Çilek ve Çikolata

Çilek ve Çikolata

Nezih Coşkun /

Küba tarihin normal akış sürecinin kimi zaman daha hızlı kimi zaman daha ağır işlediği bir ada. Öyle ya, Ekim Devrimi’nden 42 yıl sonra bir devrim yaşadı ve Sovyetlerin dağılmasının ardından da yaşamaya devam ediyor.

Çilek ve Çikolata Havanalı iki gencin dostluklarını anlatıyor. ‘Dost’ tıpkı ‘aşk’ gibi batı dillerinde karşılığı bulunmayan Türkçe’ye özgü bir sözcük. Arkadaş’tan daha farklı, dönüştürme potansiyeli olan bir ilişkiyi tanımlıyor. Bu filmde anlatılan Diego ve David’in ilişkisi de David üzerinde böyle bir etki yaratacaktır. Öte yandan arkadaşlık bir eşitler ilişkisini tanımlıyor benim için. Yılmaz Güney’in ‘arkadaş’ derken karşısındakini kendine eşit tuttuğunu göstermek ister gibidir.

Diego’nun bir eşcinsel olarak ayrıksı bir kimliği vardır. Yine başka bir eşcinsel arkadaşının yaptığı İsa heykellerinin sergilenmesi için büyük çaba sarfeder. David sosyalist Küba’nın nimetlerinden yararlanma olanağı bulmuş bir köylü çocuğudur. Partiyle ilişkisi vardır, komsomoldur, Uluslararası İlişkiler okumaktadır.

Başta güvensizlik üzerine art niyetle kurulan ilişkileri zamanla değişecektir. Diego bir arkadaşıyla David’i “yatağa atacağına” dair iddiaya girmiştir, üniversite kantininde David’in yanına yaklaşır ve onu kitaplarının yardımıyla eve gel-meye ikna eder: Diego’nun evinde David’in ilgisini çeken kitaplar ve müzik vardır. Diego David’e kahve yapmak için elinden geleni yapar ve sonra da kahveyi David’in üzerine döker. Bu sayede David’in gömleğini çıkartırır ve gömleği balkondan iddiaya girdiği arkadaşına doğru sallar. David’i yatağa attığının kanıtıdır bu gömlek! David akşam üniversite yurdunda parti gençlik kolu temsilcisi olan oda arkadaşına bu ilginç ziyareti aktarır. Arkadaşı David’i Diego’yu tekrar ziyaret etmesi yönünde zorlar; çünkü Diego’nun ihanet içinde olduğundan şüphelenmektedir.

Fakat hiçbir şey başta hesaplandığı gibi yürümez. David Diego’nun dostluğundan hoşlanmaya başlar. Diego bir haine benzememektedir:

-Sen neyi savunuyorsun?

-Bu ülkeyi.

-Ben de öyle. Amerikalıları istemiyorum. Ben de bu ülkenin bir parçasıyım.

Çilek ve Çikolata 1993 yapımı olmasına rağmen 1999 yılı içerisince ülkemizde gösterildi ve onca rekor kıran Amerikan filmi arasında ilgi görmeyi de başardı. Bu gösterimi biraz da yine Alea’nın yönetmenlerinden biri olduğu Guantenamera filminin 1997 yılında gösteriminin başarısına borçlu olduğumuzu söylemeli-yim. Sinema salonları Amerikan sinema şirketleriyle ya da Euroimage’la sezonluk anlaşmalar yaptığı için 3. Dünya sinemasından örnekleri festivaller dışında izlemek pek mümkün olmuyor. Bu yüzden bu filmi izleyenleri ben kendi adıma şanslı sayıyorum.

Guantenamera üzerine derginin 2. sayısında şunları yazmıştım: “Film ölümle yaşam, yönetenlerle toplum, gençlerle eski kuşaklar arasındaki gerilimi hem ana öyküsünde hem de yolculuk boyunca karşımıza çıkan durumlarla anlatan bir yol hikayesi. Gözden düşmüş bir yönetici olan Gina’nın kocasının son şansı cenazelerin gömülecekleri kente nakil projesidir. Bu pro-jeye göre her bölgenin yöneticisi yalnızca kendi bölgesinden sorumlu olacak ve cenazeyi komşusuna devredecek, böylece cenaze son durağına ulaşırken benzin tüketimi de en aza inecektir. Trajik bir tesadüf sonucu bu plan, yıllarca Guantanamo dışında yaşamış ulusal bir tiyatro sanatçısı olan Gina’nın teyzesi Yoyita’nın geri gelmesi ve eski sevgilisi Candido ile 25 yıl sonra buluşmanın heyecenına dayanamayıp ölmesi sonucunda ilk kez uygulanma alanı bulacaktır. Yoyita Teyze’nin cenazesi, Gina, Kocası ve Candido ülkenin bir ucundan (Guantanamo) diğer ucuna (Havana) sürecek yolculuklarına başlarlar.”

