14. Sayı

Dergimiz yayına hazırlanırken “Genişletilmiş Irak’a Komşu Ülkeler Toplantısı” İstanbul’da gerçekleştirildi. İşgal altındaki Irak’ın sorunlarını çözmeyi değil, işgalle birlikte değişime uğrayan güç dengelerinin tekrar düzenlenmesini amaçlayan toplantıyı ve amacını mecliste onaylanan tezkere ve onun getireceği süreçle bağlantılı düşünmek gerek. Tezkere süreciyle birlikte Türkiye hızla Irak bataklığına itiliyor. Türkiye’yi Ortadoğu’da İsrail’le aynı pozisyona sürüklemek isteyen ABD, Irak’ta başa çıkamadığı maliyetli kısımları Türkiye’nin üzerine atmaya çalışıyor. Aynı zamanda bu süreçle birlikte her yeni gün yeniden düşmanlıklar üretiliyor sokaklarda. Apaçık faşist gösterilere dönüşen bu gösteriler sadece etnik bir milliyetçiliğe alan açmıyor, Kürtleri de hedef gösteriyor.

Her tür tarih anlatısı bugünden yola çıkıp dünü anlatır. Ya bugünü onaylayan/doğrulayan işlevselci bir tarihselci yaklaşımla yaşadıklarımızın bir kural olduğu dikte edilir ya da Walter Benjamin’in değişiyle tarihin tüylerini tersine fırçalayan tarihçiler bizlere diyalektik bir neden sonuç ilişkisi sunarlar. Oysa tarihselci geçmiş anlayışının yerine sürülen politik geçmiş anlayışı, montaj ilkesini tarihe sokarak onu alıntılar. İstenilmeyen noktalar kolayca kayar tarihçinin parmakları arasından; hatırlanmaz olur, bilinmeyene dönüşür.

Kendini egemen sınıfın aracı kılan, galip gelenle özdeşleşerek yapılan işlevselci tarih anlayışının örneklerini seyrediyoruz başarı hikâyelerinin anlatıldığı belgesellerde. Bunun son örneklerinden biri de Abdullah Gül hakkında Can Dündar’ın yaptığı belgeseldi. Bu sayımızın dosya konusunda da işlendiği üzere bu tür belgeseller iktidar sahiplerini güzelleyerek galip gelenle özdeşleşerek yapılan bir tarihselcilik anlayışının ürünüdür. Belgesel sinema dosyamızda şimdiyi olumlamak adına yapılan belgesellerin yanı sıra eleştirel belgeselleri; tarihin tüylerini tersine fırçalayan belgeselcileri de ele aldık.

AKP hükümeti uzun zamandır tamamlamaya çalıştığı Sosyal Güvenlik Reformuyla emekçilerin kazanılmış haklarını ellerinden almaya, sosyal devletin gereklerinin altını oymaya devam ediyor. Şirket ve şiddet yönetiminin uzmanlaşmış kadroları, son dönemde emeklilik maaşlarının düşürüleceğini, emeklilik yaşının yükseleceğini, sağlıkta katılım payının beş kat artırılacağı açıkladı. Özelikle sağlık alanında her gün yeni özelleştirme politikaları uygulanmakta. Bu konuda Michael Moore’un ABD sağlık sistemini eleştirdiği belgeseli Sicko üzerine yazılmış olan yazıyı son dönem ülkemizde uygulan sağlık politikaları üzerinden düşünmeye çalıştık.

Burada bitmiyor, sağlık politikalarından kültür politikalarına gelindiğinde; Yıldız Kenter, bunca senelik tiyatrosuna ilk kez AKP döneminde hiçbir hükümet yetkilisinin ayak basmadığını söylediğinde, şaşırmıyoruz. İlk ihalesi, tek kişilik katılım ve ihaleye katılan kişinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın yakın arkadaşı olduğu gerekçesiyle iptal edilen ‘Kongre Vadisi’ projesi yenilenirken yeni projede de İstanbul’un en önemli tiyatro sahnelerinden biri olan Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılacak binalar içinde yer aldığı belirtildi. Yapamayanlar, yıkarlar.

İktidarın talan kapsamına aldığı kültür varlıklarının yıkılması projesi, emek, dayanışma, sanat, bağımsızlık, demokrasi ve yurttaşlık haklarına dayanan toplumsal değerler sistemi yerine dogma, rant, yağma, bireycilik, fırsatçılık ve uluslararası sermayenin çıkarlarına kulluk etmek üzerine kurulu bir sistemi inşa etmek amacını taşıyor. Muhsin Ertuğrul’u yıkıp, yerine yapacakları kongre merkezindeki ilk toplantıda da IMF’yi ağırlamayı planlıyorlar. Kültür başkenti İstanbul’dan korkuyor, ticaretin, alışverişin, paranın başkentini yaratmaya çalışıyorlar.

Dönemin esen rüzgarları Ani’yi de Anı yapmaya çalışıyor. Ani’nin anısına saygısızca, Ani’ye ne diyeceklerini bilemiyorlar, dolayısıyla üretilen son kültür politikası Ani ismini belirleme komisyonunun kurulması oluyor. Tek kelimeyle komik oluyor. Dönemin esen rüzgarı yeni veciz sözlerle bu durumu “teferruat” olarak açıklıyor. Mahalle sakinleri “mahalle baskısı”nın son örneklerini sokaklara astıkları pankartlarla sergiliyor. İstanbul’un pek çok mahallesinde bugün Hrant Dink katillerinin ardından ortaya çıkan, Irak gündemiyle yaygınlaşan veciz sözlerle “süslenmiş” mahalle sakinleri imzalı pankartlarla karşılaşıyor mahallenin “öteki” sakinleri.

