Fotoğraf’a Bakarken
Aylin Sayın /
Metropolden dağlara bir yolculuk ve donan bir fotoğraf karesi, korkuyla ve şaşkınlıkla bakan çocuklar… Sinemamızda son dönem yapılan filmlere baktığımızda genel olarak Kürt gerçekliğini işleyen filmlerin ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Ama çoğunluğu coğrafyayı yalnız plato olarak kullanıyor ve bu konu etiket olarak işlenip reklam malzemesi haline getiriliyor. Bu süreç ilk defa “Işıklar Sönmesin” le başladı ve “Deli Yürek” filmiyle devam ediyor. Fotoğraf ise Türkiye’de Kürtçe çekilen ilk uzun metrajlı film. Antalya Altın Portakal Film Festivali sonrası medyada çıkan tartışmalarda daha çok filmin ve jeneriğinin Kürtçe olması üzerinde duruldu. Hatta Atilla Dorsay filmi “Müjde! Kürtçe bir filmimiz var” diye lanse etti. Bunlar da filme yalnız dil sorunu üzerinden bakılmasını sağladı. Yönetmen sorunun yalnız dil olmadığını, varolan şiddeti vermek istediğini belirtiyor. Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) sinema biriminin yaptığı, yönetmenliğini Kazım Öz’ün üstlendiği ikinci film Fotoğraf. Kısa metrajlı, toprak anlamına gelen, sinemamızda sanatsal ifade düzeyi açısından örnek gösterilebilecek bir ilk film olan Ax, köy boşaltmalardan sonra kendi topraklarında kalan ve eskiye özlemle bakan bir insanın köyünü terketmek zorunda bırakılmasını işlemişti. Fotoğraf’da ise Ali ve Faruk isimli Kürt ve Türk gencinin aynı tarafa farklı amaçlar için gitmeleri, otobüs yolculuğu sırasında gelişen ilişkileri ve bir çatışmada kesişen yolları anlatılıyor.
Fotoğraf pek çok açıdan düşündürücü; neresinden tutsanız bir çoğulluk akıyor. Filmin üretimi, konunun genişliği ve sıcaklığı. Geçmiş yıllardan beri kültürel açıdan da suskun kalınan bir alan olduğu meselesi bu çoğulluğu oluşturan başlıklardan sadece bir kaçı. Sonra düşünce ve sanat dünyamızın geçmişten bugüne getirdiği iki büyük sanatçı, Nazım Hikmet ile Yılmaz Güney’le ilişkilendirerek yapılacak yorumlar; daha yakınlarda sık sık gündeme gelen ve boğucu olabilen Avrupa… Fotoğraf, sinema tarihimizde üzerine yazarken ve tartışırken, söyleyeceklerinizin nerede olduğunuza bağlı olarak değişeceği bir film. Aynı şekilde izleyenlerin akıl ve estetik değerlendirmelerinden çok, başka bir düzeyde, daha psikolojik bir düzeyde, daha suskun ve karmaşık duygularla seyredilebilecek bir film. Film, konusunun karmaşıklığı, sıcaklığı, yoğunluğu ile filmin psikolojik etkisinin anlamsal çözümlemeye etkin gücü insanı çağrışımlarla düşünmeye iterken aynı zamanda sessizleştiriyor, ses-sizleştirebiliyor; bir iç sakinliğinden çok sadeleştirmeye ihtiyaç duyan bir karmaşa yatıyor bu sessizlik ya da suskunlukta.
Film, Nazi Almanya’sından özenilerek yapılmış ve ülkemizin dört bir yanına dikilmiş devasa bir heykel görüntüsünün (heykel Kurtuluş Savaşını anlatıyor; bir Türk askerinin düşmanı ayakları altında ezmesi) etrafında dönerek başlıyor. 10. Yıl marşı ve marşın Kürtçe alt yazısını görüyoruz. Bu, filmin 90’ların ortalarında geçtiğine dair bir ipucu. Ayrıca bu görüntüler seyirciyi 67 dakika boyunca göreceği, Doğu illerine dair gittikçe artan sayıda, milliyetçiliğin gündelik yaşamı nasıl işgal etmiş olduğunu belli ölçülerde vurgulayan görüntülere hazırlıyor. Filmde ilk olarak, Faruk’u İstanbul Esenler garajında asker uğurlamalarıyla birlikte görüyoruz. Harem otogarına gelindiğinde yine asker uğurlamaları ve farklı yaşanan bir ayrılık. Ali’nin sevdiği kızdan ayrılması ve Faruk’la kurulacak dostluklarının ilk cümleleri. Böylece İstanbul’dan Diyarbakır’a yolculuğa başlıyoruz… Ali, hukuk okuyan bir Kürt genci. Belki bir daha göremem diye ayrılırken sevgilisini öpmüyor. Bu yolculuğu gerilla olmak için yapıyor. Konuşmalarından ve ifadesinden hislerinin zaman zaman Faruk’a benzediğini; ancak dünyasının ve yolculuğunun ondan farklı olduğunu görüyoruz. Faruk karakteri ise, lümpen ve faşizan bir tarafı olan biri. Elbette ki her kişi gibi askere gitmek istemiyor. Fakat Ali’nin de benzer duygular içinde olmasını, Ali karakterinin sıcak çatışmanın yaşandığı günlere bugünden bakılınca yaratılan bir karakter olması ve yaşanılan çıkışsızlığın verdiği bir ruh haliyle filmin yapılması olarak açıklanabilir.
