Petros Markaris’in Kaleminden Sonsuzluk ve Bir Günlük
Seray Genç /
Sonsuzluk ve Bir Günlük, adından anlaşılacağı üzere Theo Angelopoulos’un daha geniş kitlelerce tanınmasına yol açan Sonsuzluk ve Bir Gün adlı filminin senaryo yazım sürecini anlatan, Petros Markaris’in sabırlı kaleminden bir günlük. Yazarın Angelopoulos’la çoğu zaman buluştuğu Mati ve evi arasında dokuduğu trafik mekiğinden annesi ve kızı ile yaşadığı evde çoğu zaman tahminleri doğrulayan Angelopoulos’la yaptığı telefon görüşmelerine, Yunan feribotlarından taksilerine aslında Markaris’in gün be gün ay be ay gelişen senaryo yazımı, gelişimi sırasında senaryonun yanısıra yaşamından, yaşadıklarından kesitler de içeriyor. Bu kesitlerde yazarın yönetmenle dostluğundan, birlikte çalışma yöntemlerine dair pek çok fikir edinirken Sonsuzluk ve Bir Gün filminin ortaya çıkışına da tanıklık etmek de mümkün. Markaris üretken bir yazar, temize çektiği senaryo taslakları, Almanca versiyonuna katkısı, yorulmadan, üşenmeden Atina ve çevresindeki trafikle boğuşarak da olsa buluşmalarını ihmal etmemesi bunun sadece görünür göstergeleri ama onu tanıdığımız başka bir alan var ki… Belki pek çok sinema takipçisinin bilmediği ama Sonsuzluk ve Bir Günlük kitabının dilini Markaris okuyucuları için kesinlikle daha aşina yapacak bu alan edebiyattır. Doğrusu beni Markaris okumaya daha da heveslendiren edebiyatı; onun geçmişini, bilgisini, mizahını, içinde yaşadığı kültürleri harmanlayarak ortaya çıkardığı karakterleri ve olay örgüleriyle polisiye romanlarıdır. Komiser Haritos’un olimpiyat köyü inşaatından pay kapmaya çalışan eski solcu şimdinin yeni zengini işadamlarının intiharlarından (Che İntihar Etti), futbol dünyasının karanlığına (Alan Savunması) ve 6-7 Eylül olaylarından, varlık vergisine, “Kıbrıs çıkartması” sırasında yaşananlardan günümüze, İstanbul’un ve göç etmiş, ettirilmiş bir halkın hikayesini anlattığı polisiye serisinin her biri toplumsal polisiye türünün bir örneğidir. Ernest Mandel’in Hoş Cinayet kitabının içeriğine dahil edilebilecek türdendir. Polisiye romanın tarihinin bir toplumsal tarih olarak ele alındığı mülkiyetin tarihinin kendi zıddını yani suçun tarihini de içerdiğini de gördüğümüz bu kitap içinden geçtiğimiz kara çağı bir bakıma polisiye romanlarla ele alır. Kara roman olarak da adlandırılan bu türe Markaris’in kendi rengini verdiği Pontuslu Rum yaşlı kadın Maria Hambena’nın kurbanlarını ya öldürmek ya da sevgisini göstermek için yaptığı meşhur peynirli ve pırasalı böreklerinden de anlaşılır. “Eskiden, çok Eskiden” kitabında olduğu gibi bu topraklara ait kültürel pek çok olguyu yazdıklarına dahil etmesi boşuna değildir Petros Markaris’in?
Doğrusu bu noktada da Markaris’in kendi yaşam öyküsü devreye girer. Onun İstanbul üzerine yazdıklarına baktığınızda İstanbul’a Heybeliada’dan başladığını görürsünüz; çocukluğunun, gençliğinin ada günlerini yine hüzün ve neşeyle karışık okursunuz. Çünkü Petros Markaris (Bedros Markaryan) de yaşama Heybeliada’da başlamıştır. Heybeliada’yı içinde yarattığı boşlukla ve bir de bisikletlerle hatırlar ve anlatır Markaris. Adaların yaz ve kış değişik iki yüzünü ve bu yüz değişikliğini hazırlayan sonbahar ve ilkbaharı hep Heybeliada’da yaşayan yazar adaların yazlık yüzünün çok değişik olduğunu söyler. Yazlığa gelenlerin çoğu aynı aileler, aynı gençler, aynı çocuklar olduğundan, her yıl geçen yazdan kalan dostluklar tekrar canlanır ve tur atan bisikletliler çoğalır. Petros Markaris’in içindeki boşluk ise kalabalıklardan tenhalığa dönüşte yeniden canlanır. Kıştan yaza, Karaköy’deki okuldan adalara, Büyükada’dan Heybeliada’ya dönüşlerde örneğin.
