17. Sayı

Bize vurmaz denilen kriz, gün geçtikçe derinleşiyor. Kapitalizmin çarkları birden durdu, insanlar işlerini kaybettiler ya da askıya alındılar, ücretsiz izne ayrılmak zorunda kaldılar. Yıllardır üretime dayanmayan köpüğü şişirip paylaşan sermayedarlar ve yöneticileri şimdi emekçilerden fedakarlık istiyorlar her zaman olduğu gibi; emekçilerin oluşturduğu birikim bir kez daha bankalara, fabrikalara, şirketlere aktarılıyor her zaman olduğu gibi… Herkes krizin suçluluğunu üstünde taşıyor sanki, güncel krizin öncekilerden farkı budur. Şimdilik, bir uzlaşma sağlanmışçasına bütün dünya bekliyor Godot’u. Fakat eğer küresel kapitalizm çarkları tekrar döndüremezse, sayıları gittikçe artan işsizlerden ve emekçilerden daha ciddi uyarıların gelmesi yakındır. Alternatifler tartışılırken Marx yeniden hatırlandı, devletin daha aktif roller üstlenmesi gerektiği dile getirildi vs. Biz daha somut bir öneride bulunalım: ABD’nin yanıbaşında elli yıldır tüm ekonomik güçlüklere ve izolasyon politikalarına rağmen ayakta kalmayı başaran, mutlu ve sağlıklı nesiller yetiştiren Küba’ya baksın arayışta olanlar. Bu krizin sonu ne olursa olsun, artık 80’lerden bu yana yaşanan sanal bir ekonomiye dayalı zenginlik ve sömürü düzeninin sonuna gelinmiştir. Bundan böyle kapitalizmin alternatifleri daha güncel olacaktır.

Başbakan Erdoğan Davos’taki oturumda, sünepe, vıcık vıcık diplomasi dilini, havasını ve doğruculuğunu bir kenara bırakan, dosdoğru ortalama bir Müslümanın kalbinden geçenleri dünyanın gözleri önünde Peres’in sıratına kusan, bütün bunları yaparken iç politika hesaplarından çok yüreği yanmış bir Müslüman motivasyonuyla hareket eden bir adam izlenimi vermiştir. Ancak işin aslının göründüğü gibi olmadığı çok geçmeden açığa çıkmıştır. Romanlarda ya da filmlerde gördüğümüz cesur, sözünün eri bıçkın delikanlıların gerçek hayatta, özellikle burjuva siyasetinde yeri yoktur. Erdoğan’ın, Hekimoğlu İsmail’in romanlarındaki Müslüman militan karakterlerden etkilendiği her halinden belli. Davos’ta ortaya çıkan fakat hemen sönüveren parlayış, bu ruh halinden izler taşıyor. Nitekim Erdoğan da suçu moderatöre yükleyerek ve meseleyi kendisine söz hakkı tanınmamasına bağlayarak yiğitliğine halel getirmiştir. Delikanlı adam başladığı lafın sonunu getirir, Erdoğan kıvırarak lafın sonunu getirmemiştir. Başbakan Erdoğan’ın tavrı ile George W.Bush’un suratına ayakkabı fırlatan Irak’lı gazetecinin eylemleri arasında bir paralellik kurmayı deneyebilirdik şayet Erdoğan tıpkı Iraklı gazeteci gibi her türlü bedeli ödemeye razı olarak lafının sonunu getirseydi. Diğer taraftan, her ne kadar Türkiye’nin tavrı bu dayılanmayla sınırlı kalacak, Filistin gerçeği değişmeyecek ve diplomatik/politik oportunizm ve pragmatizm geçerli olmaya devam edecekse de bu hareket yerel seçimlerde kendisine ciddi bir oy getirecektir. Davos’taki çıkışın yaklaşan yerel seçimler hesaplanarak tasarlandığı artık herkesçe kabul edilmektedir. AKP’nin son dönemde küresel ekonomik krizin yarattığı sıkıntılar, Deniz Feneri davasıyla simgeleşen yolsuzluğun, dolandırıcılığın, talanın yarattığı sorunlar nedeniyle aşınan imajının bu hareketle toparlandığı düşünülmektedir genel olarak. Böyle züccaciye dükkanına giren fil misali her tür yapmacık diplomasi jestini bir kenara bırakan tavrın sandıktaki karşılığını hep beraber göreceğiz.

