbirine benzer konulu filmleri, aynı mekanlarda seyretmekten bıkmıştır. Ben yıllardan beri aynı malzeme, aynı lambalarla çalışıyorum. Bunların da değişmesi gerekiyor. Eğer filmcilik bir ilerleme yapacaksa, teknik yönden de bazı araçların gümrükten muaf olarak yurda getirilmesi lazım. O zaman ancak, Batı sinemalarında gösterilebilecek, kaliteli film yapabiliriz.” (Kriton İlyadis, görüntü yönetmeni)
“Türk sineması, geçen yıllara rağmen, hala rayına oturamamış bir ticaret konusu, ya da sanat kolu olamamıştır. Bunun başlıca nedeni de, devletin bu işe eğilmemiş olması, başı boş ve kendi haline bırakılmasıdır. Bu arada bizler, kendi aramızda meslek haysiyetini korumak ve bazı çareler bulmak yolunu çok aradık. Ama hem kolay bir iş değildi, hem de kendi kendimize yapamayacağımız bazı şeyler vardı. Türk sineması zaten bir buhrana girmişti. Artısı azlığı, sermaye eksikliği, ham madde sıkıntısı, teknik araç ve gereç yokluğu, bu sıkıntıyı doğurmuştu. Bu arada ortaya televizyon çıktı, işi hızlandırdı.” (Hürrem Erman)
1974’te “Türk sineması batıyor mu ?” sorusu yeniden gündemde, “Pazar” dergisinin bir soruşturmasında. Sorunlar aynıdır, nedenler aynı nedenlerdir.
“Filmciliğimizin bugünkü durumu hiç de iç açıcı değil. Bir yandan sırtını milyarlık devlet bütçesine dayamış televizyonun rekabeti, bir yandan başıboş bırakıldığı için gemi azıya almış. Hiçbir yerden yardım görmeyen, verimsiz koşullar altında kendi yağıyla kavrulan filmciliğimizi, bu engeller ortada kaldığı sürece ayakta tutmak bir mesele haline gelmektedir. Her şeyden televizyon rekabetine çare aramak, yabancı film sorununu yola sokmak gerekiyor.” (Murat Köseoğlu)
Aradan 15 yıl geçiyor, 80’li yılların başına geliniyor ve engellenemeyen buhran adeta hiç durmaksızın sürüyor, giderek ağırlaşıyor, ağırlaşmasına neden olacak durumlar yaratıyor. Her defasında “neden?” sorusuna tekrarlanan fakat değişmeyen, değişemeyen yanıtlar veriliyor, nedenler diziliyor:
1) Devletin ilgisizliği
2) Parasal kaynakların yetersizliği
3) Teknik donatımın geçersizliği
4) Yabancı filmlerin rekabeti,
5) Televizyonun etkisi
Ve benzerleri.
1980’li yıllarda araya başka bir etken girecektir: Video. Ve, televizyon konusunda, özel kanalların devreye girmeleri krizi artıracaktır. Furyası bir 5-6 yıl süren ve insanları bir kat daha sinemalardan uzaklaştıran video, iş yerli filmlerin dağıtımına geldiğinde, bir noktadan sonra olumlu bir etken, bir çeşit finansman görevini girecek, salt video için çekilen filmler yapım hacmini kabartacaklar.