Sonsuzluk ve Bir Günlük kitabında artık tatil için gittiği başka adalardan söz eder Markaris. Artık bir boşluktan değil ama şehre dönüşün çilesinden bahseder bu kez…
Petros Markaris İstanbul’dan sonra İstanbul’un yanısıra Almanya’da ve Atina’da yaşar. Ekonomi eğitimi almıştır onun kitaplarındaki ekonomi politik bilgisi her halde pek çok insanın cesaret edemeyeceği bir biçimde kendisini en çok romanlarında, örneğin Kriz Üçlemesi’nde göstermiştir.
Peki yabancısı olmadığımız Petros Markaris’i tüm dünya polisiye romanlarıyla tanırken biz nereden tanırız? Evet, hem buradan hem de yönetmen Angelopoulos’un ‘36 Günleri, Megalexandros, Leyleğin Geciken Adımı, “Ulis’in Bakışı, Sonsuzluk ve Bir Gün, Ağlayan Çayır, Zamanın Tozu ve ne yazık ki bitirilemeyen Öteki Deniz filmlerinin senaryolarından tanırız onu. Sonra Yeşim Ustaoğlu’nun Bulutları Beklerken filminin senaryosundan, Necati Sönmez’in Theo’nun Bakışı belgeselinden ve şimdi de İstos yayınlarından çıkan Anna Maria Aslanoğlu çevirisiyle “Sonsuzluk ve Bir Günlük” kitabından tanırız onu.
1 Mayıs günü İstanbul’un maruz kaldığı yeni ve yeniden polis saldırısı ve blokajı nedeniyle bir araya gelemediğimiz Markaris’in önce imzasından başlıyorum kitabı okumaya. Sonsuzluk ve Bir Gün filminden aklımızda kalan Solomos’un bir ağaç dibindeki o görüntüsünün bir çizimiyle başlıyor kitap. Sözcükleri satın alan şair Solomos, Arnavutluk’tan Yunanistan’a kaçmış bir ufaklık, Bruno Ganz’ın oynadığı bir şair, zamanı, kahramanlarını ve yaşadıklarını yaratıcılarıyla beraber bir günden sonsuza çeviren bir film. Günlüğün nasıl ortaya çıktığını, neden bu günlüğü yazmaya başladığını kitabın önsözünde açıklar Markaris. Önceki senaryolarda nasıl çalıştıklarını hatırlamaya çalıştıklarında çok da anlaşamaz bu iki dost ama aslında sadece nasıl çalıştıklarını hatırlamak üzerine değildir bu günlük, “aynı kuşağa mensup, aynı siyasi görüşlere ancak tamamıyla farklı karakter yapılarına sahip iki insanın kırk yıllık dostluğunun ve ilişkisinin tasviridir”.
Petros Markaris Sonsuzluk ve Bir Gün filminin senaryosu üzerine birlikte çalışırken açık bir biçimde üstesinden gelmeleri gereken pek çok zorluğu paylaşır. Angelopoulos’un görüşlerine önem verdiği Tonino Guerra başta olmak üzere arkadaşlarından gelen değerlendirmeleri iletir, akıllarına yatar ya da yatmaz ancak Markaris’in belirttiği ve de anlattığı zorluklardan anlarız ki Angelopoulos’un her daim yeni fikirler üreterek gelir Markaris’in karşısına. Şiirden vazgeçmeyerek… Otobüs sahnesi, suyun altındaki batık şehir sahnesi filmde gerçekleştiğini ya da gerçekleşemediğini gördüğümüz pek çok fikir pek çok düşsel sahne öylesine etkileyicidir ki… Filmi yeniden izlemek için merak uyandırır. Hem bu kez Markaris’in oyunculuğuna daha bir dikkat ederek… Markaris için bir senaryoyu defalarca yazmak sıkıcı değildir ancak oyunculuk yapmak o kısa süre yapacağı oyunculuk için saatler süren hazırlıkları yapmak hele de güneşli bir günse “puslu manzaraları”, havanın bozmasını beklemek… Hava bozunca da önce itfaiyenin sularıyla sonra da şiddetli yağmurla sırılsıklam olmak… O yüzden itirazını yapar kaprissiz bir oyuncu olarak “Bir daha yağmurlu sahne yazacağın zaman, önce benim o sahnede olmadığıma dair sana sözleşme imzalattıracağım, sonra oturup o sahneyi seninle yazacağım.”
