Bir Savunma Hattı Olarak Belgeseller: Yeryüzünü Savunan Romanlar, Amazonlar ve Dublinliler…

Seray Genç*
- 9/8 Atan Kalpler, Göbekler ve Yumruklar
Bu yıl Documentarist- İstanbul Belgesel Günleri’nde gösterilen filmlerden biri Gizem Aksu’nun Hepimiz için 9/8’lik bir dövüş belgeseliydi. 1907 – 1944 tarihleri arasında yaşamış, bir toplama kampında Nazilerin sırtından vurmasıyla hayatından olmuş, bir boksör olarak ringde dans eder gibi dövüşmüş; küçük düşürülmek, mağlup edilmek için zorla çıkarıldığı bir başka ringde bir savunma hattı kurarak mücadele etmiş; çingene kökleri nedeniyle Almanya’nın en zorlu tarihinde tüm -ve kısa hayatını aslında bir savunma hattı kurarak sürdürmüş Rukeli Trollman’dan ilhamını alıyordu bu belgesel ve günümüz Türkiye’sine dövüşen, direnen karakterleriyle dans ederek bağlanıyordu. 9/8 hayata dair bir duruş, Rukeli’nin hücre numarasının ilk harfleri ve Fikirtepe’den geriye kalan, kalabilen evlere bağlanabiliyordu.
Dans ve direniş üzerine, dans ve direnişi bir hikayede, bir karakterde ve politik tutum/karşı koyuşta birleştiren bir film olarak 9/8 dörtlü ve bir çember biçimde bir arada Fikirtepe’de dans ettikleri sahnede izleyene de bulaştırıyor ve yükseltiyordu heyecanı, coşkuyu. Sanki biri daha vardı aralarında. “Şampiyonluk unvanının elinden alındığı maça, uymaya zorlandığı Aryan stereotipini eleştirmek için bedenini unla kaplayıp saçlarını sarıya boyayarak çıkan Rukeli’nin” kendisi de İstanbul’daki dansçıların arasında dahil oluyordu.
Rukeli’ye, Roman olmaya, Roman dansına, ev, kök ve yabancı olmaya dair birbirine dansla bağlanan bu karakterler geçmişten günümüze bir savunma hattı oluşturuyor gibiler. Roman dansıyla boks yaparak, göbek atarak köklenerek, her yürüyüşü onur yürüyüşü yaparak, Rukeli gibi dövüşerek yani. Onurlarıyla kimi zaman kırılgan, kimi zaman buzdan, kimi zaman bir ring sahasına dönüşen kimi zaman tarihin en zalim sayfasına çıkan eriyen, sarsıntılı zeminlerde bir ritimle, bir duyguyla ayakta kalarak, yürüyerek, dans ederek ve dövüşerek tüm ayrımcılıklara karşı bir savunma hattını neşe, coşku ve zarafetle kuranların yaratıcı ve hepimiz için verdikleri bir dövüş-dans bu. Geçmişin gölgesine ve gömdüklerine karşı ve pek çok gölgeye karşı.
Gizem Aksu İstanbul Belgesel Günleri’nde ödül alan filminden sonra şunları söylüyordu:
“Burdayım aşkım.
Burdayız aşkım.
Can çekişen adalet sistemine, sanatla kalp masajı yapanlar olarak,
Onur yürüyüşçüleri,
Adalet dövüşçüleri olarak;
Göbek atarak köklenip umudu halay çekerek ören, partilerden dayanışma doğuran kozmik dansçılar olarak buradayız.
Bu filmde bana ilham olan Rukeli Trollmann’la hayali arkadaşlığımdan öğrendiğim en güzel pratik, gölge boksu oldu. Kendi gölgelerime, bu toprakların gölgelerine, gömdüklerine, örttüklerine bağrışa barışa, ağlaya haykıra, göbek ata ata bakabilmek oldu.
Bu ödülü, bu coğrafyanın gölgeleriyle barışırken bedeniyle bedel ödemek zorunda kalan tüm adalet dövüşçülerine, onur yürüyüşçülerine ithaf etmek istiyorum.”
Hepimiz için 9/8’lik dövüş tıpkı Rukeli Trollman’ın hikayesinde olduğu gibi 2000’li yıllarda bir Çek kasabasından Manchester’a göçmüş Pongo’nun dövüşüne de bir nefesle, direnen bir başka karakterle bağlanıyordu. Yeryüzünü savunan, dünyayı güzelleştiren ilk kez Sheffield Belgesel Film Festivali’nde gösterilen Pongo Calling yönetmenlerin/yapıcılarının, dans edenlerin, direnenlerin kendi dillerini, seslerini ve dünya görüşlerini kattıkları filmlerden biriydi. Yapıcı dememin bir nedeni özellikle Brezilya’da Amazon ormanlarının endüstriyel tarımsal alanlar ya da yeni yerleşim alanları için -yasal ya da yasal olmayan yollarla- kesilmesine, yağmalanmasına engel olmaya çalışan Amazon yerlilerinin kendi yaşam alanlarını korumak için kurdukları savunma hattında kendi kameralarını bir araç olarak kullanmaları ve kendi hikayelerini kendilerinin anlatmaya çalışmasından ötürü. Ama önce Pongo’yu tanıyalım.
