24. Sayı
“Sürekli Deprem”
“Sürekli deprem” günlerinden geçiyoruz. Arap “depremi”, Kürt “depremi” ve nihayet Van depremi…
Van’da binaların altında yüzlerce insanın hayatını kaybetmesi dört şeyi ortaya çıkardı: Birincisi, depremin ihraç edilebilirliği gerçeğini. Depremin ardından öğrenilen ve ancak henüz üzerinde pek konuşulmayan gerçek, 1999 İstanbul depreminden sonra inşaat sektöründe getirilen yasal düzenlemelerin, kimi illerde uygulanmamış olması. Böylece kalitesiz inşaat malzemeleri Van’a ve muhtemelen başka illere ihraç edildi. Üzerlerinde taşıdıkları felaket riski ile birlikte elbette. İkincisi, depremin hemen ardından sosyal medya ortamlarında yaygın olarak gosterilen ve kimi televizyoncuların tercümanlığını yaptığı faşist tepkiler. Twitter’da günün popüler sözü “Allahın sopası yok” oldu. Buna karşı ne denilebilir ki: Allahın gerçekten sopası yok! Üçüncüsü, Van’da deprem sonrasındaki yardım ve kurtarma faaliyetlerini akamete uğratan şey, bölgedeki devlet-Kürt hareketi eksenindeki iktidar bölünmesidir. Hakim medya bunu da fırsat bildi ve Kürt hareketine karşı majestelerinin ittirmesiyle zaten başlatmış oldukları hayasızca akın devam etti. BDP ve bölgedeki belediyeler yardım çalışmalarına katılmamakla eleştirildi. Buna eleştiri demek de güç gerçi: Bakıyorlar ama görmüyorlar!
Van depreminin ortaya çıkardığı bir diğer gerçek, krizin sadece Çince’de değil Türkçe’de de artık fırsat anlamına geldiği! Erdoğan, son yıllarda tarımsal araziler üzerinde zaten uygulanan “zorunlu kamulaştırma” uygulamasının genişletileceğini ve deprem riski yüksek bölgelerde bulunan yıkılma tehlikesi yüksek binaların mülkiyet sahiplerinin rızasına bakılmaksızın el konulabileceğini açıkladı. Erdoğan, “düşünmezsen deprem sorunu yoktur” gibi özetlenebilecek dahiyane bir politikadan buraya nasıl geldi? Bu sorunun yanıtını kentsel dönüşümün ekonomi politiğini çalışanlara bırakıyoruz, ancak hissiyatımız şudur ki, ülkemizin daimi ve fahri belediye başkanı Erdoğan’ın bir süredir büyüklük saplantılı mega projelerle giriştiği sosyal mühendislik daha çok can yakacak. Tarih elbette tekerrürden ibaret değildir, hatta tarihte tekerrür nadirdir. Bugün olan da 1990’ların tekrarı değil. 1990’larda yaşanan “kıyım”sa, bugün yaşanan Kürt hareketinin her açıdan “kuşatılması” ve “sessizleştirilmesi”. Sahi güneydoğu kimin umurunda ve Kürt sorununun da çözülmesi neden gereksin ki? Daimi ve fahri belediye başkanımızın dediği gibi, “düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” ya da sadece “Kürt kardeşlerimizin sorunları vardır”…
Bütün bu depremler, geniş Ortadoğu topraklarının 1848’ine ya da Arap depremine paralel olarak gidiyor. Baharın ya da depremin artçı sarsıntıları New York sahillerini bile vurdu. Ortadoğu’da “devlet ve devrimin” diyalektiği yeniden yazılıyor. Ancak bu konuda çok aceleci olmamak gerek, devrimlerin yad ellerde helak edildiği çok görülmüştür, ve ancak yüzyılda yaşanacak bu tarihsel momentlerin masa başında harcanabileceğini de farzetmek saflık olacaktır. Diğer deyişle, “Ortadoğu’da özgürlük kazandı” demek ne kadar zorsa, “herşeyin arkasında ABD var” demek de bir o kadar beyhudedir. Mesele şudur: Dünya siyaseti ve ekonomisinin bu kör noktası açılmıştır. Bundan sonrası bundan öncesinden kesinlikle daha kötü olmayacaktır. Artık herkesin Arapça öğrenmesinin vakti gelmedi mi?
