11. Sayı

İlk sayımızda yer alan “yola çıkarken” başlıklı yazımızda “Amerika Bağdat’ı bombalıyor biz bu satırları yazarken” demişiz. Aradan 3 yıl geçti, ABD Irak’ı bombalamaya devam ediyor. Sadece Irak’ı mı, “yanlışlıkla” attığı bombalarla Pakistan’ı, İsrail aracılığıyla Filistin’i, belki yarın İran’ı bombalamaya devam edecek. ABD aymazlıkta sınır tanımıyor.  Sadece petrol değil aradığı, Ortadoğu’da güç dengelerini tekrar kurmaya, ekonomik olarak kaybettiği gücünü silah sanayisinin gücüyle geri kazanmaya çalışıyor. Kendi tabirleriyle, piyasanın görünmez elini yumrukla işletmeyi deniyorlar.
Irak ne yazık ki bir başlangıç Orta Doğu’da yeni hedefler için. Sırada Suriye, İran, Körfez ülkeleri var. Ancak ABD emperyalizmin bu kadar rahat davranamadığı başka yerler de var. Latin Amerika ülkeleri, Küba halkının açtığı yoldan gidiyorlar ve emperyalizme karşı tüm insanlığın onurunu temsil ediyorlar. Chavez’in önderliğinde bu ülkeler ABD’ye kafa tutulabileceğini, sermayenin ulusüstü kurumları olan IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlara boyun eğmeden ayakta kalınabileceğini göstermek istiyorlar. Kendi kaynaklarını ulusüstü şirketlere pazarlayan yerel iktidarlar yıkılıyor, yerine, kıtanın zenginliğini kendi insanına aktarmayı planlayan, gerektiğinde (Venezüella’da olduğu gibi) mülkiyet ilişkilerinin temelini sarsan politikalar üreten, yüzyıllardır devam eden sömürüyü ve yoksanmayı sona erdireceğini ilan eden partiler işbaşına geliyor. Bütün kıtada Castro’nun etkisi biliniyor. Castro, Küba devriminin birikimini, kıtanın devrimci mücadele geleneğini yeniden düzenleyerek ve diğer liderler üzerindeki etkisini kullanarak bölgedeki oluşumun asıl mimarı olduğunu göstermeye devam ediyor. Chavez’in ülkesi küresel muhalif unsurlara ev sahipliği yapıyor. Diğer taraftan, Latin Amerikalı sosyalistler çok önemli bir gerçeği daha gösterdiler; anti-emperyalist mücadele anti-kapitalist mücadeleden ayrılamaz. Bugün anti-emperyalist mücadelenin bayrağı aşırı islamcı gruplara geçmiş gibi algılanmaktadır. Anti-emperyalist mücadeleyi, insanlığın bugüne kadar gerçekleştirdiği çok önemli kazanımlara karşı olmakla ve gerici bir modernizm karşıtlığına indirgemekle bir tutan aşırı İslamcı grupların kendi halkına ve dünya halklarına sunabileceği hiçbir proje yoktur.  Bu gruplar, tarihsel olarak Kuzey Afrika’da, Orta Doğu’da yaşanan şiddetin, sömürünün asli işbirlikçilerinden biri olmuşlardır. Latin Amerika, dünya halklarına somut bir projeyi, sosyalizmi işaret etmektedir. Çoğu sağduyulu insan kıtadaki gelişmelere karşı mesafeli olsa da, hemen heyecana kapılmayı doğru bulmasa da biz Latin Amerika’daki her gelişmenin geleceğe dönük umudumuzu besleyeceğine inanıyoruz.
Ülkemizde ise özelleştirmeler bütün hızıyla devam ediyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin yaptığı son araştırma Türklerin muhafazakar olduklarını gösterdi. Projeyi yürüten Doç. Hakan Yılmaz araştırma sonuçlarını Radikal Gazetesi’nden Neşe Düzel’e yorumluyor: “Bizim toplumumuzdaki muhafazakârlık, aile hayatı, kadın-erkek ilişkileri, cinsellik söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor. Devlete karşı ‘nötr’ bir toplumuz biz. Türk toplumu, siyaset alanı ve devlet söz konusu olduğunda ne kuvvetli bir muhafaza etme isteği, ne de kuvvetli bir değiştirme isteği ileri sürüyor.” Demek ki Türk toplumu devletinin sahip olduğu şeylere duyarsız bir toplum. Devletinin sahip olduğu işletmeleri, kamu mülkiyetini muhafaza etme itkisi duymuyor içinde.  Özelleştirmelerin bütün topluma yerleşmiş bulunan ideolojik temelini de bulmuş oluyoruz böylece. Ne güzel, sermaye sınıfı sevinebilir, AKP iktidarı mutlu olabilir, Türkler devletçi değilmiş, her şeyi özelleştirebilirler…. Oysa, iktidarların uzun zamandır özelleştirme saldırılarıyla emekçi çocuklarının eşit parasız eğitim alma hakkını özel üniversiteler ve özel okullarla yok ettikleri yetmezmiş gibi, özel okullara getirdikleri teşvikle “parasız özel okula” doğru adım adım ilerlemeye başladılar. Özel okullar kanun tasarısı ile özel okullara vergi muafiyeti, öğrenci başına 1.000-YTL’lik devlet yardımı, öğrenci kredisi faizinin yarısının devletçe karşılanması öngörülüyor. Bununla da bitmiyor eğitime saldırıları. AKP hükümetinin gerici kadroları Adnan Hoca tayfasının evrim karşıtı konferanslarına, yaradılış müzesine okullardan öğrenci taşıyor. Evrim teorisini derslerinde işledikleri için öğretmenler sürgüne yollanıyor. Eğitimde tam kadro gericileşme ve gericileştirme devam ediyor.
Sinemamıza baktığımızda ise, işlerin tamamen organize gittiğini söylemek mümkün. Artık güçlü ve sanayileşmiş ticari bir yapı var karşımızda. Bu yapı, filmlerin üretiminden, dağıtımına ve oradan da gösterimine kadar olan süreci kapsıyor. Üretim ayağında, bir tekelleşmenin yaşandığını ve medya sermayesinin önemli bir noktaya ulaştığını görüyoruz. Üretim maliyetleri, artık milyon dolarlarla ifade edilmeye, teknik işler profesyonelce ve işin uzmanları tarafından yürütülmeye başlanmış durumda. Hatta, daha da ileriye gidip, maliyetlerin ve tekniğin bir tür fetiş haline getirildiğini de söyleyebiliriz. Erdoğan’ın uçan kamerası belki de fetişleştirmenin güzel bir örneğini oluşturuyor.
Dağıtımda yaşananları ve günümüzdeki durumu anlamak için, 1980’lerin sonunda Amerikan şirketlerinin Türkiye’de ofis açmalarına kadar geri dönmemiz gerekiyor belki de. Bu şirketler, öncelikle kendi ülkelerinin ürünlerini dağıtmayı hedef edinirken, süreç içerisinde, anlayışlarına uyan Türk filmlerini de dağıtmaya başladılar. Artık, filmlerin dağıtımında kullanılan kopya sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Ne kadar çok kopya olursa, izleyicilerin alternatifleri kısıtlanıyor ve kaçınılmaz olarak “sinemaya gitme” bunlarla sınırlanıyor.
Filmi üretenler, dağıtımı ve gösterimi hazır bir yapı buluyorlar ya da daha farklı söylersek, filmin üretiminde dağıtım ve gösterim ayakları kesinlikle önemli bir etken oluyor. Sinema salonların tüm bir yılı, en başından dolduruluyor, dolayısıyla alternatif ve ticari sinemanın dışındaki örneklere sadece İstanbul’daki ufak-tefek salonlar düşüyor.
***
Bu sayıda Türk sinemasının son dönem örneklerinden Kurtlar Vadisi, Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü , Oyun, Korkuyorum Anne’yi ele aldık. Yine sinemamızda son dönem film yapım koşulları dergimizde yer alıyor ve bununla bağlantılı olarak Giovanni Scognamillo ile ticari Türk sineması üzerine konuştuk. Bu sayıda ayrıca sinema tarihi kitaplarını inceledik üzerine bir dosyamız bulunuyor. Avrupa’da ırkçı düşünceye dair Saklı ve Sınırları Geç(eme)mek yazıları ele alınırken, Haneke sözlüğü de yazılarımız arasında. Uzakdoğulu üç yönetmen üzerine yazılar ve iki söyleşiye de yer verdik.