Sinemanın gündeminde, kendisini her düzeyde “gündem” yapabilen Antalya Film Festivali, sadece “cazip konukları”yla yer almadı. Kadın sinemacıların Türsak başkanını protesto çağrısı, belgesel sinemacıların belgesel sinema jürisinin kararını protestoları magazin haberlerine konu ve konuk olan Antalya konukları kadar yer bulmadı kendine. Devrimci Gençlik Köprüsü ile 1938 Dersim olaylarını anlatan 38 adlı belgesellerin ekipleri, “profesyonel kriterlere uygun film bulunamamıştır” şeklindeki ödül vermeme gerekçesini “belgesel sinemacılar için saygı çerçevesinden uzak ve maalesef karalayıcı ve hatta ne yazık ki filmlerin çoğunluğunun politik içeriklerinden kaynaklı şaibeli bir tutum olarak” değerlendirirken, jürinin kriterleri hepimiz için belgeselciler kadar bizim de merak konumuz oldu. Türkiye sinemasının tarihinde önemli bir yeri olan Antalya’nın Avrasya uluslar arası pazara dönüşme hırsını bu sene yakından takip ettik. Ve gördük ki bu festivalde herkese yer yok, örneğin eleştirel yaklaşıma sahip sinema sanatını tarihsel ve toplumsal olarak ele alan, gündem yapan eleştirmenlere… Önümüzdeki sayıda Antalya Film Festivalinde ilk gösterimlerini yapan Türk filmlerine ayrıca yer vereceğiz ancak en iyi film seçilen Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta filmine bu sayıdaki festival yazısında yer vermeyi atlamadık. Yaşamın Kıyısında ise ayrı bir yazı olurken Fatih Akın sinemasını inceleyen bir yazıya da dönüşüyor ister istemez.

Gezici Festival yeniden yollarda. Yol’u, Yol’un kayıp görüntülerini de yanlarına almış yollarında yürümeye devam ediyorlar. Popüler kültürün, popüler şehirlerin akışına ters program ve rotalarıyla.

Dergimiz çıkmadan önce ardı ardına büyük yönetmenler kuşağından büyük kayıplar verdik. Kuzey’in Bergman’ı, Güney’in Antonioni’si, Afrika’nın Osman Sembene’si ve Uzakdoğu’nun Tayvan Yeni Dalgası’ndan Edward Yang’ı aramızdan ayrıldı. Türkiye’nin “Genç Sinemacı”larından, Genç Sinemanın ilk çıkışı olan, sansürcülerin Çirkin Prens deyiverdiği ve ilk kopyası ne yazık ki günümüze ulaşmayan Çirkin Ares’in sevgili yönetmeni Artun Yeres’i kaybettik. Giovanni Scognamillo’yu ziyaretlerimizde, söyleşilerimizde eksik olmayan, anılarımızda yeri olan “Dünyayı Kurtaran Adam” deyince akla gelen isimlerden Metin Demirhan’ı da saygıyla anmak isteriz.

15. sayıda görüşmek üzere.

Dostçakalın,

Film Ekibi

14. Sayının İçeriği:

Yaşamın Kıyısında: Almanya Acı Vatandan Acı Vatan Türkiye’ye / Seray Genç

İki Bando: Bandoların Ziyareti / İshak Kocabıyık

Eleştirinin Sefaleti: Tarantino’nun Son Şakası ve Gürültüler / Evrim Kaya

Sinema ve Tarih Üzerine Geçmiş Zaman Mitleri / Seray Genç

İran’a Farklı Bir Bakış: Persepolis / Nezih Coşkun

Miyazaki Sizi Bir Kere Daha Düşünmeye Çağırıyor / Yusuf Güven

44. Altın Portakal: Skandallı Bir Festivalden İzlenimler/ Evrim Kaya

Boynu Bükük Mektuplar / Ahmet Soner

Bir Zamanlar… Cazcılar / Giovanni Scognamillo

Bir Yol Filmi Yönetmeni olarak Tony Gatlif / Özge Özdüzen

Belgesel Sinema Üzerine Notlar / Elif Genco- Şerife Tülü

Emel Çelebi ve Necati Sönmez ile Belgesel Yapmak Üzerine / Film Ekibi

Irak’ta Operasyon, Sinemada Özgürlük / S. L. Carruthers (Çev.: Bülent Görücü)

Nadir Humayun Söyleşisi / Seray Genç – Yusuf Güven (Çev.: Roksen Lülü)

Bir TV Şovu olarak Uygunsuz Gerçek / Doğan Yılmaz

Sicko ve Sağlıkta Özelleştirmenin Vardığı Boyut / Aylin Sayın

Rahul Roy Söyleşisi / Seray Genç – Yusuf Güven

Hint Sineması II: 1960’lardan Günümüze Popüler Hint Sineması / Aylin Sayın

Osman Sembene / Roy Armes (Çeviren: A. Ufuk)

Sevgili “Çirkin Ares” / Üstün Barışta

Michelangelo Antonioni Ve… / Onur Behramoğlu

Ingmar Bergman: Büyülenmiş Büyücü / Nijat Özön