“Güneşi ve turisti bol Yunanistan’dan başka bir Yunanistan daha var”
Elif Genco – Nezih Coşkun /
Selanik Film Festivalinde ilgi çekici filmlerden biri Kürt mülteciler üzerine yapılmış bir Yunan filmi olan “Çıkmaz Sokaklar”dı. Aşağıda, filmin yönetmeni Stavros loannou, Diamantis Papadopoulos (görüntü yönetmeni), Vangelis Hristoulakis (kurgu) ve Nikos Haralambidis (ses) ile yaptığımız röportajı okuyacaksınız.
“Çıkmaz Sokaklar” bombalardan kaçan Kuzey İrak’lı Kürtlerin Yunanistan’daki yaşantılarını anlatıyor. Kardeşinin peşinden Yunanistan’a gelen filmin kahramanı, sonunda İtalya’ya geçmeyi başarır. Fakat kardeşinin Arnavutluk üzerinden Italya’ya geçerken boğulduğunu öğrenmesi üzerine büyük bir umutsuzluk içinde kendini yakarak son verir yaşamına.
Çıkmaz Sokaklar Ekibi (ÇSE) – İlk soruyu biz sormak istiyoruz. Bu film Türkiye’de gösterilse insanların tepkisi ne olur? Bu, Türk toplumunun üzerinde konuşmak istediği bir konu mu?
Yeni İnsan Yeni Sinema (YS) -Devlet açısından bakarsak söz edilmemesi gereken bir konu. Fakat bu filmlerin bir izleyicisi var Türkiye’de ve bu insanlar sizin filminizi izlemek isteyeceklerdir. Türk-Kürt halklarının kardeşliği üzerine bir film yapıldı Türkiye’de ve sinemalarda gösterim olanağı buldu: Güneşe Yolculuk…
ÇSE -Kadın bir yönetmeni vardı…
YS -Evet, Yeşim Ustaoğlu. Filminiz Tür-kiye’deki Kürtler üzerine değil. Irak’tan göçmek zorunda kalan Kürtler üzerine olduğu için daha farklı bakılacaktır. Öte yandan son dönemde sizin de bildiğiniz şu “Türk-Yunan yakınlaşması” göz önüne alındığında Kürtler üzerine bir Yunan filmi rahatsızlık da yaratabilir. Sonuçta izleyici tek faktör değil, medya ve siyasal dengeler açısından da bakabilmek lazım.
Sizi tanıyalım biraz şimdi. Festival kataloğundan sizin belgesel sinemacı olduğunuzu okuduk ve filminiz de belgesel tekniğiyle çekilmiş. Neden belgesel sinemayı seçtiniz?
ÇSE -Öncelikle, bu film bir belgesel değil. Bütün sahneler ve senaryo kurgulandı. Fakat aktörler gerçek Kürt mülteciler. Filmi omzumuzda küçük el kamerasıyla belgesel tarzda çekmek bizim seçimimizdi. Kullandığımız kamera dijitaldi ve ışık da küçük kamera ışığıydı. Filmin geçtiği Komondrou Meydanı gerçekte de Kürt mültecilere ev sahipliği yaptı. Diğer tüm çekimler bizim bulduğumuz ya da kurduğumuz mekanlarda yapıldı. Senaryoyu biz yazdık. Kürtler Yunanca konuşmayı bilmedikleri için senaryo Kürtçe’ye çevrildi, oyunculara dağıtıldı ve öylelikle oynadılar. Karakterler açısından, çekim tekniği açısından belgesel sayılabilir ama.
YS -Zamanımızın göçü yine kitlesel ama, 1960’larda Almanya’ya doğru Yunanistan, Yugoslavya ve Türkiye’den başlayan göçten çok farklı. O zamanlar insanlar daha iyi bir yaşam umuduyla Avrupa’ya göçüyordu. Anlattığınız dönemde, yakın zamanlardaki göç dalgası ise, umutsuzluk ve çıkışsızlıktan doğan, özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgeden Avrupa’ya olan bir göç söz konusu. Filminizde bu yeni göç dalgasının nedenini Atina’da, Komondrou Meydanı’nda, gece, çöp kovasının içinde yakılan ateşin etrafındaki kahramanlar tartışı-yor. Fakat bu sahnenin yeterince ikna edici, açık olmadığını ve sizin buna müdahale edemediğinizi düşündük.
ÇSE -Hayır, hayır. Bu sahnede tartışılanlar gerçek ve tamamen onların söylediği şeyler… “Para için burada değiliz, yiyecek için burada değiliz. Bombalar yüzünden buradayız.” Bunları da biz senaryoya koyduk. Hatırlarsanız kahramanlardan biri, “Ben 27 yaşındayım ve yaşamak istiyorum. İran’a karşı savaştım, Kuveyt’e karşı savaştım. Neden? Hiç olmamış ülkem için” diyor.
YS -Peki Kürt mültecilerin tamamı Irak’tan mıydı? Aralarında Türkiye’den Kürtler de var mıydı?