Alea’nın tüm filmlerinde bir “bürokrasi eleştirisine” rastlarız. David’le Diego parti üzerine tartışırlar. David Diego’ya niçin ülkesi için çalışmadığını sorar. Diego bunları denemiştir: “Okuma yazma kam-panyasına katıldım, kahve topladım, öğretmen olmak istedim…” Fakat bu yaptıklarının bir sonuç getirmediğini düşünmektedir. Çünkü, yöneticilerin değişmeyen yaklaşımlarından dolayı bir ilerleme kaydedemediğini düşünmektedir. Bu yüzden artık partiyle ve yönetimle ilişkisini kesmiştir.

Küba’yla eski sosyalist ülkeleri düşündüğümüzde sorunların aynı olduğunu görmekteyiz: Partiyle entelijansiya arasındaki mesafe, seyahat sorunu, “kısıtlanan” özgürlükler, tüketim mallarının yetersizliği gibi. Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov dönemi başladığında lisedeydim. Her ne kadar komünizm hakkında teorik bir bilgim olmasa da kaldığım pansiyonun fanatik özalist sahi-binin gözünde azılı bir komünisttim. Bu şahıs Almanya’da bulunduğu yıllarda sosyalist Bulgaristan’dan geçerken gördüğü insanların sefaletini, kısıtlanmışlığını anlatır dururdu. Gorbaçov’la birlikte esen rüzgarlar herkes gibi bana da umut aşılamıştı o yıllarda. Her ne kadar teorik bir donanımım olmasa da soya-lizmin anavatanıyla yoğun bir duygusal bağlantım vardı. Hergün aldığım Cumhuriyet gazetesinin ilk okuduğum sayfaları dış haberler bölümüydü. Oysa Gorbaçov başta olmak üzere pek çok aydının ve parti üyesinin komünistlikle uzaktan yakından ilgisinin olmadığı bugün anlaşılmıştır ne yazık ki. Sinema yönetmeni Mihailkov da bu hainlerin arasında sayılmalıdır. Mihailkov’un kari-yeri Yeltsin’inkiyle büyük paralellikler göstermektedir. Şu anda Rusya sinemasının başındadır ve eski düzeni eleştirmeyen ya da olumlayan genç yönetmenlerin sinema yapma olanaklarını kısıtlamaktadır. Yine aynı Mihailkov zamanında sovyet rejiminin başarıları üzerine Sibirya gibi inanılmaz filmler yapmıştır.

Bunları bir karşılaştırma yapmak için yazdım. Bugünden bakıldığında örneğin Tarkovski Mihailkov’dan çok daha samimi bir aydındır. Her ne olursa olsun kendi bildiği gibi filmler yapmış, yapmaya çalışmıştır. Batıda film yapmayı denediyse de başarılı olamamış; Ayna, Solaris, İvan’ın Çocukluğu gibi en önemli filmleri Sovyetler Birliği’nde çekmiştir. Ömrünün son yıllarını yurdundan uzakta büyük bir yurt özlemiyle geçirmiştir. Filmimizin yönetmeni rejimle ilişkileri açısından çok samimidir. Alea Küba devriminde aktif rol almıştır, devrimi sahiplenmektedir. Fakat eleştirilerini de sıralamaktan geri durmaz.