Pongo Calling – Pongo ve Ailesi Manchester’daki evlerinde |
Štefan Pongo’nun hikayesi, ailesinin, geldiği toprakların, bir Roman’ın hikayesi. 15 yıl önce göç ettiği İngiltere’de hayatını tır soförlüğü yaparak kazanan Pongo, Çek Cumhuriyeti başbakanı Milos Zeman’ın “Romanların tembel olduğunu” söylemesi üzerine çalışan tüm Romanlardan fotoğraf istemesiyle bir anda sosyal medyada gündem olur. Çekya dahil dünyanın dört bir yanından hayatlarını kazanmak üzere çalışan Romanlar, Pongo’nun çağrısına işbaşı fotoğraflarını göndererek yanıt verirler. Štefan Pongo sosyal medyadan canlı yayınlar yapar, memleketine gittiğinde insanlarına yardım eder, yoksulluklarına ilişkin yerel bir örgütlenme girişiminde bulunur, Roman Derneği’nin kuruluşunda yer alır. Avrupa’nın pek çok farklı yerindeki eylem ve basın açıklamalarına koşar, çocukları da peşinden… Bu eylemlerden birinde Belçika polisi onları durdurur, şaka mı gerçek mi hala inanmakta zorluk çektiğim bir diyalog yaşanır aralarında “acaba atlar ve karavanlar da var mıdır daha başka gelecek, protestoya katılacak?” Filmin bitiminde yönetmen ve Štefan Pongo’nun oğulları geliyor perdenin önüne. Güçlü alkış ve gözlerimiz Štefan’ı arıyor. Öğreniyoruz ki amansız bir hastalık yüzünden yakın zamanda bu dünyadan göçmüş Štefan. Kurduğu savunma hattına oğullarını, “Pongo Calling” filmini ve bizleri dahil ederek.
- Bölgeyi Savunanlar
The Territory – Amazon yerlisi Uru-eu-wau-wau’lılar |
Brezilya yağmur ormanlarının talanıyla daha önce usta yönetmen Fernando Solanas’ın Zehirli Köylere Yolculuk (Viaje A Los Pueblos Fumigados, 2018) filminde karşılaşmıştık. Güney Amerika’nın alternatif tarihini anlatan sonrasında aktivist filmleriyle üçüncü sinema manifestosunu bize yeniden hatırlatan, 2020 yılında kaybettiğimiz Solanas son belgeselinde de kapitalizm eleştirisini filmin merkezine koyuyordu. Zehirli Köylere Yolculuk, ormanların talanı ve yerlilerin yaşamlarının doğrudan etkilenmesinin ardından açılan endüstriyel tarımsal alanlardaki üretimin, kullanılan zehirli tarım ilaçlarının insanlar ve doğa üzerindeki tahribatının imkansız-geri dönüşsüz rotasını takip ediyordu. The Territory filmi ise yaşam alanlarını, kuşaklar boyunca yaşadıkları bölgelerini savunmak isteyen yerlilerin gözünden ve bölgelerinden anlatıyor hikayesini. Zaman zaman bölgeden çıkıyor ve talan sahiplerinin yasal ya da yasal olmayan yollardan bölgeye nasıl yavaş ya da hızlı sinsice yaklaştıklarını anlatıyor. Yerlilerin haklarını savunan aktivistlerin de yerliler kadar hayatlarının tehlike olduğunu filme ve bölgeye dahil olan 40 yıldır yerlilerle birlikte çalışan çevre ve insan hakları savunucusu Neidinha Bandeira’yla anlıyoruz. 3 yıl boyunca çekilen film, 40 yıl boyunca yerli Uru-eu-wau-wau halkıyla mücadele veren Neidinha, 19 yaşında hem kendi hikayesini hem de halkının hikayesini anlatmak ve haklarını savunmak adına eline kamera dahil savaşabileceği tüm aletleri alan genç lider Bitate ve bir başka yeryüzü savunucu Ari… Ari belki de bu hikayenin en hüzünlü tarafı ya da temsilcisi çünkü halkını, topraklarını ve insanlığ miras Amazonları savunmak için mücadele eden Ari faili meçhul bir biçimde bir yol kenarında ölü bulunuyor günün birinde. Brezilya’nın ve dünyanın yeni sağ liderlerinden Bolsonara rüzgarlarının, bu rüzgara sırtını dayayanların adalet getirmeyeceği gerçeğini içten içe bilmek belki de hüznü artırıyor. Gerçeğin ortaya çıkabilmesi için kendi gerçekliklerini, kendilerini kameraya almaya başlayan, bölgelerinde nöbet tutmaya çalışan bu insanların karşısında sadece ormanları yıkan yakan yerleşimciler yok aslında Bolsonaro iktidarının ta kendisi var aslında. Sadece Brezilya değil tüm dünyanın iklimini etkileyecek Amazonlar rantın, talanın karşısında sadece Uru-eu-wau-wau halkının karşı koyamayacağı çok açık, bu film amazon yerlilerinin mücadelesini bizlere duyurmak için, mücadeleye ortak etmek için…
Territory sözcüğünün Latince kökeninde terra var yani toprak. Topraklarını koruyan yerliler ve aktivistleri ve topraklara saldıranları 3 yıl boyunca takip eden bu film ormansızlaşan bir dünyanın karşısında yer alıyor.