Birlikte nasıl çalıştıklarına dair katıldıkları bir söyleşide Theo Angelopoulos’un bunca yıl birlikte çalışmalarına rağmen sinemaya dair bir şey öğrenmek konusunda çok da gayretli bulmadığı Markaris bu durumu şöyle açıklar: “Theo yıllardır kendisinden sinemaya dair hiç bir şey öğrenmedim diye her zaman beni suçlar. Bu kesinlikle doğru değil. Yeni bir romana başladığımda, kafamda çok genel bir hikaye olur. Daha fazlasına ihtiyaç duymam. Yazdıkça detayları oluştururum. Ama başlayabilmek için bir imgeye ihtiyacım vardır. Bu da sinemadan bana yadigar. Tıpkı yönetmenin ihtiyaç duyduğu başlangıç planı gibidir benim için bu ilk imge. Ayrıca romanlarımı dikkatle okuyan bir okur, kitaptaki bölümlerin edebi anlamda bölümler değil, tek plan çekilmiş sahneler gibi olduklarını fark edecektir. Bunları da Angelopoulos’tan öğrendim.”
Gelecek Yüzyılın Çocuklarıyla başlayan, Solomos ve çocukların dahil olduğu, Aleksandros isminin nedensellik ihmal edilmeden tüm kahramanlara isim olduğu ve melek imgesinin-İhtiyar’ın yalnızca çocuğun görebildiği tek melek kanadı olması fikrini nasıl buluyorsun? Mastroianni’yi beyaz ve kirli bir melek kanadıyla hayal etsene! der Markaris’e- Angelopoulos’un düşlerine, filmlerine sızması bir kez daha gerçekleşir zaman içinde değişir, devinir, başka fikirlere dönüşür. Ama mutlaka bildiğimiz, sevdiğimiz Angelopoulos sinemasının ruhunu taşıyan, dertleri olan, şiiri ve müziği eksik olmayan bir film olur.
Senaryo üzerindeki değişikliklere ilişkin bir yer de Markaris şöyle diyor: “Bu değişiklikler her yazarın zamanla öğrendiği şeyi tasdikliyor: Bir metin asla bitmez. Yazarsın, yeniden yazarsın, her zaman onu dahi iyi yapan değişiklikleri yaparsın.” Senaryo yazmak da öyledir. Sonsuzluk ve Bir Gün filminin önemli bir anlatısı olan günümüz göçmenlik halleriyle şair Solomos’un hikayesini birleştiren kelime oyunu fikrinin senaryo içinde gelişmesi tam da Markaris’in söylediği bu durumun kendisidir.
Markaris senaryoyu sadece yazmaz bir de Almanca’ya çevirir. Sonsuzluk ve Bir Gün’ün A.’sı ne Marcello Mastroanni ne de Harvey Keitel olur. Daha sonra yeniden Zamanın Tozu filminde birlikte çalışacakları oyuncu Bruno Ganz’a senaryoyu çevirmek de Markaris’in işi olur. Aslında mesele Almancaya çevirmekten ziyade senaryoda şair A’nın, ona yabancı geldiği için çocuktan satın aldığı kelimeleri Almanca nasıl ifade edeceğidir: “Ancak asıl işkence akşamüstü, mevzubahis üç kelimeyi Almanca’ya aktarmaya çalıştığımda başladı. Karşılıklarını bulmam neredeyse imkansızdı. Düşünüyordum, sözlükleri tarıyordum; yok, hiç bir şey bulamıyordum. Belki Almancanın lehçelerine başvurulsa bir şeyler bulmak mümkün olurdu, mesela Bavyera, Svabya ve ya İsviçre Almancasına. Ancak bu lehçeleri ne ben biliyordum ne de bunlara uygun sözlüklerim vardı. Tüm çevirmenlerin meşhur sanatına başvurmaya karar verdim: Serbest çeviri yaparak nadir Almanca kelimeler arayışına girdim. Böylece ‘korfula’ için kalp çiçeği anlamına gelen ve bir bitki ismi olan ancak ağlayan kalp veya yakan aşk anlamına da gelen ‘Herzblume’ kelimesini kullanmayı tercih ettim. ‘Ksenitis’ ise belki de tam olarak Almanca karşılığı olan tek kelimeydi: ‘Fremdling’. ‘Argadini’ ise en beteri: Yunancada ‘çok geç’ anlamına gelen bu kelimenin Almancada hiçbir alışıldık olmayan kelimesi yok. Bu yüzden de, ‘kabus’ kelimesinin pek alışıldık olmayan bir karşılığı olan ‘Nachtmahr’ kelimesine sığındım. Çünkü senaryoda A, kelimeyi yorumlarken şu sözleri sarfeder: ‘Çok geç… Kapkaranlık gece çöktü, çok geç.’ En azından Almancada gece kavramı korunmuş oluyordu. Ancak bu kelime seçimleri yeni bir sorun yaratıyordu, zira ilişki değişmişti: Yunancada A, kelimeler ona yabancı geldiği için şaşırmaktaydı; Almancada ise Ufaklık’ın bu nadir kelimeleri bilmesine şaşırır, çünkü A’nın bilmeyeceği kadar nadir değildir bu kelimeler.