90’lı yılların başlarına geldiğimizde durum, genel olarak, aşağıda ifade edildiği şekildedir:
“Son beş yıl içinde, TRT’nin iki kanaldan renkli yayına geçişi, video olayının ülkemizde murakebesiz ve kontrolsüz bir şekilde yaygınlaşması, yerli filmciliğin yabancı sermaye ile kurulan filmcilere karşı korunmaya alınmaması, sinema ile ilgili çıkarılan kanunların işlerliğini kaybetmesi, düzensizlik ve murakebesizlikten dolayı bilinçsiz yapımcıların yarını düşünmeden faaliyet göstermeleri, hepsinden önemlisi Devletin filmciliğe hiçbir şekilde teşvik ve destek vermemesinden ötürü bugün çok zor bir döneme girmiş, film çekimleri durmuş ve bu meslekten ekmek yiyen binlerce sinema adamı kendi köşelerinde iş bekler hale gelmişlerdir.” (Türker İnanoğlu, o dönemde SE-SAM Yönetim Kurulu Başkanı)
Sinema-Devlet İlişkileri
Yaklaşık olarak yarım yüzyıl boyunca Türk sinemasının başlıca sorunu devletten gelecek olan düzenleyici bir desteğin eksikliği oldu. Yıllar yılı gerçekleşmeyen fakat her gelen giden hükümetle vaat edilen bir destek. 1947’de öyle idi, 50 yıl sonra da – kısmi ve sürekli olmayan krediler bir yana – öyle oldu, olmaktadır. Somut olarak bakıldığında sinema-devlet ilişkileri, bu ilişkilerin kapsamına giren yasal düzenleme ve tedbirler neler oldu, nasıl gelişti?
Bunu kronolojik bir şekilde izlemeğe çalışalım:
1932 – Sinema filmlerinin kontrolü hakkında talimatname. İlk sansür uygulaması
1933 – İstanbul’da sinemaların saat 23’te kapanma zorunluluğu
1934 – Matbuat Umum Müdürlüğü Teşkilatına ve Vazifelerine Dair Kanun (1939 tarihli sansürün temeli)
1934 – Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu (1939 tarihli sansürün temeli)
1934 – İstanbul sinemaları ile Belediye arasında Darülaceze hissesi için ihtilaf çıkıyor. Belediye tüm sinemaları kapatıyor (Darülaceze hissesi bilet fiyatının %10’u, Belediye rüsumu %7,5). Haziran’da kapatılan sinemalar Ağustos’ta açılıyor, Darülaceze hissesi iptal ediliyor fakat Ekim ayında yeniden konuluyor
1937 – Öğretici ve Teknik filmler hakkında Kanun. Bu tür filmlerin çevrilmesi ve gösterilmesini zorunlu tutan kanun hiçbir zaman uygulanmadı
1938 – Tiyatro ve sinemalardan Devlet ve Belediyelerce alınmakta olan damga, tayyare ve Belediye resimleriyle, Darülaceze miktarına ve suret-i istifasına dair Kanun (Bilet tutarının %10’u)
1939 – Filmlerin ve film senaryolarının kontrolüne dair nizamname (Sansür Tüzüğü)
1939 – Öğretici ve Teknik filmlerin kontrolü hakkında nizamname (Sansür tüzüğü)
1948 – Belediye Gelirleri Kanunu’nda Eğlence Resmi yabancı filmler %70, yerli filmler için %25 olarak saptanıyor
1951 – Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu
1953 – Yerli Film Yapanlar Cemiyeti yerli sinema ile ilgili bir raporu TBMM’ne, Bakanlıklara, Bakanlara ve Belediyelere gönderiyor
1954 – Film Teknisyenleri Sendikası kuruluyor
1957 – Sinema kuruluşları Başbakanlığa şikayet ve isteklerini bildiriyorlar
1957 – Sinema kuruluşları Başbakanlığa şikayet ve isteklerini bildiriyorlar
1958 – Türk Film İmalcileri Cemiyeti, Türk Sinema Kanunu için bir rapor hazırlıyor
1960 – Türk Sinema Sanatçıları Derneği İstanbul’daki Park Oteli’nde bir basın toplantısı düzenliyor. Toplantının konusu: Türk sinemasının sorunları
Yerli Film Yapanlar Cemiyeti, Sinemacılar ve Filmciler Cemiyeti, Türk Film İmalcileri Cemiyeti hükümete bir dilekçe veriyorlar. Konusu: Türk sinemasının sorunları