Sinemamızda son dönem yapılan filmlerde Kürt gerçekliğini işleyen filmlerin belli bir ağırlıkta olduğunu söylemiştik en başta. Bir izlek olarak yolculuğa, Kürt gerçekliğini ve yakın geçmişi anlatan ve sinema-gerçek ilişkisini somut olarak görebildiğimiz, “Güneşe Yolculuk” ve “Büyük Adam Küçük Aşk” filmlerinde de karşılaşmıştık. Ancak yine bu filmlerdeki yolculuklar arasında belli bir farklılık bulduğumuzu söyleyebiliriz. “Güneşe Yolculuk” ve “Büyük Adam Küçük Aşk” filmlerinde kahramanların yaptıkları yolculuklarla, bir değişim yaşadıklarını , özgürleştiklerini görüyoruz. “Güneşe Yolculuk”da Tire’li Mehmet önce saçlarını sarıya boyuyor ama kendi başına iş açan Kürtlere benzerliğini, filmin sonunda bilinçli bir kabullenmeyle tersine çeviriyor ve Tire’li askere Zorduç’lu olduğunu söylüyor. “Büyük Adam Küçük Aşk”taki Rıfat Bey’in öteki İstanbul’a yolculuğunda köyleri boşaltılmış, göç etmek zorunda kalmış Kürt halkını ve yoksulluğu görmesiyle bilinçlenmesi ve değişmesi bir arada gelişmekte. Ama Fotoğraf’taki yolculuk kişilerin bilinçlerinde bir değişikliğe yol açmıyor. Mücadele etmeye dair umutla biten bu iki filme göre, Fotoğraf sadece varolan durumu saptayıp, gösteriyor bizlere. Peki, filme “yol filmi” diyebilir miyiz? Sanmıyorum. Çünkü yol filmlerinde aranan bir şey vardır. Yolculuğun sonunda ulaşmayı umduğumuz şey yolculuğun kendisidir. Varolanı terk etmek, yeni bir şeyi aramak, önemli olan da yolda geçirilen evrelerdir. Bu anlamda bir “yol filmi” olmamasına karşın, büyük bir bölümü yolda ilerleyen otobüs sahnelerinden oluşan filmde, çevreye dair bilgimiz Ali ve Fuat’ın penceresinden görünen dış çekimlerle sınırlı. Bu dışa bakışlarda dağa-taşa yazılan milliyetçi özdeyişler, boş görünen yol ve topraklar görülür. Otobüsün içini görüntüleme konusunda da belli sınırlılıklar taşıyor film. Yolculuk yapan insanlar hakkında yeterince betimleme ve bilgi ne yazık ki yer verilememiş. Oysa sadece bir planda görebildiğimiz, Ali ve Faruk’un ön koltuklarında oturan anne ve baba ile onların dizlerine uzanarak uyuyan çocuk bile bu otobüs yolculuğunu öylesine sahici yapabilmekte ki… Ayrıca varılan yerler hakkında da yeterli bilgi alamıyoruz. Filmde, Türk milliyetçiliğinin kendini en kaba halde görülen halleri ve her tarafı kaplayan faşizan bir ortam görülüyor, ama bu ortamın Kürt halkını nasıl etkilemiş olduğu anlaşılmıyor.