Ganz’a bir mektup yazarak bütün bu düşüncelerimim kendisine bildirdim. Belki o çok daha uygun çözümler bulurdu. En azından öyle umuyordum.” Markaris’in umduğunu bulup bulmadığını merak ediyor ama kitaptan bunu öğrenemiyoruz ancak Ganz’ın anadili Almancayla yarenlik yapmak istediği kişinin Markaris olduğunu öğreniyoruz bir küçük anekdotta.
Filmin üç sürgünü, Solomos, Aleksandros ve Arnavutluk’tan Yunanistan’a gelen Ufaklık ‘tan sonra kelimeleri anlamaya çalışan dördüncü kişi Bruno Ganz olur. Bu kelimeleri Solomos’un bitiremediği şiirini tamamlamak isteyen şair Aleksandros’a Selanik Limanının kalabalığından çekip çıkaran Ufaklık olur. ‘Korfula’ ya da benim korfulam anlamına gelen ‘korfulamu’ bir annenin çocuğuna seslenişi gibi ‘küçük çiçek’, ‘çiçek göbeği’ anlamlarına gelir, ‘ksenitis’ sürgün ve ‘argadini’ ise gecenin geç ve kör karanlığıdır, her şey için geç kalınmışlık duygusudur.
Angelopoulos’u nasıl kaybettiğimiz düşünüldüğünde “argadini” en çok aklımıza gelendir.
Sonsuzluk ve Bir Günlük kitabı bize yeniden bir filmi ve büyük bir yönetmeni hepimizin, sinemayla ilgilenen pek çok insanın hayatında izler taşıyan büyük bir yönetmeni hatırlatır. Bir fikrin bir filme nasıl dönüştüğünü gösterir. Bir kitabın hangi fikirden ortaya çıktığını gösterir.
Kitap ayrıca birlikte yıllarca çalışmış, başka filmleri ortaya çıkarmış iki dostun nasıl çalıştığına dair, sahnelerin nasıl şekillendiğinden sıralamasına, set aşamasından çekim süreci sonrasına kadar pek çok ayrıntı aktarır. 9 Mart 1996 gününden başlayan ve 31 Mart 1998 tarihinde sona eren, filme dair gelişmeler oldukça yazılan Markaris günlüğünün Türkçe basımına özel bir önsöz de yazar.
Onun söylediği önsöz aynı zamanda son sözdür belki de, Angelopoulos’la ilişkisini olabildiğince doğrudan ve açık biçimde yazan yazar “arkadaşımı çok özlüyorum” der ve noktayı koyar.
Adı Geçen Kitaplar:
Sonsuzluk ve Bir Günlük- Petros Markaris
İstos Yayınları, Çev.: Anna Maria Aslanoğlu, 2014, İstanbul.
Yazarların İstanbul’u içinde, “Ada Boşluğu ve Bisiklet”-Petros Markaris, Merkez Kitaplar, Hazırlayan: Barbaros Altuğ, 2007, İstanbul.
Eskiden, Çok Eskiden –Petros Markaris
Turkuvaz Kitap, Çev.: İlknur Özdemir, 2010, İstanbul