Bir Yaz Günü Yaşadığımız Sonbahar ve Adana Altın Koza Festivalinden İzlenimler
Aylin Sayın /
Yılmaz Güney’in adını yaşatan Adana Altın Koza Film festivali önemsediğimiz bir festival. Farklı bir bağı vardır Adanalının sinemayla, sanatla. Bereketli toprakların güzel insanlarının festivaline bu yıl konuk gidelim istedik ki bu yıl farklı bir önemi de vardı festivalin bizim için. Dergimiz yazarı, arkadaşımız Özcan Alper’in ilk uzun metrajlı filmi yarışan 12 uzun metrajlı filmden biriydi ve ilk kez seyirci karşısına çıkacaktı.
Festivalde iyi bir seçki vardı bu yıl, politik bir seçki. Akdeniz ülkelerinden kısa metrajlı filmler seçkisi politik sinema örnekleriyle doluydu. Savaş karşıtı Filistin ve İsrailli genç sinemacıların filmleri ortak bir ruh taşıyor işgal edilmiş toprakların iki millet için de ne büyük yaralar açtığından bahsediyordu. Aynı seansta gösterilen Filistin’den “Nişancı” filmi Filistin mücadelesinin televizyon haberlerinde şov şeklinde sunulduğu, Filistinlilerin akşam haberlerinin performans sanatçısı haline getirildiğini söylüyordu ve film, sonunda şöyle bir şey dedi: “Onu bunu bırak asıl sorun asıl mesela bu savaşı bize dayatan kapitalizmle savaşmak”. İsrailli yönetmenin “Bir Yalnız Asker” filmi ise izin sırasında silahını kaybeden bir askere silahı bulması için yardım eden Araplar üzerineydi. Yönetmen söyleşide askerliğin İsrailli gençleri nasıl baskı altında tutuğunu, ruhlarında derin yaralar bıraktığından bahsetti. Başka bir seansta gösteren “Beyrut’a Gittiğimi Anneme Söylemeyin” belgeseli İsrail’in Lübnan’a saldırısı sırasında el kamerasıyla tek başına Beyrut’a giden Didem Şahin’in oradaki tanıklıklıları üzerineydi. Ortadoğu sadece İslamcı partilerle anılır olmuşken Didem’in Lübnan Komünist Partisi’nden biriyle görüşmüş olması önemliydi. Film sonrası İsrail’in politikaları konuşulurken bu seçkinin organizatörü Hilmi Etikan özellikle salonda bulunan İsrailli yönetmenin üzülmemesini gözeterek İsrail’de bulunan savaş karşıtı insanların varlığından da söz etti.
Festival üç ayrı ve birbirinden farklı sinemalara dağılmış durumdaydı ve mekandan dolayı festival havası, festival şenliği hissedilmiyor, hava sinema kokmuyordu. İnsanların film aralarında filmleri tartıştığı, birbirlerine daha da yaklaştığı sinemanın başrolde olduğu festival ortamı ne yazık ki yaratılmamıştı. Bu yıl şehir merkezinde bulunan sinemalarla anlaşamayan festival yönetimi çareyi alışveriş merkezinde ve şehrin çıkışındaki bir sinemada ve yine ticari filmler gösteren cep sinemasına festivali taşımakta bulmuş. Buralarda yaratılamayan hava tarihi kız lisesi binasında gösterilen kısa metrajlı filmlerle ve bunların katılımcısı yönetmenlerle, Hilmi Etikan ve Alin Taşçıyan’ın özverileri sayesinde telafi edildi. Tarihi Kız Lisesi binası Adana merkezinde, taşköprüyü geçince yanında güzel bir park olan bir bina. İçinde tarihte Adana fotoğrafları asılı. Bina festivalin amatör ruhunu da taşıyordu.
Bu yıl festivalde en çok konuşulan şey Özcan Alper’in ilk uzun metrajlı filmi “Sonbahar” oldu. Film daha gösterimi yapılmadan konuşulmaya başlamış, gösteriminden sonra da Karadeniz insanına, oranın dinamiğine, filmdeki diyaloglar üzerinden insanlara hissettirdiği duyguya, politik yönüne dair yapılan yorumlar festival konuklarının kaldığı otel lobisine, sabahlara kadar devam eden tartışmalara taştı.
