Patricio Guzman: Şili Kutuplaşmanın Üstesinden Gelemiyor

Seray Genç /

Patricio Guzman, Şili’nin kayıplarını, bir halk hareketini ve ülkenin politik tarihini 1970’lerden beri kaydeden Şili’nin ve belgesel sinemanın usta yönetmenlerinden. Işığa Özlem’de Atacama çölünü ve bu çölde yitip gidenlerin hikayesini anlatıyordu. El Boton De Nacar (Sedef Düğme) filminde ise bu kez suyun hafızasını kaydediyor. Su kültürünün diline, yaşam tarzına artık kendi geçmişlerini unutmaya yüz tutmuş insanlara kulak veriyor. Sedef düğmenin peşine düşerek Şili tarihine,su göçerlerinin ve Pinochet’in diktatörlüğü sırasında suda kaybedilmek istenen muhalif insanların yaşadıklarını anlatıyor. İronik, şiirsel, göz alabildiğince uçan kamerasıyla ve küçük düğmelerden Şili’ye, evrene, hayatın kendisine bağlanan okuması, izlemesi güzel filminde sonra Patricio Guzman’la Berlin’de söyleştik. Ve söyleşiye Şili’ninSavaşı’ndan başladık…

Şili’nin Savaşı’ndan (Battle of Chile) başlayarak belgesel sinema, politik sinema için çok önemli filmler gerçekleştirdiniz. Sinemanızda ortak temalar var, Şili’nin Tarihi ve Pinochet gibi. Sedef Düğme filminiz de Işığa Özlem’deki gibi kayıp kültürler, kayıp insanlar üzerine bir şiir. Ülkenin kökenlerine, hayatın başlangıcına gittiğinizi görüyoruz.

Söyledikleriniz çok doğru. Bunları anlatmaya çalıştım. Bence en önemlisi hikayeyi iyi anlatmak. Hikayeyi anlatmak çok önemli. Şili’nin Savaşı, dönemin doğrudan film yapma geleneklerine uygun bir şekilde kamera omuzda, sokaklarda çekilmiş bir filmdi. Aynı zamanda anlatı da çok iyiydi. Şili’de yaşanan kaosu anlatıyordu. Bugüne kalmasının esas nedeni dediğim gibi iyi bir anlatı olmasıdır. O dönemin diğer filmleri ortadan kayboldu, hikayelerini iyi anlatmadıkları için belki de. Bir hikayeyi anlatmak için sanatsal dilin kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Politik anlatıyı da bunun üzerine kurmak gerekiyor. Bu her zaman aklımın bir köşesindedir. Tabi ilk filmlerim ile bugünkü filmlerim arasında konu olarak farklar var ama anlatının prensipleri aynıdır. Benim filmlerimi birbirine bağlar. Latin Amerika’da üretilen pek çok başka belgesel ise ortadan kalktı. Hiçbir zaman bir şeyler öğretmeye çalışmam, parmağımla bir şeyi göstermem. Olguları göstermeye çalışır, yargıyı seyirciye bırakırım.

Peki ele aldığınız konular üzerine nasıl çalışıyor, anlatmak istediklerinizi nasıl ele alıyorsunuz, duygusal zorlukları nasıl aşıyorsunuz?

Ben iyimser bir insanım. İroniyi anlatının bir unsuru olarak severim, mizahı önemserim ve konularıma tutkulu derecede bağlıyım. Ülkemin geçmişi ile ilgili sorular sorarım ve gelecekte bizi neyin beklediğini merak ederim. Tarih tarafından tuzağa düşürüldüğümü söyleyebilirsiniz fakat bu gönüllü bir tutsaklık. Diğer yandan yaşanan acıları da perdeye yansıtmak zorundayız.

Sedef Düğme belgeselinizi nasıl oluşturdunuz peki, görüntülerden önce nasıl bir senaryo çalışması yapıyorsunuz?

İlk önce bölgeyi tanımak için yolculuğa çıktım. Yanımda ses mühendisi de vardı. Muhtemel karakterleri bulmaya çalıştım. İkinci adımda ayrıntılı bir senaryo yazdım ama bu kurmaca bir senaryoydu. Kesin bir senaryo değildi. Bir tür rehber gibi kullandım. Belgesel filmde başınıza ne geleceğini bilmediğiniz için kesin bir senaryoya bağlı çalışamazsınız. Doğaçlamalara açık olmanız gerekir. Belgesel film çekmek keşfetmeye açılan bir yolculuk gibidir, o yolculukta nelerle karşılaşacağınızı asla bilmezsiniz.

Daha sonra kurgu odasında aynı zamanda ses, görsel efektler konusunda da çalışırım. Başkaları önce görüntüyü kurgulamayı seviyor olabilir ama ben hepsini aynı zamanda yapmayı seviyorum.

Yerli toplumuna romantik bir bakışınız var. Allende öldürülmeseydi neler olabilirdi? Daha iyi mi olurdu her şey?