Filmleri sevgi üzerinedir. Boş bir sevgi değil, umut ve güvene dayalı bir sevgidir bu. Küba’nın geleceği gençlere sonsuz bir güven duyar ve samimiyeti ön plana çıkarır. Örneğin Guantanamero filminin kadın kahramanı eski öğrencisini sevdiğini farkedince kocasını terkeder. Çilek ve Çikolata’da ise açık bir ilişki kuran Diego ve David onaylanırken David’in yurt arkadaşı olumsuz bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. David’in arkadaşı Diego’ya başta eşcinsel olduğu için önyargılıdır, ayrıca onun düşmanın (whisky, Times) mallarıyla zehirlenmiş biri olduğunu düşünmektedir. Düşmana yalnızca 90 mil uzaktadır. Bir elçilikte yapılacak İsa heykelleri sergisinden ihanet kokusu gelmektedir! Alea bu tür kestirmeci yaklaşımları reddeder. Karşısındakini dinlemek ve anlamak önplandadır.

Diğer samimiyetsiz ve konformist bir karakter ise filmin açılışında David’le birlikte bir otel odasında gördüğümüz Vivian’dir. Vivian David’in sadece seks yapmayı düşündüğünden yakınır, David Vivian’i sevdiğini ispat etmek için Vivian’le otel odasında sevişmez. Hemen sonra David’i Vivian’in düğününde görürüz, Vivian bir bürokratla evlenmiştir ve iki yıllığına İtalya’ya gideceklerdir. Düğünden sonra David’le buluştuklarında, rahat etmek istediğini bir evi, giysileri vs. olması için daha on yıl bekleyemeyeceğini ama istiyorsa David’le birlikte olabileceğini söyler. David kendi ahlaki yargılarına uymayan teklifi reddeder.

İlk ilişkisini daha sonra Diego’nun komşusu Nancy’yle yaşayacaktır. Nancy de Diego gibi marjinal fakat insancıl bir karakterdir. Onun bağışlanmaz suçuysa intihar teşebbüsleridir. Fahişe olduğu filmde açık olarak belirtilmese de bunu anlamak için yeterince ipucu verilmiştir.

Filmde başka bir eleştiri konusu da eşcinsellere yönelik yaklaşımlardır. David ve Diego’nun tartışmalarından Küba’da resmi olarak eşcinselliğin ailenin çocukla ilgilenmemesinden kaynaklandığının iddia edildiği anlaşılmaktadır. David Diego’ya annesiyle babasını sorar, Diego’nun her ikisiyle ilişkileri iyidir. David’in ailesinin onunla ilgilemediği için eşcinsel olduğunu söylemesine acı bir gülüşle karşılık verir: “Sen kadınlardan hoşlanıyorsun, ben de erkeklerden, bu kadar basit.”

Eşcinsellik gibi, kadın hakları gibi bugün sosyalizmin kuruluşu sonrasına atılan pek çok sorunun sosyalizmle birlikte de varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz Küba örneğinde. Alea, Diego özelinde eşcinsellere, inkar etmek yerine, cinsel kimliğine saygı göstererek sahip çıkmaktadır. David Diego’ya: “Kendine bakıp değerlendirme, devrimin de hataları vardır.”

Fakat Diego artık Küba’da yapabileceği bir şey kalmadığını düşünmektedir. David’in tüm ısrarlarına rağmen, Elçiliğe Küba’daki yaşamını tehlikeye atacak bir mektup yazacak ve Avrupa’ya gitmek için büyükelçiyle konuşacaktır.

Guantanamero bir yol filmiydi, Çilek ve Çikolata ise bir kent filmi: Küba’nın kırk yıldır yaşadığı ambargonun sonuçlarını Havana’da görmek mümkün. Havana hareketli fakat bakımsız bir şehir. Yollarda dolmuş olarak kullanılan eski model otomobiller var. İstanbul’la Havana’nın ortak bir yönü bu. Muhtemelen başka şehirlerden insanlar bir otomobilin içinde 8 kişi gördüklerinde Küba’da petrol sıkıntısı çok fazla diye düşünmüşlerdir. Oysa biz bunu yadırgamadan Havana’da da dolmuşlar var diyoruz. Havana’nın görüldüğü bir tepeden David ve Diego Küba üzerine konuşmaktadırlar. Diego: “Mükemmel değil mi? Son bir kez bakayım. Bu benim son şansım.”

ÇİLEK VE ÇİKOLATA
Yön.: Tomás Gutiérrez Alea / Senaryo: Senal Paz
Oyn.:Jorge Perugorria (Diego), Vladimir Cruz (David), Mirta Ibarra (Nancy), Francisco Gatorno (Miguel) / Küba (1993), 110 dakika

(Yeni İnsan Yeni Sinema dergisinin 7. sayısında yayınlanmıştır.)