- Kuzey Çevre Yolundaki Dublinliler
Yazının başlığında savunma hattını oluşturan belgesellerden ve yeryüzünü savunan insanlardan bahsetmiştik. Bu insanlar yağmur ormanlarının ta içlerinden geldiği gibi İrlanda’dan, Dublin’den hatta onu çevreleyen North Circular’dan da gelebilir. Şehrin çeperlerine savrulmuş Dublinliler bir kuşatma hattı, savunma hattı oluşturuyorlar kuzey çevre yolu üzerinde. Phoenix Park’tan Dublin Limanı’na kadar Dublin’in Kuzey Çevre Yolu boyunca seyahat ederek ülkenin iyi ve kötü şöhrete sahip pek çok mekanı birbirine bağlayan bu müzikal belgesel bir keşif, bir saygı duruşu aynı zamanda Dublin’e… Sadece bu da değil. Belgesel sadece Dublin’e dair de değil, İrlanda’ya, İrlanda tarihine, sömürgecilikten kadın mücadelesine geçmişten günümüze pek çok meseleyi de ele alıyor.
Filmde ayrıca John Francis Flynn, Séan Ó Túama, Eoghan O’Ceannabháin, Ian Lynch ve Gemma Dunleavy gibi North Circular’ın yerel sanatçılarının müzik performansları da yer alıyor.
Luke McManus’un Dublin’e bir aşk mektubu gibi yapılmış siyah-beyaz ve şiirsel filmi bizi hem Dublin’i, Dublin’i Dublin yapan ve bugün bir direniş alanına dönüşmüş mekanlarda gezdirirken, sokaktaki insanlarla tanıştırıyor, bir pub’a girip baladlar söyleyen güzel insanlara, yerel müzisyenlere (John Francis Flynn, Séan Ó Túama, Eoghan O’Ceannabháin, Ian Lynch ve Gemma Dunleavy) eşlik ettiriyor. İçeriden ve içten yakılan bu türküler, şarkılar tarihi yazanların karşısında gayri-resmi bir tarihi dillendiriyor. Bir müzikal yolculukla Dublin’de yitirilenlerin ve kalanların bilançosunu tutuyor. Dublin’in, Dublin halkının mücadelesi, şehirlerin ve yaşayanların belleğini; insanca ve eşitlikçi bir yaşam özlemiyle parkını, sinemasını, meydanını korumak isteyen pek çok farklı şehirdeki mücadeleyi temsil ediyor bir anlamda. İsyan nasıl başlarsa başlasın insanlık onurlarını kaybetmemek için sokaklarda, meydanlarda buluşanlar İrlanda, Türkiye, Şili, Brezilya, Mısır ya da İran’da aynı hatta buluşuyorlar.
Yine yazının başında bahsettiğimiz, yönetmen Gizem Aksu’nun filmine dair konuşması şu sözlerle bitiyordu. “Siz olmasanız bu dünya benim için yaşanılabilir, nefes alınabilir, dans edilebilir olmazdı. Sizin ödediğiniz bedeller benim, bizim nefesimiz.” Bu filmlere ve bu filmleri yapan ve geride bıraktıklarıyla, geride kalanlara ilham olan karakterlerine; Pongo’ya, Rukeli’ye, Ari’ye… Romanlara, Amazonlara ve Dublinlilere yani direnenlere… Siz olmasanız bu dünya yaşanılabilir olmazdı. Sizin ödediğiniz bedeller bizim nefesimiz.
Yazıda geçen filmler:
9/8fight41: hepimiz için 9/8’lik bir dövüş (Gizem Aksu, 2022, 29’)
Pongo Calling (Tomáš Kratochvíl, 2022, 78’)
The Territory (Alex Pritz, 2022, 85′)
North Circular (Luke McManus, 2022, 80’)
*https://acparantez.substack.com/p/bir-savunma-hatti-olarak-belgeseller-yeryuzunu-savunan-romanlar-amazonlar-ve-dublinliler?utm_source=publication-search