Sürekli deprem günlerinden geçtiğimizi söyledik. Ancak krizden, depremden, değişimden korkanın kaşığı kırılsın! Nazım’in uzun yıllar önce arka arkaya yazdığı iki cümle arasındaki ilişki üzerine düşünmenin zamanıdır: Hava kurşun gibi ağır, hava toprak gibi gebe…
“Sürekli Saldırı”
Toplumun ahlak anlayışı tv’deki muhafazakar dizi melodramları ve gerici kadın programlarıyla her gün beslenirken, vicdanların karartıldığı bu tür hiçleştirici yayınlarda, artık kişilerin veya toplumun insani duyguları, hisleri, anlayışları ya paranın miktarıyla ya da devlet aidiyetiyle ölçülür duruma getirilmiştir. Bu yetmezmiş gibi, yine aynı kişilerin ya da toplumun düşünce ve davranışları tv’deki manipülatif haber yayınları ve kadük tartışma programlarından türetilir hale gelmiştir. Akşam ne izleniyorsa, ertesi gün iş, okul, sokak, kahve, bar vs yerlerde “o” konuşuluyor, “öyle” biliniyor, “ona göre” davranılıyor.
Bu sistemle, kentin / taşranın, ideolojik ve kültürel manipülasyonla eş zamanlı ve eş güdümlü olarak sürekli biçimlendirildiğini görüyoruz. Egemen ideolojinin veya popüler kültürün salgıları, taşrada, yontulmamış ve bodoslama haliyle cisimleşiyor; zira boş zaman çok, imrenme fazla, sınıf atlama arzusu çok yüksek. Taşrada çiğ haliyle cisimleşen ideolojik salgı, bir türlü müreffeh olamayan taşralının kötülük hislerini, nefret duygularını, kin dolu saldırganlığını, ezilmiş arzularını besliyor. Bu noktada birikmeye başlayan saldırgan kişilik / zihniyet, yöneleceği odağı, özneyi, zamanı ve mekanı kollamaya başlıyor… An geldiğinde, bu bazen bir kadın oluyor, bazen bir çocuk, bazen bir aile, bazen akrabalar, bazen komşu, bazen esnaf, bazen bir topluluk ve bazen de Can Yücel!
İktidarlara değil, hükümetlere değil, mevcut adaletsiz ekonomiye ve politikalara değil, devletin yoksun bırakma nedenlerine hiç değil, en yakınına, kendisinden bildiğine saldırır, taşra; yıkmak ve yok etmek üzere, tıpkı Can Yücel’e yaptığı gibi… İdrak yeteneğini teslim etmiş, duyarlılığını parayla köreltilmiş taşra / kent, insani değer biriktirene, insani anlam kazandırana, varlığını toplumuna adayana değil, ikiyüzlü olana, satıcı ve kararmış vicdanlara inanıyor. Can Yücel’i anlamadığı gibi…
Gömülmekmiş… mezarlıkmış… mezar taşıymış… iyi dualarmış… kutsalmış… hoşgörüymüş… saygıymış… demokrasiymiş… Can Baba, topuna birden, sakınmadan, kendine has diliyle söylerdi söyleyeceğini ya… Ancak, bugün bize sadece şu dize yeter: Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.