Milli Birlik Komitesi’nin desteği ile toplanan Devlet Güzel Sanatlar İstişare Heyeti Kongresi’nde Türk Sinemasının Teşkilatlandırılmasına dair bir ön rapor sunuluyor
1961 – Basın-Yayın ve Turizm Bakanı Cihat Baban, İstanbul’da Ayazağa’da büyük bir sinema sitesinin kurulacağını bildiriyor
1962 – Sine-İş Sendikası kuruluyor
1963 – İstanbul Milletvekili Suphi Baykam Meclis Başkanlığına Türk Sinema ve Filmciliğinin Kalkındırma Kanununun ilk tasarısını sunuyor
1964 – Turizm ve Tanıtma Bakanı Ali İhsan Göğüş bir Türk Sinema Danışma Kurulu düzenliyor
Birinci Türk Sinema Şurası yapılıyor
Türk Film Prodüktörleri Cemiyeti TBMM’ne bir Sinema Kanunu tasarısını gönderiyor
1971 – İkinci Sinema Danışma Kurulu düzenleniyor
1976 – Filmciler Derneği bir “güç birliği” toplantısını düzenliyor
1977 – Sinema sanatçıları ve emekçileri Ankara’ya yürüyorlar
1978 – Kültür Bakanlığı’nın sinema dairesi kuruluyor
Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı’nın desteği ile bir Sosyal Güvence Yasası çıkartılıyor
Birinci Sinema Kongresi yapılıyor
1980 – Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi bir Milli Sinema Kongresi’ni düzenliyor
1982 – Birinci Milli Kültür Şurasında, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Dairesi Müdürü Cihat Çiftçili’nin başkanlığında bir Türk Sinema Komisyonu kuruluyor
1984 – Türk Sinemacıları Heyeti Ankara’da Başbakan Turgut Özal ile görüşüyor
1985 – Filmciler ve Yapımcılar derneğinde Sinema Kanunu ile ilgili bir toplantı yapılıyor
1986 – Sinema ve Video Yasası yürürlüğe giriyor
1987 – Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SESAM) Türker İnanoğlu’nun Başkanlığında kuruluyor
1988 – Başbakan Turgut Özal sinema emekçilerini barındıracak bir Huzurevi’nin temelini atıyor (ama bütün iş temelde kalıyor)
Devlet Bakanı Adnan Kahveci “Off-Shore Media” tasarısını sunuyor
SESAM’da Devlet Bakanı Adnan Kahveci’nın katılışı ile bir “Ulusal Sinema Merkezi” gündeme alınıyor (fakat Kahveci’nin ölümü ile rafa kaldırılıyor)
Sinema Oyuncuları Derneği (SODER) yöneticileri Ankara’da temaslarda bulunuyorlar
1989 – Cumhurbaşkanı Kenan Evren SESAM’ı ziyaret ediyor
Üçüncü Sinema Şurası toplanıyor
Yeni Sinema Yasası TBMM’ne sunuluyor
Kültür Bakanlığı’nın 1990 yılı bütçesinde Türk Sinemasına altyapı hazırlamak için ve de filmler yaptırmak için talep ettiği 14 milyarlık bütçe kesintisiz olarak Devlet Planlama Teşkilatı tarafından onaylanarak Maliye Bakanlığına sevkediliyor.
Özetleyerek derlediğimiz bu kronolojik diziden görüldüğü gibi 1940’lardan 1980’lerin sonuna dek devlet-sinema ilişkileri adeta ardı ardına gelen fakat herhangi bir somut sonuca varamayan tekliflerden, şuralardan, vaatlerden oluşuyor ve Türk sineması bir kez daha iflasın eşiğine vardığında son anda önlemler alınmaya çalışılıyor.
Yaklaşık olarak yarım yüzyıllık panorama bundan, bu sonuçsuz kalan tasarılardan oluşuyor ve her buhranlı dönemde tekrarlandığı gibi yerli sinemanın yasasız, korunmasız ve desteksiz bir ulusal meslek alanı olması kaderini her açıdan olumsuz olarak etkilemiş oluyor.
Düzenleyici, destekleyici yasal düzen diyoruz ama bu düzenden adeta yaşamı boyunca yoksun kalmış olan Türk sineması, slogan haline gelmiş bir deyim ile, “kendi yağı ile kavrulan” Türk sineması nasıl ayakta durabilmiştir, parasal kaynaklarını, finansmanını nasıl ve nereden temin etmiştir ?
Bu soruların yanıtını da bir sonraki bölümde vermeğe çalışacağız.
(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 10. sayısında yayınlanmıştır.)