Doğal olarak. Allende’nin ölümü tabi ki bir trajediydi ama daha kötüsü askeriyenin ülkenin temellerini parçalamasıydı. 200 yılda cumhuriyetin oluşturduğu tüm kazanımları yok ettiler. Parlamentoyu, üniversiteleri, sendikaları yok ettiler. Grev yapılmasını yasaklayan yasalar çıkardılar. Sağlık sistemini yerle bir ettiler. Komünizme karşı savaştığını iddia eden askerler aslında tüm ülkeyi yok ettiler.

Bunu da çok orantısız biçimde yaptılar. Bizim silahlı olduğumuzu varsayıyorlardı, öyle düşünüyorlardı, öyle değildik. Her türlü özgürlüğü, özgürlükçü düşünceyi yok eden ağır silahlı güçlerle karşı karşıya kaldık. İlk gençliğimde hatırlıyorum Şilililer kendilerini topluluk önünde çok iyi ifade eden insanlardı. Şimdilerde bunu yapmıyoruz, insanlar sessiz. ABD tarafından, Nixon ve Kissinger tarafından finanse edilen cunta, bizim sesimizi kıstı. Evet, Allende’nin öldürülmesi büyük bir trajediydi ama ardından ülkenin yok edilmesi daha büyük bir trajedi oldu. Yok olmuş bir ülkeyi sıfırdan kurmak kolay değil. Şu anda yavaş yavaş ilerliyoruz ama anayasamız bile hala Pinochet döneminden kalma. Bu anayasada “iç düşman” nosyonu var, soğuk savaş döneminden kalma. Kürtaj yasal değil, homoseksüeller tanınmıyor, gerçek bir grev hakkı bile yok hala. Sivil hükümetler 20 yıldır ülkeyi yeniden kurmaya çalışıyorlar. Ama çok ağır bir miras var. Chicago Boys’tan bahsettim. 1976’da ilk vahşi liberalizm denemesini Şili’de yapıyorlar.

Ülkeyi yeniden kurmaktan bahsettiniz. Toplumun bu konuya yaklaşımı nasıldır?

Bence ülkenin bir kısmı geçmişle yüzleşmek istiyor ama çoğunluğu bu görüşte değil. Bunun nedeni de medyanın sürekli geçmişi kötülemesi, gazetelerin geçmişi bırakın artık geleceğe bakın demesi. Bu yüzden insanlar geleceğe bakıyor ama geçmişi görmezden gelerek. Örneğin, bir sınıfta üniversite hocası geçmişten bahsetmeye çalışsa sınıf hemen ikiye bölünüyor. Bir kısmı Pinochet dönemi kötü değildi derken bir kısmı katledilen insanlara ne diyeceksiniz diyor. Ders burada kesiliyor çünkü iki tarafta ailelerinin kendilerine söylediklerini tekrar ediyor. Ülke bu çizgide ikiye bölünmüş durumda; bir kısmı Pinochet’nin mirasını sahiplenirken, diğer yarısı Allende’yi desteklemeye ona inanmaya devam ediyor. Şu anda bu kutuplaşmanın üstesinden gelinemediği için ülke ileri gidemiyor.

Işığa Özlem bir okulda gösteriliyor. Gösterim sırasında okul müdürü sınıfa dalıyor ve bu filmin gösterimi yasaklanmış, öğretmen de görevden alınmıştır diyor. Bu olay iki yıl önce oldu. İnanabiliyor musunuz?

Sadece kendi ülkenizde değil diğer ülkelerdeki kurbanlar üzerine de eğilmeyi düşünüyor musunuz?

Her zaman İspanya hakkında da bir film yapmanın hayalini kurdum. Çünkü İspanya’nın da kendi tarihini nasıl sildiği, çarpıttığı konusu da oldukça çarpıcı. Tarihi bu kadar zengin olmasına rağmen Avrupa Birliği’nde ikincil rol alması da bundan bana göre, İspanya’daki bellek eksikliği. Bu durum Belçika, İtalya gibi ülkeler için de geçerli. Fakat böyle bir filmi finanse edecek İspanyol yapımcı bulabileceğimi sanmıyorum. İspanyol televizyonları da bağımsız belgesellere yer vermiyor 5-6 yıl önce İspanyol televizyonu Işığa Özlem (Nostalgia For Light) belgeselinin ortak yapımcısıydı ama televizyonda hiç göstermediler. Bu projeyi yapmak bu yüzden çok. Dışarıdan, Almaya’dan, İngiltere’den bir yapımcı bularak yapılabilir belki. Bu durumda da İspanya’da gösterilmesi zor.

Işığa Özlem ve Sedef Düğme Şili gerçekliği üzerine ama aynı zamanda evrensel temalar içeriyor. Diğer halkların acılarını da içeriyor çünkü Şili’de olanlar 20. Yüzyılda dünyada olan bitenin küçük bir parçasıdır.