Adana’nın festival izleyicisi çok farklı. Aslında bir festival seyircisi de yok. Liseli öğrenciler, okullardan taşınan ortaokul öğrencileri, emekliler izleyicilerin büyük bir bölümünü oluşturuyor. Ne yazık ki hala filmlere “ünlü” konukları görmeye gelen, onları da dizilerden bilen bir tipoloji var. En büyük eksiklik de Çukurova Üniversitesi’nden öğrencilerin festivalde olmamasıydı. Bu yüzden sık sık Avrupa Gezici Filmleri Festivali’nde karşılaştığım “yer yoksa merdivende otururum” diyen, film izlemekte inat eden üniversite öğrencileri oldu. Yine de faklı bir izleyiciydi karşımdaki. İçtendi. “Made in Europe” filmi için sahneye çağrılan yönetmen İnan Temelkuran’a, “bize dün de porno izlettiniz (“Ara” filminden bahsediyor) bugün de ağza alınmayacak küfürlerle ne kadar utandım”… diyen izleyici tipik bir dizi izleyicisiydi. Bu boş yoruma söyleşi zamanı sinirlenmiştim ama şimdi “Sonbahar” ve “Tatil Kitabı” sonrası yapılan yorumları da dinleyince içten buluyorum. En azından izleyici olarak ne iseler o olduklarını gösteriyorlar. Beğenmediği bir şeyi alkışlayan bir izleyici yok. “Tatil Kitabı” için gelen eleştirilerden biri bu filmin Silifke’de geçmesinin bir anlamı olmadığı idi. “Sonbahar” filmi için de şöyle sorular yöneltti izleyici: “2 aylık ömrü kalmış biri neden yaylaya rakı şişesiyle çıkıyor?” , “Karadeniz’e hala yağmur yağıyor mu?”(filmdeki fıkraya gönderme yaparak)
“Sonbahar” galası cuma öğleden sonra yapıldı. Salon yetmedi kalabalık seyirciye, kapıda itişmeler yaşandı. Daha büyük bir salona geçildi. Sonra teknik sorunlar oldu, film üç kez yeniden başladı. “Teknik sorun nedeniyle biraz bekleteceğiz” açıklaması yapan görevliye Suna Selen “önemli değil yeter ki sorun hallolsun, biz bekliyoruz” dedi. Sonbahar Altın Koza’ya damgasını vurmuştu ama ondan da öte bir umut, bir sevinç dalgası vardı izleyenlerin üzerinde.
Jürinin seçimi, neyi neden seçtiklerini açıklamaları önemliydi sinemamız için. Jüri “taraflıydı” ve sinema için ümit vaat eden, hayatı insanı günceli anlatan bir sinemanın tarafındaydılar ve bunun sinemasını yapanları parasal anlamda da desteklemek düşünceliliğini gösterdiler.
Gecenin en anlamlı konuşması “Ayak Altında” kısa filminin yönetmeninden geldi. Bayramını kutlayamayan işçi sınıfı için ödülünü aldı. “Ben onun filmlerini izlediğimde tir tir titrediğim yerler olur. Benim için Yılmaz Güney’in önemi itaatsizliğin iyi bir erdem olmasını anlatmasıdır” diyen ve yumruğunu kaldıran İnan Temelkuran da geçen yıl bu ödülü alan ve Yılmaz Güney üzerine ödül konuşmasında tek laf etmeyen “İlk Aşk” filminin yönetmeni Nihat Durak’tan sonra gönlümüzü çalmadı değil.
Made in Europe filminin 18 erkek oyuncusunun en iyi oyunculuk ödülü almasının jüri kararı şöyle açıklandı: “Hangi ülkede yaşarlarsa yaşasınlar yeni bir “millet” oluşturan göçmenler…
Çocuklar gibi birbirlerini öldüresiye dövmeye hazırlanıp sonra tekrar bir arada yaşamaya devam eden erkekler…
Maço görüntüsüne rağmen “yiğitlikle” alakası kalmamış, bir tür çaresizlikle “erkek çocuğu” olmanın ötesine gidemeyen ve neredeyse tüm erkek oyuncuların birlikte yarattığı tek bir erkek karakteri…
Jüri, Bütün çekim sürecinde aynı ruhu elinde tutmayı başaran yönetmenin hedefine sadık kalarak “bir ortak ruhun oyuncuları” olmayı başardıkları için Made in Europe filminin 18 erkek oyuncusunu bu ödüle layık bulmuştur.”
Sonbahar filminin en iyi film ödülü alma gerekçesi yazılı olarak yönetmene ve kamuoyuna şu şekilde iletildi:
“Hayata Dönüş Operasyonu adı altında hayatı elinden alınmış bir kuşağın, umudu da içinde barındıran kahredici yolculuğunu, sinema solanlarında oluşturulan araçlarla adeta, fısıldayan ve özgün diliyle anlatan ‘Sonbahar’ filmini bu ödüle layık gördük”