Gazze’nin kaderi değişmiyor. Bütün dünyanın gözleri önünde vahşet devam ediyor. Venezüella dışında hiçbir ülke somut bir tepki göstermemiştir. Türkiye’de önemli bir kesim İsrail ile olan ilişkilerden ve karşılıklı çıkarlardan, bu ilişkinin tarihinden dem vurarak Filistin’in kendi kaderine terk edilmesi gerektiğini düşünüyor. Filistin’i kendi kaderine terk etmek, gerekli somut tepkiyi göstermemek bir insanlık suçudur. Bu suçun bir cezası olsaydı bütün dünya bundan hüküm giyerdi. Müslüman ülkelerin riyakar tutumu ve Batı’nın sessizliği, İsrail’in kural tanımaz tavrını her geçen gün daha da geliştirmesine neden olmaktadır. AKP iktidarı İsrail konusunda gönlünden geçen politikaları uygulayamayacağını görmüştür. Filistin meselesi AKP için BOP’un yumuşak karnıdır. BOP’un yarattığı rüzgarı arkasına alan ve bunun nimetlerinden sonuna kadar yararlanan AKP bugüne kadar elde ettiklerini Filistin konusunda harcayıp bitirmeyecek kadar politik rasyonaliteye sahiptir. Başbakan Davos’taki tavrıyla bu riyakarlığı örtbas etmeye çalışmıştır. Kısa vadede başarılı olsa da uzun vadede Filistin’in değişmeyen kaderi ve Türkiye’nin tutumu bunun böyle olmadığını gösterecektir.

Madımak adı Sivas’ta yakılan canlarımızı hatırlatıyor artık bize. Hiçbir şeyden utanmadıklarını, yüzsüzlüklerini biliyoruz ama otelin alt katında kebapçı açılması başta Sivas’ta kaybettiklerimiz olmak üzere insanımıza karşı açık bir aşağılamadır. Şimdi basiretsiz devletimiz ve AKP hükümeti, tam da seçim öncesi, muhtemelen halkın parasıyla el altından ödeme yaparak bu dükkanı boşalttırdı, ve burada bir kitapçı açılarak içinde Sivas’ta ölenler için bir köşe yapılacakmış. Oysa talep buranın yakın tarihle yüzleşmemizi sağlayan bir müze olmasıydı … Tepki eli-kanlı faşistlerden geldi: ‘Madımak otelini müze yapsak, Türkiye’nin her yerini yapmak gerekir’ diye. Doğrudur, Sivas, Maraş, Bahçelievler, Çorum… yakın tarih tam da burayı müze yapamayanların katliamları ile dolu. Bunları unutmadık ve unutturmayacağız.

Bir açılım furyası başladı. AKP hükümetinin bir açılımı da komünist sevdalımız Nazım’a Türk vatandaşlığını iade etmek oldu. Hatta bu açılım coşup zaten TC vatandaşı olan Ahmet Kaya’yı tekrardan vatandaş yapmaya kadar gitti. Daha önce de Nazım’ın çeşitli vesilelerle düzen politikasına alet olduğunu biliyoruz. Nazım’ın gelmek isteyeceği Türkiye’nin bu olmadığı açıktır, fakat somut bir talep olarak Nazım’ın vatandaşlıktan çıkarılma kararının iptali mücadelenin bir parçasıdır ve mücadele devam etmektedir.