Faruk’un nasıl bir karakter olduğuna filmde daha fazla yer verilmesi, filmin sonunda Faruk’a ya da onun temsiliyetinde ve onun cephesinde bu savaşı yaşamış insanlara ilişkin akla gelen belli soruları daha net yanıtlayabilir diye düşünüyorum. Ancak Türkiye’de ortalama lümpen bir gencin nasıl olabileceği üzerine tecrübelerimizden yola çıkarak, belli çözümlemeler yapabiliriz. Filmin başında, Faruk hakkında milliyetçi unsurları içinde barındıran, insanlara pek güvenmeyen, apolitik gözlemleri yapılabilir. Çatışma sonrasında, Ali’de kalan çakmağı görmesi ve arkadaşı öldürüldüğü halde hiç bir rahatsızlık duymadan çe-kilen fotoğrafları ailesine gönderecek kadar duyarsızlaşması onun kişiliğinde savaşın farklı bir değişikliğe yol açmadığını gösteriyor. Ya da bu savaşın şiddet ve duyarsızlığı getirebildiği noktayı. Bunun için Faruk daha da önemli olmaktadır. Yönetmen özellikle görüntülerle belli bir soyutlamaya gitmiş ve tek tek karelerden izleyicinin anlam çıkarması için uğraşmış. Mesela Ali’nin “adalet hiçbir yerde yok, sadece soyut bir kavram” demesi ve o sırada çerçeveye giren apartman, gecekondu ve baraka görüntüleri gibi. Bu, varolan toplumsal çelişkilerin gösterildiği bir plan. Bunun için tek tek sahnelerde soyutlamaya gidiliyor ama ne yazık ki filmin bütününden çıkan daha az olu-yor. Görüntü dili ve biçimine gösterilen öneme ve ortaya çıkan düzeye benzer bir biçimde içeriğinin geliştirilmesinin filme yapacağı katkıyı belirtmeden geçmek imkansız. Yan hikayelerin olması, karakterlerin ayrıntılandırılması ve belge görüntülerin alabileceği payın artırılması içerik konusunda ilk akla gelenler olmakta. Ali ve Faruk’un hayatlarının sadece birkaç günü anlatılıyor filmde. Filmsel zaman, insanın bütün hayatını yansıtan ve içinde yaşadığı toplumun, sınıfın yansıması olarak görülebilmeli. Tek tek anlam oluşturan planların bir bütünlük yaratması bu anlamda bir kez daha önemli olmakta. Film, fazla diyaloga yer vermeyen, izleyiciyi görüntülerle etkilemek isteyen ve sonuçların bu görüntülerden yola çıkılarak anlaşılmasını isteyen bir tarza yakın olduğundan kurgu kendi başına bir anlam kazanabiliyor. Finalin soyutlanması ve görüntülerle ve-rilmek istenen anlam bu tavrı tümüyle destekliyor.
Filmin başında gördüğümüz Kurtuluş Savaşı temsili, gerillanın öldürüldükten sonra başının kesilmesi ve onun üzerine çıkan askerlerin fotoğrafında soyutlanıyor. Bu şiddet bütün ül-keye, İstanbul’a ve şiddetin ürkütücülüğü ise çocukların gözle-rine yansıyor. Bu kez de Fotoğraf filmi “Laleli’de Bir Azize”, “Gemide”, “Eşkıya”, “Karışık Pizza” gibi filmlerle 90’lı yıllarda sinemamızda çokça işlenen şiddet konusunda bir karşılaştırmaya gitmemize yol açıyor: “Eşkıya” ve “Karışık Pizza”da daha çok şiddetin görselleştirmesi var. “Gemide” ve “Laleli’de Bir Azize”de ise erkek egemenliğinin ve devletin şiddetinin simgesel bir boyutu. Ama var olan düzeni eleştirmek için devletin birebir uyguladığı şiddeti daha doğrudan göstermesi ya da bu şiddetin sonuçlarını vermeye çalışması açısından Fotoğraf farklı ve önemli bir yerde duruyor.
Fotoğraf’ın kolektif bir emek sonucu ortaya çıkması, teknik kısıtlar ve parasal zorluklara rağmen yapılması üçüncü dünya sinemasının “mükemmel olmayan sinemasını” hatırlatıyor. Belki bu yüzden Kazım Öz’ün ve MKM’nin yaptıkları, ürünleri daha değer kazanıyor. Hem yakın geçmişimizi anlatması hem de reel gerçeği popülerleştiren filmlerden ayrılabilmesi filmi farklı bir yere oturtmamızı sağlıyor. Ayrıca Kürt kimliğinin düzen içinde eritilmeye çalışıldığı günümüz için de ayrı bir anlamı var. Eskiden beri var olan Kürt kimliğinin reddi, Avrupa Birliği’ne girme çalışmalarıyla beraber bu kimliği pazarlık konusu haline getirdi. Restorasyon süreciyle beraber, baskı kurarak Kürt kimliğinin dışlanması, böyle bir şeyden habersiz olmama durumu çözülmeye başlandı. Bu çözülme sürecinin sınırları tehlikeli bir biçimde genişletilerek sistem içinde bu kimliği eritme noktasına dahi gelindi. Kürt hareketinin Demokratik Cumhuriyet açılımıyla da bu, düzen içinde bir çözüm -dil ve milliyet sorununa indirgenerek- arama noktasına, çıkışsızlık yaşamasına neden oldu. Bu yüzden Kürt kimliği kendi dar çerçevesiyle asimile edilmeye daha elverişli hale gelmektedir. Burada sorunun tek dil olmadığını söylemesi açısından Fotoğraf yakın tarihimizi sorgulama şansı veriyor ve “Güneşe Yolculuk”la başlayan sinemada umudu devam ettiriyor.
Fotoğraf
Yön. ve Sen.: Kazım Öz, Gör. Yön.: Ercan Özkan, Sanat Yön.: Özkan Küçük, Müzik: Mustafa Biber, Oyn.: Nazmi Kırık, Feyyaz Duman, Mizgin Kapazan
2001, MKM , 67 dk.
(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 10. sayısında yayınlanmıştır.)