ÇSE -Hepsi Irak’tan gelmişti o dönemde. Fakat Türkiye’ye geçerken belli sorunlar yaşamışlardı. Saklanmak zorunda kalmışlar. Çünkü Türk polisi onları yakaladığında geri gönderiyormuş. Biz geri göndermedik.
YS -Bu insanlara karşı polisin reaksiyonu gerçekten filminizde gösterildiği, daha doğrusu gösterilmediği gibi miydi? Filmde polisin bu insanlara hiç dokunmadığını gördük.
ÇSE -İlk gelen Kürtler Komondrou Meydanına yerleşti. Kimse neden olduğunu sormadı. Bunlara başkaları eklendi, eklendi… Ve bir süre sonra bir getto oluştu. Orada 6 ay yaşadılar ve 100 metre ilerde Atina’nın merkezi Omonia Meydanı vardı. Altı ay sonra bir sabah polis geldi ve tüm çadırları yıktı. Sonra bu insanları toplayıp, Atina’ya yakın bir kasabaya yerleştirdiler. Komondrou’yu temizlediler, çünkü o meydan kültürel bir merkezdi.
YS -Peki toplumun bu insanlara yaklaşımı nasıldı? Filmde gördüğümüz kadarıyla, başta Kürtlerle Atinalılar arasında hiçbir ilişki yokken, zamanla Atinalılar onlara yiyecek ve giyecek götürüyorlar; hatta onlar için yılbaşı eğlencesi bile düzenliyorlar.
ÇSE -Bu durum Yunanlılara çok uzak ve yabancıydı. Şehrin orta yerinde bir getto hepimizi şaşırtmıştı. Fakat yavaş yavaş alıştık duruma. İlk önce yiyecek götürdük onlara, daha sonra giysi. Başlangıçta işimize yaramayan şeyleri götürüyorduk, daha sonra bir yardım programı oluşturduk.
YS -Filmin başında kahramanlar Meriç nehrini çerken cipin arkasına asılı bir Türk bayrağı görünüyordu. Evet, Türkiye’de son yıllarda her yerde bayrak görmek mümkün ama askeri araçlarda farklı şeyler, örneğin çıkartmalar kullanılıyor. Sınırın Türk-Yunan sınırı olduğunu göstermek için farklı bir yol bulunamaz mıydı?
ÇSE -Bu bir film. Ve her şeyin gerçekle birebir örtüşmesi gerekmiyor. Öyle yaptık çünkü gece çekiminde bunu stickerla çözmek daha zordu. Orada önemli olan bu insanların Türkiye üzerinden geldiğini ve ilk aşılması gereken engelin Türkiye ve Yunanistan arasındaki nehir olduğunu göstermekti.
YS -Filmin sonunda kahraman kendini yakarak intihar ediyor. Filmin sonundaki bu sahnenin kaynağı nedir?
ÇSE -Gazetelerde Zirek adında bir Kürt’ün Atina’nın ortasında kendini yaktığını ve geride bir mektup bıraktığını okuduk. Bu mektup filmin sonunda yer alıyor. Bu, bu insanların nasıl bir çıkmaza geldiğini ve devam edecek bir yol bulamadığını gösteriyor. Yine yakın zamanda bir kadının Hollanda’da kendini yaktığını okuduk. Bu insanlar kendi kimliklerini realize edecek bir yol bulamıyorlar. Bu yüzden de filmimizin adı “Çıkmaz Sokaklar”.
YS -Sizin film ve Bahman Gobadi’nin filmi “Sarhoş Atlar Zamanı” aynı konuya karşı farklı ama birbirini tamamlayan yaklaşımlar taşıyor. Bu iki filmle resmin bütününü görebiliyorsunuz. Gobadi’nin filmi, Kürtçe çekilen ilk İran filmi.
ÇSE -Bizim filmimizde de Kürtler Yunan-ca konuşmak istemedikleri için senaryo Kürtçe’ye çevrildi.
YS -Filminizin gösteriminde salon tamamen doluydu. Bu ilk gösterim mi?
ÇSE -Evet. Selanik Film Festivali filmin prömiyeri ve bu bizim ilk kurmaca filmimiz. Daha önce hep belgesel yaptık. Yunanistan da bu filmi izleyecek az (çok az sayılmaz) ama bizim için önemli bir seyirci kitlesi var. Bu film sadece Kürtler üzerine değil, ülkesini yitirmiş tüm insanlar üze-rine. Yarın belki siz ya da biz de bu duruma düşebiliriz.
YS -Yunan sineması deyince daha çok akla Angelopoulos geliyor, ya diğerleri?
ÇŞE -Biz de Angelopoulos’un peşinden gidiyoruz.
YS -Son dönem Yunan sineması hakkında ne düşünüyorsunuz?
ÇSE -Yunan sinemasında bir yanda “Safe Sex” gibi popüler yapımlar, bir yanda da bağımsız sinemacılar var. Başka kaynaklardan beslenen alternatif yapımlarımız da var. Güneşi ve turisti bol Yunanistan’ın yanında başka bir Yunanistan daha var.
(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 8. sayısında yayınlanmıştır.)