Europa’dan Dalgaları Aşmak’a…
Nezih Coşkun /
Lars von Trier son filminde bir aşk hikayesini anlatmayı denemiş. Trier’i, Türkiye’deki sinema izleyicisi ‘değişik’ bir sinema dili olan filmlerinden özellikle Europa filminden hatırlayacaktır. Europa’da, renklerle ve ışıkla oynanmasıyla, aynı anda birden fazla görüntünün değişik tarzlarla çakıştırılmasıyla vs yaratılan sinema dili (bilinçsizce de olsa) belli bir ideolojik örtü görevini görmüştü.
Europa filmi 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrası Almanya’sında geçiyordu. 2. Dünya Savaşı’nın Berlin’in düşmesine kadar devam etmesinin en önemli nedeni, Almanlar’ın, müttefik kuvvetlerin Berlin yakınlarına kadar ilerlediği dönemde bile, nazilere inanç ve desteklerini eksik etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Faşizmin iktidar olduğu diğer Avrupa ülkesi İtalya’da faşizm hiçbir zaman Almanya’daki kadar kapsayıcı olamadı. İtalya’nın düşmesi de esasen Direniş güçlerinin içeriden desteğiyle de çok kolay olmuştur. Almanların nazizme inançlarının sürekliliği sonucunda Almanya tamamıyla yerle bir olana kadar savaş devam etti. Europa’da harabe haline gelmiş Almanya’ya vatanını sevdiğinden dolayı geri dönmüş Alman asıllı bir Amerikalı’nın başından geçenler anlatılı-yor. Kahramanımız, demiryollarında bir işe başlamasıyla birlikte, Amerikalıların nazi avları ve bunun karşısında “Kurtadamlar” adlı eski nazilerden kurulu bir örgütün eylemlerinin ortasında bulur kendisini. Europa’nın kahramanı “Kurtadamlar”ı ve eylemlerini desteklemek istemez. Fakat Kurtadamlar ölü nazilerin huzurunda vatanseverlik söylevleri çekerek onu kendilerine yardım etmeye zorlarlar ve ikna ederler. Bu noktadan itibaren artık Kurtadamlar’la birlikte çalışan bir nazi işbirlikçisine dönüşür.
Lars von Trier, Almanların bile hatırlamaktan özenle kaçındığı nasyonel-sosyalizm dönemini tekrar gündeme getirmişti. Bu kadarla da kalmayıp nazizimle özenle bir hesaplaşmaya girmekten kaçınıp, aslında naziler de kendile-rine göre haklılar, belli bir vatanseverlik duygusuyla hareket etmişlerdi gibi bir yere ulaşı-yor. Filmin en canalıcı sahnelerinden biri de Lars von Trier’in bir yahudiyi oynadığı bölüm. Amerikalılar nazileri tespit etmek için işkence ettikleri yahudilerle yüzleştirmektedir. Bunun için bir yahudiyi (Lars von Trier) demiryollarının sahibi nazi ile yüzleştirirler. Fakat yahudi uzun bir bekleyişten sonra, savaş zamanı üst düzey bir nazi olduğunu bilmesine rağmen, bu adamı tanımadığını söyler.
Europa filminin yukarıda sözettiğim tarafı pek de öne çıkmadı. Fakat ‘clip’vari sinema dili Avrupa Sineması için bir kurtuluş yolu olarak görülebildi. Lars von Trier’in kendi sinema diline ilişkin söyledikleri de bir itiraf niteliğini taşıyor: “Her filmim teknik bir yenilik içerir. Europa’da kendime sürüyle eğlenceli teknik oyuncak aldım. Görüntü eklemek üzerine çalışıyoruz; bazen kimi siyah-beyaz, kimi renk-li, yedi görüntü katmanını üstüste koyabiliyoruz. Fakat asıl önemli olan bu şekilde ancak farklı merceklerle çe-kilebilecek görüntüleri birleştirebilmemiz. Bu yolla, ilk bakışta farkedilmeyen ancak izleyicide derin iz bırakan bir etki yaratabiliyoruz. Aynı şey kamera hareketleri için de geçerli. Görünüşte tam anlamıyla gerçekçi izlenim bırakan, ancak filmi planladığımız yöne doğru sürükleyen bu unsuru içeren görüntüler yaratıyoruz. Bu da hipnozdur.” (vurgular benim, 11. İstanbul Film Festivali Kataloğu, s. 116) 80’lerin ikinci yarısından itibaren Hollywood’a karşı kendini nasıl kurtaracağını bilemeyen Avrupa Sineması bir yandan da video-clip dilinde örneklerle doldu. Bunların en ünlüsü -vakti zamanında ülke-mizde de Avrupa Sineması’nın kurtuluş filmi olarak görülebilmiş- Şarküteri’dir. Ne yazık Lars von Trier ardıllarının yaptıkları filmler, hiçbir problematik taşımayan uçuk fanteziler oldukları için Trier’in sinemasına göre çok daha düzeysizdi-ler.