Bu sayımızda, altın dönemini yaşamakta olan sinemamızın son sezonda gösterime girmiş örneklerini tüm yönleriyle ele almaya çalıştık. Bu bağlamda müsamereleştirilen bir tarihin aktarıldığı Güz Sancısı, 90’lı yılları farklı bir açıdan anlatan Bahoz (Fırtına), Can’ın (Dündar) gündem yaratan belgeseli Mustafa, Nuri Bilge Ceylan’ın yeni döneminin son filmi Üç Maymun, Semih Kaplanoğlu’ nun üçlemesinin ikinci filmi Süt ve bu vesileyle Yumurta, Yeşim Ustaoğlu’nun orta sınıfı merceğe aldığı son filmi Pandora’nın Kutusu filmlerini ele aldık. Dünyanın en yüzeysel adamı Issız Adam ve diğer gereksiz adamlar Recep İvedik’le, Muro da yazarlarımızdan paylarına düşeni aldılar. Türkiye sinemasının 2000’li yıllarının bir değerlendirmesini ve son dönemin dört örneği üzerinden Türkiye’ye bakan yazıları yine bu sayımızda bulacaksınız. Yeşim Ustaoğlu ile uzun zamandır yapmak istediğimiz kapsamlı söyleşimizi Pandora’nın Kutusu’nun gösterime girmesiyle birlikte yapma şansı bulduk.

Ahmet Soner’in günlükleri bu kez 1973 yılı ile devam ediyor. Avrupa’da sinema yapmaya kalkışan W. Allen’ın son filmi, animasyon belgesel tarzında İsrail’in bir önceki savaşta yaptıklarını anlatan Beşir’le Vals , mafya filmleri estetiğine sıkışmayan Gomorra bu sayıda incelediğimiz yabancı filmler. Amerikan paranoyasının son dönem sinemasına yansıması, Gadjo Dilo’dan yola çıkarak oryantalizm üzerine değiniler, bir erkek temsili olarak Çöküş filmi diğer yazıların konusunu oluşturuyor. Ayrıca, İspanya’dan 53. Seminci Film Festivali izlenimlerini de bu sayıda bulacaksınız.

Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere,

Dostçakalın,

Film Ekibi

 

17. Sayının İçeriği

Güz Sancısı: Müsamereleştirilen Bir Tarih / Aylin Sayın – Murat Çınar Büyükakça

90’lı Yılların Filmi Bahoz: 2000’lerde Açı – Karşı Açı / Elif Genco

Mustafa: Cin Şişeden Çıktı / Ulaş Karakoç

Üç Maymun’u Çekmek / Seray Genç

Basılmamış Bir Romanın Filmi: Süt / Müjde Arslan

Süt ve Yumurta’nın Muhafazakar İdeolojisi / Rıza Kıraç

Pandora’nın Kutusu: Orta Sınıfa Bakmak / Yusuf Güven

Yeşim Ustaoğlu Söyleşisi / Film Ekibi

Dünyanın En Yüzeysel Adamı: Issız Adam / Evrim Kaya

Muhteviyatını Kaybeden Sinema Recep İvedik, Muro ve Diğerleri / Doğan Yılmaz

Dört Film Bir Türkiye / Hamdi Karaşin

İki Binli Yıllar Türk Sinemasına Bakış / Onur Behramoğlu

Kozlu’da Geçen Günler / Ahmet Soner

Woody Allen, Manhattan Seni Özlüyor! / Özge Özdüzen

Beşir’le Vals: Belleğin ve Vicdanın Yeniden İnşası / Doğan Yılmaz

Gomorra: Mafya Filmleri Estetiğine Sıkışmayan Bir Mafya Filmi / Zeynep Yaşar

Amerikan Paranoyasının Sine-masal Görünümü / Janet Barış

Gadjo Dilo’nun Düşündürdükleri: Oryantalizm Üzerine / Erhan Demircioğlu

Bir Erkek Temsili Film Olarak Çöküş / Lokman Zor

53. Uluslararası Seminci Film Festivali İzlenimleri / Filiz Öztürk