“Sürekli Gündemde”
Hiç şaşırtıcı değil aslında derginin gündemi de sinemanın gündemi de süreklilik kazanan memleket gündemiyle belli ölçüde paralellikler taşıyor. Öyle ya, kapağımıza da taşıdığımız Gelecek Uzun Sürer filmi yukarıda andığımız depremlerden biriyle ilgili iken Bir Zamanlar Anadolu’da filmi taşranın, cinayetin ve daha makro ölçekte memleketin anatomisini çıkarırken, Behzat Ç. filmi uyarlandığı roman Son Hafriyat’ın yazılı ruhundan uzaklaşarak gişeye uyarlanma uğraşındaydı. Üstelik gişe gelirleri ve deprem yardımı konusunda polemikler yaratarak…
Bu sayımızda ayrıca Onur Ünlü ve sineması ile Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi, Cemil Ağacıkoğlu’nun Eylül‘ü, Ferenc Török’ün İstanbul‘u, antropolojinin sömürü ve yayılma politikalarına nasıl yardımcı olduğunu gösteren Kabilenin Sırları adlı belgeselin eleştirisi, kardeşlik üzerine düşünen ve düşündürten filmler üzerine bir inceleme yazısı, Caro Nanni Moretti’nin son filmi Habemus Papam, Woody Allen’ın şehir güzellemelerinden payını alan Paris’te Gece Yarısı, Amerika’da gişesi, Avrupa’da ödülü konuşulan Nicolas Winding Refn’in Drive filmleri yer aldı.
Thomas Balkenhol’ün kurgu yazısı ya da kurgu dersleri ya da ders gibi hatıratı devam ediyor. Dergimizin bu sayısında Devrim Sinemaları, yıllardır Türkçe’ye kazandırdığı kitaplarla sinema kitaplığımızı zengin kılan Ertan Yılmaz çevirisiyle yer alırken, belgesel sinema yazıları da hem Leipzig ve Prag hem de Anadolu’dan gelen belgesel ve belgeselcilerle sürüyor. Son olarak bir belgeselin, Fotos Lamprinos’un Kaptan Kemal, Bir Yoldaş, adını anarak biz de Mihri Belli’yi anmak isteriz.
24. Sayının İçeriği
Gündem / Film Ekibi
Gelecek Uzun Sürer: Diyarbakır Üzerinde Gökyüzü / Seray Genç
Rüyaydı Gerçek Oldu Savaş Bitti; Bir Rüyaya Ağıt / Erol Mintaş
Geleceğin Sürmediği Yerlerde… / Janet Barış
Özcan Alper Söyleşisi: “Yakın Tarihin Kaydını Tutmak” / Seray Genç – Yusuf Güven
Bir Zamanlar Anadolu’da Bir Cinayetin Anatomisi / Yusuf Güven
Bir Zamanlar Anadolu’da: Taşrada Olma Hali / Aylin Sayın
Nuri Bilge Ceylan Söyleşisi: “Kasabada Ölüm ve Hayat İçiçe” / Evrim Kaya
Eylül ve Isztambul Üzerine / Seray Genç
Onur Ünlü’nün Biraz Kafa Karıştırıcı Sinematografisi / Evrim Kaya
Behzat Ç.’de Şiddetin Yeniden Üretilişi / Özge Özdüzen
Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm: “Makbul” Muhalifler / Murat Arpacı
Kabilenin Sırları: Yerlilerin Yaşama Hakkı / Aylin Sayın
Habemus Papam: Nanni Moretti Vatikan’da / Gül Sevin Soner
Bilinmeyene Yolculuk: Drive Filminde Bireyin Mekanla İmtihanı / Zeynep Yaşar
Bisikletli Çocuk: Kızıl Tişörtlü “Yumurcak” İrade / Hamdi Karaşin
Woody Allen’ın Kentlere Aşık Olma Sorunsalı: Paris’te Gece Yarısı / Özge Özdüzen
Yeni Türkiye Sinemasına Sızan Muhafazakârlık: Melodram / Murat Tırpan
Kardeşlik ve Sinemaya Yansımaları / Doğan Yılmaz
Geri Dönüş Geriye Dönüş / Ahmet Soner
Film Kurgusunun Ütopyası ve Bugünü IV/ Thomas Balkenhol (Çev.: Evrim Kaya)
Devrim Sinemaları / Michael Chanan (Çev.: Ertan Yılmaz)
Anadolu’dan İki Genç Belgeselci / Cahit Çeçen
Belgesel Sinema Üzerine Yazılar VI: Kültürel Bellek / Ethem Özgüven
Bir Sinema Dersi: Helena Treštíková
Dok Leipzig 2011: Farketmek ve Değiştirmek için Belgesel / Necati Sönmez
Transilvanya Film Festivali’nden İzlenimler / Yusuf Güven