Trier, Dalgaları Aşmak’la birlikte bu tarz si-nema dilini de belli ölçülerde “aşmış”. Bu filmde, diğer filmlerinin aksine görüntüleri üst üste çakıştırmayı kullanmamıştı. Fakat, film çeşitli bölümlerden oluşuyordu ve 70’lerin Rock parçalarıyla başlayan her bölümün giri-şinin, kartpostalvari renklerle sunuluşunda da açıkça görüldüğü gibi hala filmlerini video-clip tarzıyla çekiyor.
Dalgaları Aşmak, yarım akıllı bir İskoç kızla İskandinav bir petrol işçisinin evliliğini ve aşklarını anlatıyor. Bess (filmin kadın kahramanı) aşka ve tanrıya büyük bir inanç taşımaktadır, kocasının denizdeki petrol kuyularına çalışmaya gitmesiyle birlikte onu özlemeye başlar. Tanrıya ne olursa olsun Jan’ı (kocası) geri göndermesi için dua eder. Jan bir iş kazası sonucu kötürüm olarak geri dönünce de kendini bu durumdan dolayı suçlar. Jan yaşama isteğini yitirmemek için(!) karısından başka erkeklerle yatmasını ve bunları kendisine anlatmasını ister. Bess ilk başta bu düşünceyi katlanılmaz bulsa da kocasını tekrar ayağa kaldıracağına inandığından başka erkeklerle birlikte olmaya başlar, hatta düpedüz fahişelik yapar. Küçük kasabada herşey çabuk duyulur. Bess toplumdan ve çok sevdiği kiliseden dışlanır. Arkadaşları Bess’i tımarhaneye kapatmak için onu Glasgow’a gönderirler. Fakat Bess polis arabasından kaçıp tekrar kasabaya döner. Başkalarıyla yatmasının hala kocasını iyileştireceğini düşünmektedir. Sapık tayfası ve kaptanı olan gemiye gitmek için kasabanın limanına gelir. Bess bu sapıklardan aldığı bıçak yaraları sonucunda ölür ve kocası da iyileşip ayağa kalkar.
Trier, Dalgaları Aşmak’ta aşkın saflığını anlatmaya çalışmış. Ana karakterimiz Bess, hem kocasına duyduğu hem de tanrıya duyduğu aşkta pürüzsüz bir saflığı temsil etmektedir. Kocasına öylesine aşıktır ki onun en sapık isteklerini bile yerine getirmekten geri durmaz. Bu yüzden cemaatten dışlandığı zaman bu sefer de resmi din ve tanrı inancıyla bir çatışmaya girer. Kadınların söz hakkı olmadığı bir kilise toplantısına gidip tanrı inancını açıklar ve savunur.
Dalgaları Aşmak, Avrupa’ya hayranlığından ve sevgisi yüzünden vicdanını nazilerden yana koymaktan çekinmeyen bir yönetmenin, Avrupa toplumunun yaşadığı çözülmeye kişisel bir tepkisi. Lars von Trier şimdi de bizi saf aşkın ve kilisenin kokuşmuş tanrı kavramına karşı; kişisel, saflığı bu kişisellikten doğan tanrı inancının hayatı anlamdırdığına ikna etmeye çalışıyor. Fakat film bütünüyle Avrupa Sineması’nın yaşadığı dibe vuruşun sığlığını içeriyor. 91’de yaptığı Europa filmi, herşeye rağmen, nazizm ve savaş üzerine çok daha derin analizler taşıyordu.
DALGALARI AŞMAK
Yön. ve Sen.: Lars von Trier
Görüntü: Robby Müller
Müzik: Joachim Holbeck
Oyn.: Emily Watson, Stellan Starsgard, Katrin Cartlidge
(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 2. sayısında yayınlanmıştır.)