Neden Sinema?
Giovanni Scognamillo /
Sinemaya karşı ilgi çoğaldı mı yoksa bana mı öyle geliyor? Sinema salonlarının hasılatlarına bakarsak seyirci artışı salt kimi yerli ya da yabancı filmler için geçerli ki bunların tümü medyatik filmlerdir. Bunların dışındaki hasılatlar pek iç açıcı görünmüyor. Hasılatların ötesinde artan gibi görünen ilginin başka ve kimi pek yeni olmayan göstergeleri de var. Örneğin, sinema salonları dışındaki gösteriler, festivaller, etkinlikler, sinema kursları, sinema okulları ve diğerleri. Televizyonun artan baskısına karşın sinemaseverlik, sinema tutkunluğu, sinema aşkı hiç eksilmiyor, aksine. Bu iyiye işarettir ama, sorulması gereken bir soru var: Neden sinema? Neden sinemada kariyer yapmak isteyenlerin, sinema yolu ile kendilerini ifade etmek isteyenlerin sayısı artıyor, neden karşılaştığım çoğu gençlerin -ister bir sinema okulunda okusunlar ister okumasınlar- hayallerinde yönetmen olmak var? Sinema sevgisinin artışına paralel olarak yoksa yaratıcılık potansiyeli de mi artıyor? Umarım öyledir.
Sinema bir seçimdir ve bazen bu seçim bir çok boyutlu bir hayale dayanıyor. İnsan bir şeyleri ifade etmek ihtiyacını duyduğunda çeşitli araçlar, çeşitli sanatlar seçebilir ve bunların sayesinde kendini, inançlarını, düşüncelerini, dünya anlayışını yansıtabilir. Hiç kuşku yok ki doğası ve olanakları açısından sinema en zengin ve en evrensel, gerçeğe ve gerçeklere en yakın, etki alanı en geniş ve dolaysızıdır. Aynı şekilde – sinema yapanlar, yapmış olanlar bunu çok iyi bilirler – en zorudur. Bir kariyer ve bir sanat olarak sinema seçildi, herkes kendine göre bu seçimin nedenlerini sıraladı ve “Neden sinema?” sorusuna kendi yanıtlarını sıraladı. Bunun ikinci adımı ise bir başka soru ve sorundur: “Hangi sinema?”
Sinema çok şeydir ve bir arada çok şey olduğu için kişiyi, sinemacıyı şaşırtabilir, çıkmazlara sürükleyebilir. Bir sanat diyoruz, bir eğlence sanatı, bir iletişim aracı, bir bilgi dağıtıcısı, bir kültür aynası, özgün bir biçim, tüm çeşitlemelere açık bir anlatım dili ve tekniği. Sinemanın boyutları içinde herkes, sinemacı olduğunda, kendine en uygun gördüğü yolu seçer; kimi herhangi bir sıkıntı duymadan (ki duymasına gerek yoktur) konfeksiyonu seçer; kimi de seyirciyi masallarla oyalar, iki ya da üç saat boyunca başka dünyalara götürüp kendi sorunlarından ve etrafındaki olumsuzluklardan uzak tutar ve böylece görevini yapmış olduğunu sanır. Hepten uyutan, gerçekleri yumuşatan, insanı sürekli oyalayan sinema yaygındır ve hiç kuşku yok ki başından beri sinema bunun için, bu amaçlar ile kullanılmıştır (Hollywood sineması, kaçış sineması, uyuşturucu olarak sinema). Kabul edelim ki tüm bu olumsuz ama kaçınılmaz özelliklere sahip olmasaydı sinema ne bugüne kadar gelebilirdi, ne de bu denli etkin olabilirdi. “Başka” bir sinema bir ideal teşkil ediyorsa da acı gerçek şu ki sinemanın “başka” olabilmesi için, tarihsel ve toplumsal bir bilinçlenme süreci içinde, tüm yollardan geçmesi gerekli idi.
Sinemanın gerçeği yansıttığını ya da yansıtabileceğini söylüyoruz. Doğrudur, ama sinemasal kurallar ve olanaklar dahilinde. Bizi etkileyen, sürükleyen ve coşturan görüntülerin boyutu kocaman ise de, sinemasal (kurgulamalı) zaman bizim zamanımıza uymuyorsa da, izlediğimiz olayın açıları ve bağlantıları bize peşinen empoze ediliyorsa da önemli olan tüm bunlardan çıkan, bunlarla ifade edilebilen gerçeklik duygusudur, bunlarla bizlere ulaştırılmak istenen düşüncedir, bize sunulan “yaşam parçaları”dır, bunların inandırıcılık dozudur, bunlardan edinebileceğimiz somut nedenler ve sonuçlardır. Belki de, ideal bir yaklaşım içinde, “Neden sinema?” sorusunun tek yanıtı “bunları yapabilmek için” oluyor.
(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 11. sayısında yayınlanmıştır.)