12. sayıda görüşmek üzere,
Dostçakalın,
Film Ekibi

kapak_11k211. Sayı İçindekiler:

Karagöz ve Hacivat / Yusuf Güven

İçinden İstanbul Geçen Filmlere Bir Örnek Daha: Korkuyorum Anne/ Eren Serim

Oyun: Torosların Bilge Kadınları / Doğan Yılmaz

Milliyetçi Bir Katharsis Olarak Kurtlar Vadisi / Elif Genco

Maç Sayısı:Altta Kalanın Canı Çıksın/ Evrim Ulaşlı

Batının Günah Çıkardığı İki Film: Otel Ruanda ve Köpekleri Öldürmek / Aylin Sayın

Caché: Avrupa’nın Gizli Saklısı / Seray Genç

Gelişigüzel Haneke Sözlüğü’nden / Evrim Kaya

Haneke Söyleşisi: Toplumsal Suçluluk ve Bireysel Sorumluluk / Richard Porton

Sınırları Geç(eme)mek / Aylin Sayın

Sinemada İşler Organize / Bülent Görücü

Giovanni Scognamillo ile Konuşmalar: Popüler Ticari Filmler Üzerine / Film Ekibi

Sinema Tarihini Yazmak: Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi / Nezih Coşkun

Mutlu Parkan’la Resmi Sinema Tarihinin Eleştirisi / Film Ekibi

Çelişkili Gerçekliklere Bir Biçim Bulmanın Yöntemi Olarak Estetik / Doğan Yılmaz

Ağrı’da Çekilen Derman / Ahmet Soner

Nikos Papatakis Söyleşisi / Yusuf Güven

Hou Hsiao Hsien Sineması ve Üç Defa / Yusuf Güven

Hou Hsiao Hsien Söyleşisi / Seray Genç – Yusuf Güven

Kore’den Gelen “Uzak” / Seray Genç

Dong-Il Shin ile Söyleşi / Seray Genç

Kim Ki Duk’un Boş Ev’leri ve Yay’ları / Janet Barış

Ecegillerle Sivilsıkıatonal Şiirsinema / Onur Behramoğlu

Işığa Yaklaş: Victor Erice / Adrian Danks

Rosselini Yaşamı Yeğler / François Truffaut